Tarihin sır küpleri! İnsanlar denizci doğmaz denizci yapılır

Aydemir, denizci bir millet yaratmanın şartlarını sıraladı: ‘Birinci şart kıyı yağmasına ve denizlerin plaj adı altında parayla satılmasına son vermek, Türk halkını denizle buluşturmaktır. İkinci şart ise her yerde açılması gereken denizcilik müzelerinde gençlerimize denizcilik kültürü aşılamaktır.'

Mustafa Aydemir. Türkiye onu, vatanî görevini 1982’de Erzincan’da yerine getirirken 3 bin silah arkadaşıyla Keşiş Dağları eteğindeki 7 bin 500 metrekare alanda, 600 ton taş, 210 ton harç ve 200 ton boya kullanarak yaptığı 176 metre uzunluğundaki Atatürk portresiyle tanıdı. Aydemir, I. ve II. Dünya Savaşı batıklarını araştırdı. Fransız St. Didier batık gemisinin sırlarını çözdü. Cousteau ekibiyle daldı. Sualtı millî takımında ülkemizi temsil etti. Aydemir’in Türk denizcik, sualtı arkeolojisi ve müzecilik üzerine yaptıklarını yazarsak bu sayfalar yetersiz kalır. 200’ün üzerinde makalesi ve 6 belgesel araştırma kitabı olan Mustafa Aydemir ile kendisinin amfora depo müzesinde söyleşi yaptık.

TARİHİN SIR KÜPLERİ: AMFORALAR

- Siz yıllarca bir spor dalı olarak sualtına daldınız. Ülkemizde ve uluslararası alanda birçok başarıya imza attınız. Sizi sualtının gizemli dünyasına çeken neydi? Sualtında neyi merak ettiniz?

Denizci bir aileden geliyorum. Antalyalıyım ve yedi kuşak hep denizciyiz. Antalya denizlerinin sualtının büyülü dünyasında büyüdüm. Dalmak çok güzel. Dalarken tarih merakımdan dolayı hep şunu düşündüm; Türk milletinin tarihi, hatta dünya insanlık tarihi bana göre ya toprak altında kalmış ve unutulmuş ya da sular altında kalmış ve unutulmuştur. Ben kendimi özellikle Türk tarihinin sular altında kalmış ve arşivlerin tozlu raflarından çıkamamış bölümüne adadım. Bu konuda kendimi geliştirdim, yetiştirdim. Bu konuda birçok batık araştırmaları yaptım. Bunları genelde makale olarak yazdım. Sadece bir tanesi kitap oldu. İki kitabım da basıma hazır. Biri “Türk Denizcilik Tarihi” diğeri ise “10 Batık, 10 Hikaye”dir. Sualtında yatan tarihimizi ortaya çıkartmak için çalışmalarıma devam ediyorum.

- Ülkemizdeki sualtı kültür mirasını yeterince koruyabiliyor muyuz?

I. Dünya Savaşı’nda batırılan Paris 2 adlı savaş gemisi enkazı Kemer açıklarında denizin dibinde bulunmaktadır. 1917’de Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul 7,7’lik dağ bataryası ile Ben My Cheree adlı İngiliz uçak gemisini Meis adası açıklarında batırdı. Mustafa Ertuğrul’un anılarını, “Ben bir Türk Zabitiyim” adıyla kitaplaştırdım. Fransız St. Didier gemisi de, 2. Dünya Dünya Savaşı’nda İngiliz uçaklarınca batırılmıştı. Bu batırılma savaşın çok önemli bir kırılma noktasını oluşturmuştu. Çünkü Hitler’in elinde tüm silahlar mevcuttu. Denizaltıları, uçakları, tankları, panzerleri vardı ama petrolü yoktu. Hitler, Ortadoğu petrolleri için Erwin Rommel’i görevlendirdi. Petrol bulması için Rommel’in ihtiyacı olan 97-100 metre boyunda St. Didier isimli gemide askeri malzeme, lojistik araç ve gereçler bulunuyordu. Birleşik Krallık Başbakanı Churchill, gemi Akdeniz’de seyir halindeyken haber aldı, Kıbrıs’tan uçaklarını kaldırdı. Üç uçak geldi, St. Didier’i Antalya’da sulara gömdü.

