Güneş Batum sordu, Anjelika Akbar yanıtladı ‘Neyi değiştirebilirim ki?’ dememek gerekiyor

Sanatçının duyarlı olması gerektiğine vurgu yapan Besteci-Müzisyen Anjelika Akbar, ‘Dünyanın durumu apaçık. Artık eskiden sürdüğü gibi süremez. Bunu görmemek mümkün değil. Fakat bundan dolayı güçsüz, enerjisiz kalıp ben tek başıma ne değiştirebilirim ki dememek gerekiyor.’ ifadelerini kullandı.

Besteci ve Piyanist, Akademisyen, Yazar, Televizyon Program Yapımcı ve Sunucusu Anjelika Akbar, ülkemizde ve dünyanın pek çok ülkesinde verdiği sayısız konserleriyle, herkesi kucaklayan zarafeti ile kalbimizde yer aldı. Biz sorduk, Anjelika Akbar yanıtladı.

‘MÜZİK DİNLERKEN RESİM YAPIYORDUM’

- Anjelika Hanım, sizin birçok şapkanız var. Aklıma ilk gelenler besteci, piyano sanatçısı, yazar. Elbette hepsi birbiriyle bağlantılı ama böyle çok yönlü olmanızı sağlayan nedir?

Teşekkürler. Sanırım genel olarak buna “yaratıcılık dürtüsü” diyebilirim. Çocukluğumdan beri böyleyim. Annem iki yaşlarında bana aynı anda birkaç şeyi bir arada yapabilmeyi öğretti. Müzik dinlerken resim veya plastilinden figürler yapıyordum. Elimde kitap varsa fonda mutlaka güzel müzik oluyordu. Yazı yazıyorsam önümde mutlaka güzel bir tablo olur. Öz disiplin sayesinde birkaç konuya aynı anda odaklanabiliyorum.

‘SEVGİ VE ZARAFET ORTAMINDA BÜYÜDÜM’

- Yetiştiğiniz aile ortamı, aldığınız kültür… Biraz da bunu anlatır mısınız?

Sevgi ortamı ve zarafet… Anneannem ve dedem çok özel ve sıra dışı insanlardı ve çok sevgi doluydu. Annem ve babam da çok yönlü ve çok yetenekliydi.

Annem ile babam ben 2 yaşındayken ayrılmışlar ama ben bu ayrılığı bile fark etmedim. Beni, üzülmeyeyim diye bir şekilde korudular. Ayrıldıklarını kendi kendime ancak 7 yaşıma gelince fark ettim.

SSCB’de her ne kadar vatandaşların eşit maddi şartlarda yaşadıkları anlatıldıysa da aslında öyle değildi. Ortak temel şartlar aynıydı.

- Nelerdi onlar?

Sağlık hizmetleri, eğitim tamamen bedavaydı. Doğal gaz ve elektrik neredeyse bedavaydı. Evler ya devlet tarafından sağlanıyordu ya da kooperatiflerde uzun vade ile satın alınıyordu. Bunlar eşitti. Fakat farklı meslekler arasında büyük bir gelir farkı vardı. Örneğin sanatçılar, doktorlar, öğretmenler, sporcular, bilim insanları ve de belirli fabrikalarda çalışanlar, diğer insanlara göre çok daha fazla maaş alıyordu. Bunlar geniş imkânlara sahipti. Ayrıca SSCB'de bazı bölge ve şehirlerin refah seviyesi ve hayat şartları diğerlerine göre çok daha yüksekti. Böyle olunca eski SSCB vatandaşlarının o zamanki hayat ile ilgili anlattıkları radikal olarak birbiriyle çelişebiliyor. Bazıları “Giyecek ve yiyecek bulamıyorduk, birkaç ailenin yaşadığı bir dairede yaşıyorduk.” derken, diğerleri “Yabancı ülkelerden gelen giysileri giyip, sürekli havyar yiyip, kendi arabamıza binip, tatile gidiyorduk, refah seviyemiz yüksekti.” diye anlatıyor. İkisi de gerçek, anlattığım durumdan dolayı.

İşte benim içinde doğduğum aile bu ikinci kategorideydi. Refah seviyesi yüksek, birçok şeye erişimi olan ve rahat yaşam şartları olan aile. Çünkü çoğunlukla ya sanatçı ya bilim insanlarıydılar ya da önemli inşaat ve sanayi yerlerinin yönetiminde yer alıyorlardı.

