Heybeliada’da bir ışık
Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu’nun 252. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, 20. Deniz Kuvvetleri Komutanımız Merhum Oramiral Özden Örnek ile ‘Heybeliada’da Bir Işık’ adlı kitabı üzerine 17 Ekim 2017 tarihinde yaptığımız söyleşiyi özetle tekrar yayımlıyoruz.
- Komutanım, neden subaylık yaşantınızı, çalıştığınız gemileri, komutanlık tecrübelerinizi, gittiğiniz limanları, Yüksek Askeri Şuraları vs. değil de lise anılarınızı anlatmak istediniz?
Bunun birinci nedeni, bizim okul yaşantımızı genç nesillere aktarabilmekti. İkincisi de biliyorsunuz, 15 Temmuz 2016’dan sonra ilk çıkan KHK’yla Deniz Lisesi’ndeki çocuklar tard edildi ve okul kapatıldı. Ben bunu içime sindiremedim. Onu anlatmak istedim herkese. Çocuklar tard edilebilir. Ona hiçbir şey demem. Çünkü hangisi kuru hangisi yaş ayırmak çok zor. Ama okulu kapatmak bambaşka bir şey. Bu okul kapatılmamalıdır. Çünkü Türkiye’nin bilimsel öğreti veren en eski okulu burası. Ve biz onu yok ettik. Çok yazık. Batı’da bir ölçü vardır. Herkes okulunun tarihinin ne kadar geriye gittiğiyle iftihar eder, bizse elimizdekini yok ediyoruz.
- Okulun kuruşu ne zaman?
Lise bölümü 1852’de kuruluyor. Harp Okulu’nun kuruluşu ise 1773. Bu noktada çeşitli tartışmalar var ama kesin olarak bildiğimiz, 1776 yılında hizmette olduğu.
- Sizin girişiniz ne zaman?
Ben tabi o kadar eski değilim. Benim liseye girişim 1957. 112 kişiydik. Liseye sınavla giriliyordu. Liseden sonra da bitirme sınavları vardı. Sınavda başarı elden edenler harbiyeye devam ediyordu. Sınıfımızda Yozgat’tan gelen de vardı, kıyı kesimlerden gelenler de...
1848 EĞİTİM RAPORU
- Deniz Lisesi’nin bir deniz subayına kazandırdığı temel yetenekler, hasletler sizce neler?
Deniz Lisesi, eski adıyla idadi kısmı, şunun için kuruluyor: 1848 senesinde bir eğitim raporu hazırlanıyor. O eğitim raporunda şu açıkça ortaya konuluyor. Deniliyor ki, “İdadiden gelenler, harbiyenin derslerini anlamıyorlar. Doğru dürüst subay yetiştiremiyoruz. Kendi idadimizi açalım.” Böylece 1852 senesinde Deniz Lisesi açılıyor. Deniz Lisesi’nin açılma maksadı esasında bu. Sivil idadilerde çok iyi yetişenler var ama onlar da Deniz Lisesi’ne gelmiyor, gelenler ise ihtiyacı karşılamıyor. Bunun için lisede kendi ihtiyacımızı karşılamak üzere talebe yetiştiriyoruz.
Bugün Deniz Lisesi, milli eğitim müfredat programının aynısını takip ediyor. Yalnız aradaki fark şu. Bir dersi layıkıyla öğretmek çok önemli. Deniz Harp Okulu’nda çok ağır fen dersleri okuyacağımız için, lisedeki derslerin en ufak ayrıntısının bile üzerinde duruyorlardı. Derslerimiz, eğitimimiz çok ağırdı. Amaç bütün fen derslerini en iyi şekilde öğretebilmekti. Mesela çok ağır bir astronomi okurduk. Neden; çünkü ilerideki yıllarda astronomi seyri okuyacaktık. Bahriyenin esası astronomi seyirleridir.
YEMEKLER MERASİME TABİ
- Bir gününüz nasıl geçiyordu?
Sabah saat 06.00’da kalkardık. Nöbetçi elindeki metal parayla tak tak vururdu yatağa. Yataklarımızı yapardık ve 06.30’da yatakhaneleri terk edip kahvaltıya giderdik. Saat 08.00’de dersliklerde oluyorduk. 1 saat mütalaa (etüd) saatimiz vardı sabahları. Sonra dersler başlardı. Her şey boruyla başlar, boruyla biterdi. Sabah 3 saatlik dersin ardından öğle yemeğine giderdik. Yemeklere gidiş muhakkak taburla olurdu. Masalarda 10’lu oturulurdu. Masanın her iki başında birer harbiyeli bulunurdu.