- Sizin ilk keşif dalışını yaptığınız St. Didier batığını görmek için yıllardır yurt içi - yurt dışı turistik dalışlar yapılıyor. Öğreniyoruz ki hatıra diye batığın içindeki 3 adet cip dışında birçok silah, mühimmat ve gemiye ait eşyalar yerlerinden sökülerek götürülmüş...

Maalesef bu sadece St. Didier’de olmadı. 1900’lü yılların başlarında ekonomisi güçlü olmayan ülkeler başta olmak üzere bazı ülkelerde ve Türkiye’de bu batıklar devlet eliyle ihaleye çıkartıldı. Devlet eliyle satıldı ve devlet dedi ki, “Kim çıkartırsa yarısı senin olsun, yarısı da benim olsun.” Bu batıklar dinamitlendi, parçalandı, söküldü ve hurdacılara satıldı. Bunlara bir batık olarak da bakmayın. Aslında bir tarih satıldı. Biz Çanakkale’nin gazi toplarını da Yavuz’u da maalesef ki hurdacılara sattık. Yani halen içim acıyor. Mesela Çanakkale’nin gazi topları yoktur. Bugün orada gördüğünüz toplar Çanakkale’nin başka taraflarından getirilmiştir. Seddülbahir’deki toplar Kumkale’den getirilmiştir. Keşke biz bunları yapmasaydık, keşke bu bilincimizi kaybetmeseydik. Şu anda akıllandık ama bu arada birçok şeyi kaybettik. Bu devlet eliyle yapıldı.

- Nasıl yani?

Devlet ihale yaptı, hurdacılara sattı. Yavuz Zırhlısı nerede bizim? Hurdacılara satıldı. Jilet oldu.

- Savarona’yı da satıyorduk.

Satıyorduk, Allah’tan son dakikada uyandık. Gemimizi kurtardık bu günlere kadar getirdik.

DENİZ TAŞIMACILIĞINDA AMFORA

- Sualtı arkeolojisi denildiği zaman ilk akla gelen amforalar oluyor. Amforaların sadece yiyecek ve içecek taşımadıklarını, bir tarih taşıdığını öğreniyoruz. Siz 40 yıldır ortalama yaşları 2500-3000 yıla dayanan dünyanın en önemli amfora koleksiyonunun sahibisiniz. Bu eserlerin hepsi Kültür Bakanlığınca kayıt altına alınmış. Takdir edilecek bir emeğiniz ve özveriniz var. Ama bu tarih şu an içinde bulunduğumuz bir depo müzenin içine sıkışmış. Hatta hapsedilmiş gibi geldi bana. Bu tarihi eserleri depo müzeden çıkarıp bütün insanlığın hizmetine sunmak gerekmiyor mu?

Dünyanın en büyük amfora koleksiyonun sahibiyim. 50 yılda oluşturulmuş bir koleksiyon. Ben aynı zamanda bir amfora uzmanıyım. Bunların kitabını, makalelerini yazmış bir insanım. Üç yıl boyunca “Deniz Magazin”de amforaları seri olarak yazdım. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, “Rodos Amforaları” ve “Antik Çağ Ticaretinden Örnekler” adlı makalemi ders kitaplarına koydu.

Sizin de söylediğiniz gibi amforalar sadece içinde taşıdığı malzemelerle değerlendirilmez. Günümüzdeki dev gemilerin taşıdığı çelik konteyner neyse eski çağlarda insanoğlunun yapabildiği tek taşıma kabı da amforaydı. Deniz taşımacılığında amforaların içinde şarap, zeytinyağı, sirke, balık sosları, fındık, fıstık, bal, ekmez taşınmıştır. Ben şöyle değerlendiriyorum, antik çağ tekneleri denizlerin ana rahmidir. 2000 yıl önce batmış bir gemi hiçbir dış tahribata uğramadığı zaman bir ana rahminde kalır gibi 2000 yıl öncesinin tüm kültürünü ve sanatını bize aktaran bir zaman kapsülüdür. Yani ana rahminde kalan, bozulmadan günümüze gelen bir zaman kapsülüdür.