Doğduğum şehir küçük de olsa, ona ikinci Moskova diyorlardı. Hem kültür sanat açısından hem de stratejik konumu açısından. Konser salonları, üniversiteleri, entelijansiyası (entelektüel topluluk) olan bir şehirdi. Dolayısıyla çocukluktan beri hem evde hem de dışarıda özel insanlar ile samimi bir diyaloğum vardı ve bundan dolayı kendimi şanslı hissediyorum.

KONSERLERDE YOLCULUĞU DİNLEYİCİLERLE BERABER YAPIYORUZ

- Konserlerinizin her biri birbirinden farklı, seyirciyle sohbet ediyorsunuz, her konserinizde bir konseptiniz var adeta. Nedir bunun sırrı?

Aslında bu bir amaç. Müzik elbette sadece müzik olarak da dinlenebilir fakat konserlerimde sadece müzik yolculuğu değil beraberinde önceden belirlediğim duygu/düşünce/tefekkür istikameti olmasını arzu ediyorum. Böylece konser esnasında yaptığım kısa, yönlendirici yorumlar o konser için yön verici oluyor ve bu yolculuğu dinleyiciler ile yapmış oluyoruz.

Açıklamalı konserlere Türkiye'de yıllar önce, daha Hacettepe Konservatuvarı’nda yüksek lisans ve doktora yaparken, aynı zamanda Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı kurucu öğretim üyeliğini yaparken başlamıştım.

1990'ların ortasında fakültelerde de öğrencilere konserler verirken birçoğunun klasik müzik diline pek alışkın olmadığını görüp hiç olmazsa açıklamaları ile, müziği ile onların arasında manâlı bir köprü kurmalarını desteklemeyi amaçlıyordum ki bu çok güzel sonuçlar vermişti.

Oysa SSCB'de akademik klasik müzik konserlerini veriyordum. Oradaki genel dinleyici klasik müzik diline doğal olarak daha yatkındı. Ankara'da o yıllarda insanlara klasik müzikten çekinmemeleri gerektiğini, o müziğin alfabesinin farklı olsa da anlattığı duygu ve düşüncelerinin ortak evrensel duygular olduğunu anlatıyordum.

- Konserlerinize nasıl hazırlanıyorsunuz?

Konserlere yakın pek evden çıkmıyorum, kendi iç dünyama odaklanıyorum. Konser gününü çok sakin geçiriyorum, mümkün olduğunca o gün seyahat etmemeye çalışıyorum ve konserin olacağı yere bir gün önceden gidiyorum.

- Konserleriniz sizin için ne ifade ediyor?

Dinleyiciler ile kalp kalbe mutlu bir buluşma ve birlikte bir yaratıcılık yolculuğu.

- Bugüne kadar en unutulmaz konseriniz diye sorsam, aklınıza gelen hangisi olurdu ve neden?

İlk verdiğim kişisel konser, beş yaşındaydım. Kocaman bir konser salonunda sahneye çıkmıştım ve çok mutluydum. Çünkü çok sevdiğim müzik eserlerini insanlarla paylaşacaktım. Ayrıca da kendime ait birkaç bestemi seslendirecektim.

- Bir koro kurdunuz ve ilk konserinizi izlemiştim, çok etkileyiciydi. Koro konserleriniz devam edecek mi?

Konserlerimiz maddi olanaklar buldukça mutlaka devam edecek.

Mİ MİNOR ULUSLARARASI ODA KOROSU’NUN HİKÂYESİ

- Böyle bir koro kurmak aklınıza nereden geldi? Bir çıkış sebebiniz var mı desem? Bir de koronuzu bize biraz anlatır mısınız?

Mi Minör Uluslararası Oda Korosu, Türkiye'de yaşayan eski SSCB vatandaşlarından oluşuyor. Hepsinin farklı uzmanlık alanları var: Doktor, mühendis, filolog, psikolog... Onun dışında birkaç profesyonel ünlü müzisyen de bulunuyor.

Birkaç Rusça konuşan dostum var. Onlar koro kurulmadan önce evime geldiklerinde çocukluktan beri çok sevdiğimiz şarkıları söylüyorduk. Herkesin sesi çok iyi, şarkıları da herkes neredeyse tamamen ezbere biliyordu.

Sonra o kadar alıştık ki bizim ortak Türk dostumuza bazı şarkıları söyledik. Sonrasında aklımıza konser verme fikri geldi. Türk dostlarımız da bu fikri destekledi.