- Yemekhanede istediğiniz gibi hareket edemezsiniz. Herkes gelir, sandalyesini yakalar ve başında bekler. Nöbetçi talebe de herkes geldikten sonra tokmağını vurur ve “Buyurun!” der. Ondan sonra herkes oturur. Hiç kimse çatal, bıçak, tabağa dokunmaz. Elinizi masanın altında ayağınızın üstüne koyar beklersiniz. Herkes sessiz olduktan sonra nöbetçi talebe “Tanrı’nın adıyla!” diye bağırır. Herkes bunu tekrar eder. Evvelden “Bismillahirrahmanirrahim” denilirmiş, sonra Türkçeye tercüme etmişler. Ama olay şu, herkesin bildiği gibi değil aslında. Her yemekte inançla ilgili bir ritüel yapılıyor yani. Bugün kaç kişi evinde “Tanrı’nın adıyla!” diyerek yemek yer?
Ardından yemeğe başlanır. Masada öyle kafana göre konuşamazsın. Masabaşları izin verirse konuşursun. Konuşmak için sana bir şey sormalarını bekleyeceksin. Yemekler büyük kaplarda, lengerlerde getirilir. Yemek dağıtmaya en küçükten başlanır, en son masabaşları alır yemeği. Bu adet gemide de böyledir. Gemide de yemeği en son komutan alır. Karacılar bunu bir türlü anlamazlar. Komutan, herkesin yemek aldığından emin olur. Yetmezse ben yemeyeyim anlamındadır.
Yemeğinizi yedikten sonra da kalkıp gidemezsiniz. Herkes yemeğini bitirince nöbetçi talebe tekrar vurur tokmağını ve bu kez “Çok şükür!” diye bağırır. Tüm talebe bunu da tekrar eder. Ondan sonra önce üst sınıflar, ardından alt sınıflar olmak üzere yemekhane boşaltılır. İşte böyle merasime tabi bir yemek şeklimiz olurdu.
OKULDAKİ ADETLER GEMİYE TAŞINIR
- Okuldaki ast-üst ilişkileri nasıldı? Burada yaşananlar subaylık yaşantısına nasıl yansıyor?
Okulda neyse gemiye de aynı şekilde yansıyordu. Hiçbir farkı yok. Bizim zamanımızda okulda üst sınıflara selam vermek mecburiyeti öğleye kadar vardı, gemide de aynen öğleye kadardı. Sonra değişmiş bu tabi. Ama okuldaki adetler aynen gemiye de taşınmış. Biz taşımadık tabi, taşınmış.
- Kitabınızda ‘ceza talimi’ diye ayrı bir başlık var. Siz de ceza talimi yaptınız mı?
Ceza talimi yapmayan kimse var mı? Esasında bugün okullardan ceza talimi kaldırılmış. Tabi 16 yaşındaki çocuğa bu yetkiyi verirsen komik şeyler oluyor. Filikaları bağlarlardı, sonra da kürek çektirirlerdi. Bir ara İngiliz bir hocanın elinden tebeşiri alıp fırlatma olayı olmuştu. Bu tabi baya ciddi bir olay olarak görüldü. Geldiler, dediler ki “Kim attı bunu?”, ses yok. Kimseyi ele veremezsiniz. “Kimse söylemiyor mu, tamam, yarın sabahtan itibaren ceza talimi.” dediler. Her gün sabah 05.30’da kalkıyorduk. Tüfeklerimizi alıyorduk. Üç hafta da izinsizlik cezası aldık...
Yakalanmamak için kendi içimizde bir uyarı yöntemimiz de vardı. Diyelim ki kötü bir şey yapıyorsunuz, gördüğünde başınıza felaket gelecek olan subay veya üstünüz yaklaşıyorsa, hemen “İsmail” diye bağırılırdı. “İsmail”i duyan, ne yapıyorsa onu bırakırdı. “İsmaiiilll” diye bağırarak herkesi dikkate geçiriyorsunuz. Herkes de biliyor tabi bunun ne demek olduğunu ama yine de bağırıyorsunuz.