AMFORANIN FORMU: TOPLUMUN KİMLİĞİ

- Amforalar, geçmişten günümüze nasıl bilgiler aktarıyor?

Amforalar, içinde bir tarih barındırır. Peki amforalar nedir? Amforalar da bana göre, kendi tanımlarımı söylüyorum size, denizlerin ve tarihin sır küpleridir. Biz amforalarla neyi öğreniriz? Her amforanın formu özeldir. Müseccel markadır. Türkiye kıyılarının Ege, Akdeniz, Karadeniz, Marmara ve Boğazların bizden önce yaşayan tarihini öğreniriz. Buralarda neler üretildi? Buralarda kimler yaşadı? Önemli insanları kimlerdi? Üretilen mallar nereye ihraç edildi? Sadece amfora batıklarının izini takip ederek antik çağ deniz ticaret yollarını bulabilirsiniz. Anadolu’nun neresinde ya da Akdeniz’in neresinde ya da Karadeniz’in neresinde ne üretilmiş? Nerelere ihraç edilmiş? Bunları buradan çıkartabiliriz. Dediğim gibi her amforanın formu bir müseccel markadır. Değiştirilemez. Günümüzde kola şişesinin, bira şişelerinin bir formu var. Amforaların formlarına baktığımız ve incelediğimiz zaman Rodos’un şaraplarını, Karadeniz’in zeytinyağını, sirkeyi veyahut balını anlayabiliriz.

Bir amfora formu değişmez. Çünkü aynı zamanda bir hacim ölçüsüdür. Onun formu o coğrafyanın, o tarihin, o milletin bir formudur. Biz amforalardan bunu okuruz, yani bir tarih okuruz. İkinci sorumuza gelirsek, amacımız tabiî ki bir denizcilik müzesiyle, amforalar rehberliğinde yapılacak bir denizcilik müzesiyle gençlerimize Türk ve dünya denizcilik tarihini anlatabilmek. Bu kıyıların deniz tarihini anlatabilmek ve biz bunu çok önemsiyoruz ve inşallah bunu yapacağız.

DÜNYANIN EN ESKİ BATIĞI TÜRKİYE’DE

- Ülkemizde denizcilik tarihinin yeteri kadar anlatabildiğimizi düşünüyor musunuz?

Maalesef anlatamamışız. Benim 6. kitabım “Türk Denizcilik Tarihi”. Denizcilik tarihi şöyle yazılmış bugüne kadar. Geçmişte amiral çağırmış bir subayını, demiş ki “Denizcilik tarihimiz çok yok, öyle çok fazla kaynağımız da yok. Sen biraz ilgilisin, yaz.” Böyle yazılmaz denizcilik tarihi. Özellikle Türk denizcilik tarihini yazabilmek için dünya denizcilik tarihine hâkim olmak lazım. Türk denizcilik tarihini iyi yazabilmek için Anadolu’nun Arkaik Dönemi’ne, Klasik ve Helenistik Çağlarına hâkim olmak lazım. Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine hâkim olmalıyız ki günümüzde bunları karşılaştıralım. Geçmiş tarihimize hâkim değilseniz, Türk denizcilik tarihini yazamazsınız. Ben yazdım yakında bir yayınevi bulurum, piyasaya çıkar. Gençlerimiz buradan hem Türk denizcilik tarihini hem dünya denizcilik tarihini öğrenecekler. Toplumlar denizci doğmazlar. Toplumlar denizci yapılırlar. Bir kere Anadolu, bizim Anadolu kıyılarımız dünyanın en eski denizcilik tarihine haizdir. Mesela karada Göbeklitepe’nin bulunmasıyla Anadolu tarihi, dünya insanlık tarihi Mezopotamya’dan çıktı, Mısır’dan çıktı, 5000-6000 yıl daha önce Göbeklitepe’ye gitti. Kadim Anadolu hem toprak altında ve üstünde hem de denizcilikte en eski tarihe sahip. Bu benim iddiam. Niçin? İddiamı destekleyecek şeyler var. Dünyanın en eski 3 batığı Türkiye’de bulundu. Tesadüf Antalya’da bulundu. İlk bulunan Gelidonya batığı M.Ö. 1200 yılına aittir. M.Ö. 1200 yılı Troya Savaşı’nın yapıldığı yıllardır. Yine Antalya’da M.Ö. 1300’e ait Ulu Burun batığı bulundu. Şimdi daha da eskisi bulunduğu söyleniyor. Yani bizim bütün kıyılarımız eski batıklarla dolu. Karadeniz öyle. Yani şunu gayet rahat söyleyebilirim ki, dünya tarihinin en eski çıkış noktası Anadolu’dur. Dünya denizcilik tarihinin en eski çıkış noktası Anadolu kıyılarıdır. Ben bunu iddia ediyorum. Çünkü bütün en eski batıklar zaten Türkiye’de bulundu. Anadolu kıyılarında bulundu.