Repertuvarı oluşturduk ve yola çıktık. Ama ilk nasıl başladı derseniz, TV yapımcısı, gazeteci, spiker, PR uzmanı ve Türkiye'de Rusça Konuşan Uzmanlar ve Kültür Sanat Portalı Kurucusu Anastasia Kulsha Kozlova ve eşi Prof. Dmitry Kulsha evime misafir geldi. Anastasia ile ilk şarkıyı söylediğimiz anda işin nereye gideceği belliydi. Çok yoğun olmamıza rağmen disiplinli bir şekilde provalarımızı yapıyoruz, ses çalışmalarımızı yapıp repertuvarı genişletiyoruz. Şarkıların iyilik hakkında olmasına dikkat ediyoruz.

DÜNYA ESKİSİ GİBİ KALAMAZ

- Anjelika Hanım, siz dünyada yaşanan olaylara duyarlı sanatçılarımızdansınız, benim de takip ettiğim paylaşımlarınız oluyor, bazıları kısa kısa ama çok etkili sözler. Biraz bahseder misiniz? Sanatçı duyarlılığı ve sorumluluğu ile bize neyi anlatmak istiyorsunuz?

Dünyanın durumu apaçık. Artık eskisi gibi kalamaz. Bunu görmemek mümkün değil. Fakat bundan dolayı güçsüz, enerjisiz kalıp “Ben tek başıma ne değiştirebilirim ki?” dememek gerekiyor. Durumu analiz edip, şahsi olarak herkesin neyi, nasıl, ne zaman ve ne kadar yapması gerektiğini ölçerek hareket etmek gerekiyor.

Mesela ben dünyadaki ve Türkiye’deki olaylara doğrudan yorum yapmam çünkü sistem insanların kutuplaşmasını istiyor. İlla her konuda ikiye bölünecekler. Ben bu oyunlara gelmiyorum. Duyarlılık gösterilmesi gereken konularda sessizce ve kendimce etkili yollarla elimden geleni yapıyorum. Bana bazen sosyal medyada “Şu konuda neden tepkiyi dile getirmediniz, şu konuda niye yorum yazmadınız?” diyorlar. Öncelikle ben yaptıklarımı duyurmak zorunda değilim, sosyal medyada böyle bir moda olsa da. Hatta insanlar bir olaya duyarsız bile olsa yargılanmamak için sosyal medyada yazıyor.

Ben bu tür yüzeysel şeylere katılmayıp kendi yolumu izliyorum ve büyük değişimlere sebep olabilecek somut adımlar atıyorum.

Kısa kısa yazılarıma gelince, dediğim gibi günlük, güncel şeyleri yazmayıp hep çocukluktan itibaren alıştığım gibi olayları kuş bakışı izleyip sonra içimde doğan kimi zaman aforizmaları, kimi zaman seslenişleri yazıyorum. Bazılarına “havada bırakıyorum” diye geliyor ama bunu bilinçli olarak yapıyorum. Hazır olan anlar, hazır olmayan ise incinmez ve böylece zamanından önce kalbine ağır yük almaz.

- Kitaplarınızı da bu ruhla mı yazdınız?

Tabii, kitaplar da hayatım boyunca farklı deneyimlerimi, değerlendirmelerimi, duygu ve düşüncelerimin özeti oluyor.

- Anjelika Hanım dikkatimi çekti, biz Rusya diyoruz ama siz SSCB diyorsunuz. Bir dönemi belirtmek için mi böyle diyorsunuz ya da başka bir sebebi varsa bunu bizimle de paylaşır mısınız?

Bizler, orada doğmuş ve büyümüş, eğitim görmüş insanlar olarak kendimize “SSCB'li”diyoruz, “Sovyetler çocukları” diyoruz. Mesela bizim koroda Baltık Cumhuriyeti’nden Kazakistan’a, Özbekistan'dan Ukrayna'ya, Belarus'tan Tien Şan Dağları’na kadar uzanan memleketlerin insanları var. Kendi bölgelerinin dilleri farklı olsa da Rusça olarak almış olduğumuz eğitim, kültürel kodlar, masallar, şarkılar, seyrettiğimiz film ve çizgi filmleri, okuduğumuz kitaplar ve şiirler o ortak Sovyetler kültürüne ait, aynı kültürel kodları taşıyoruz. O sayede de o koroda SSCB'yi temsil ediyoruz.

- Son olarak şunu sormak istiyorum: Yeni bir konser çalışmanız var mı? Eğer varsa okuyucularımıza duyuralım.

En yakın konserim. 6 Eylül'de İstanbul'da Avrupa yakasında olacak. Minoa Pera'da akşam 20.00'da. “Anjelika Akbar AHENK 2025”.

- Anjelika Hanım sizinle sohbet şahane. Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Sonraki Haber