GEMİCİLİĞİ ÖĞRENİYORLAR
- Eskiden tahtadan gemiler, demirden denizciler varmış. Şu anki mevcut eğitim sisteminde, yüksek teknolojiyle donatılmış bu gemileri, stratejik bir bakış açısıyla sevk ve idare edebilecek demirden denizciler yetiştirebileceğimizi düşünüyor musunuz?
Herkesin bildiğinin aksine, liseden gelenler baya bir gemici olarak geliyorlardı harbiyeye. Dışarıdan aldığınız zaman bu eksik kalıyor. Tabi gemilerde kullandığımız cihazlar, günün en modern cihazları. Mesela ‘computer’ Türkiye’ye girmeden önce bahriyeye girdi. Biz gemilerimizde ‘computer’ kullanıyorduk. Bunları kullanacak insanların yetiştirilmesi lazım. Biz 1970’li yılların başında bilgisayarın çok önemli bir şey olduğunu ve bahriyenin gidişatının bilgisayar olduğunu farkettik. 1971-72 senesinde bilgisayar teknisyenleri yetiştirdik. Birçok subay bilgisayar kullanmasını öğrendi. Aynı şekilde güdümlü mermi. Daha bahriyeye güdümlü mermi girmemişti, biz teknisyenlerini yetiştiriyorduk. Gemiler geldiği zaman hiç kimse sıkıntı çekmedi. Ama Amerikan bahriyesi, bilgisayar girdiği zaman gemilerine, o meşhur laf vardır “man machine interface” diye, insanla makine uyuşumu, çok sıkıntı çektiler. 3-4 sene gemileri kullanamadılar bile. Biz daha iyiydik onlardan.
- Denizciler şekli disiplinden ziyade görev disipliniyle yetiştirilir demişsiniz...
Okulların faydası bu işte. Disiplini kazanırsın ama nasıl kazandığını bilmezsin. Seni şekli disiplin konularında ikaz etmezler. Ama yaptığın işin iyiliği ve kötülüğünde muhakkak suretle ikaz ederler. Bütün okul hayatımız böyle geçti. Onun için liseye ne kadar erken girerseniz, görev disiplini konusunda öğrenci kendini o kadar iyi hazırlar.
‘MSÜ’NÜN BAŞINDA TARİHÇİ OLMAMALI’
- “Bir öğrenim kurumunun başına vereceğiniz kişi, o kurumdan yetişecek öğrencilerin niteliğini belirler.” diye yazmışsınız. Bugün Milli Savunma Üniversitesinin başında bir tarihçi bulunuyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben onaylamıyorum. Bu yanlıştır. En kısa zamanda düzeltilmesi lazım.
- Bir yandan MİLGEM kapsamında yapılan korvetlerimiz suya indi. Milli fırkateyn için çalışmalar başladı. İlk LHD gemimizi yapacağız. Böyle ciddi yatırımlar yapılıyorken, neden bunları kullanacak nitelikli personel yetiştirmeye yanaşmıyorlar?
Savunduğum nokta şu. Esas olan harbiye eğitimidir. Harbiyede iyi bir mühendislik bilgisi veriyoruz. Ama bu bilgiyi anlayabilmek için çocukların lisede çok iyi yetişmiş olması lazım. Dışarıdan aldığınız zaman; bir baraj koyuyorsunuz, barajın üstünde olanlar gelsin diyorsunuz, gelmezler. Biz bunu harp okulunda senelerce denedik, gelmiyorlar. Dolayısıyla barajı aşağıya düşürüyorsunuz, o zaman da eğitim seviyesi pek ileride olmayan talebeler gelmiş oluyor. Tıpkı 1848’deki raporda yazdığı gibi, “Yaaa bu çocuklar hiçbir şey bilmiyorlar, doğru dürüst bir subay yetiştiremiyoruz”a geri dönmüş oluyoruz.
Düzen lisede öğreniliyor
Askerlikte her şey düzenli olmak zorunda. O düzene alışmazsanız bir gün büyük bir felaketle karşılaşabilirsiniz. Lisenin kaldırılmasına bu yüzden çok sinirlendim. Bu duyguların hepsi lisede veriliyor. Bir işi yapıyorsan mutlak suretle düzen içinde olmasına dikkat ediyorsun. Mesela rota çiziyorsun haritanın üzerinde. Kalemin, cetvelin, pergelin hepsi düzenli olacak. Yan yana koyarsın önüne. Ne olacak yani biri orada biri burada dursa falan olmaz. Ondan sonra rotanı çizeceksin. Rotanı çizerken de 10’da 1 hataya kadar çizeceksin.