DENİZCİ TOPLUM YETİŞTİRMEK

- Üç tarafı denizle kaplı ülkemizde halkımızı özellikle gençlerimizi denizle buluşturmak için ne yapmalıyız?

Önce güçlü bir donanmaya sahip olmak gerekir. Deniz ticaretini koruyabilmek için yine güçlü donanmanızın olması gerekir. Türkler 16. yüzyılda denizciliğe önem verdiği için büyük bir imparatorluk kurdu. Akdeniz’e hâkim olduk. Ne zaman ki biz denizlerden ve bilimden aynı zamanda koptuk; Kuzey Afrika’yı kaybettik. Bütün Balkanları kaybettik. Adaları kaybettik. Suriye, Irak, Mısır hepsini kaybettik. Yani eğer biz denizlere hâkim olamazsak, Anadolu’muzu da koruyamayız. Bizim Anadolu’muz da tehlikeye girer. Mavi Vatan nedir? Mavi Vatan şudur. Sizin bir eviniz var bahçe içerisinde. Bu Anadolu’muzdur. Etrafınızda da bir bahçe duvarınız var. Bahçe duvarınızın sınırları sizin Mavi Vatan’ınızdır. Eğer siz bu bahçe duvarınıza hâkim olamaz iseniz, buradan hırsız ve düşman girerse Anadolu tehlikededir. Gelelim asıl sorunun ana fikrine, mihenk noktasına. Eğer siz denizleri kıyıları yağmalarsanız, denizi plaj adı altında parayla satarsanız siz denizci bir nesil yetiştiremezsiniz. Bu çok önemli. Siz bir damla su mu icat ettiniz ki denizi parayla satma hakkını kendinize görüyorsunuz. Bu utanç verici bir şey. Ben dünyanın her tarafını gezdim dolaştım. Bütün kıyılar tüm dünya insanlarına ücretsiz. Fakat bizde öyle bir yağma var ki bunu her defasında gündeme getiririm ama bir adım ileri gidemeyiz. Bodrum’daki plaj, “beach” isimleri bile Türkçe değil, kumsallarımızın giriş 6 bin liradan başlıyor. Ya böyle bir şey olabilir mi? Bizim çocuklarımız yüzecek, güneşlenecek, gelişecek, sağlıklı olacak. Ama biz bugün kıyılarımızı kendi halkımıza kapattık. Yağmaladık kapattık, ufacık kalan yerleri de parayla şu anda satışa sunduk. Hiçbir hükümetin, hiçbir devletin böyle bir hakkı yok. Böyle bir kötülük yapmaya hakkı yok. Ben buna isyan ediyorum. Eğer biz çocuklarımızı denizle buluşturamazsak, denizin nimetlerinden yararlandıramazsak, biz dünya denizlerine hâkim olamayız.

İNSANLAR DENİZCİ DOĞMAZ, DENİZCİ YAPILIR

Denizci bir millet yaratmanın birinci şartı; kıyı yağmasına ve denizlerin plaj altında parayla satılmasına son vermek, Türk halkını denizle buluşturmaktır. İkinci şartı ise; her yerde açılması gereken denizcilik müzelerinde gençlerimize denizcilik kültürü aşılamaktır. İnsanlar denizci doğmaz. Denizci yapılır. Bu da devletin görevidir. Dolayısıyla Mavi Vatan’ımıza sahip çıkarsak Anadolu’muzu da sahip çıkarız.

Sonraki Haber