Aykut Fırat; bütün ömrünün adı fotoğraf, sanat...

Aykut Fırat çocukluğundan başlayıp bugüne dek hep fotoğrafın içinde oldu. Daha 18 yaşında bile olmadığı yıllarda babasıyla Cilo dağlarının uçurumlarında dolaştı. Sıtkı Fırat o günleri anlatırken gözleri dolardı. Gerçekten babaya müthiş bir destek verdi Aykut. Bütün Türkiye’yi yıllarca adım adım dolaştı sonra Fırat Color kurulunca baskı tekniğinin en önemli bilgi sahibi insanlarından birisi oldu. İnternet Çağı ve photoshop çağından sonra yine bu alanın inanın en bilgili kişilerinden birisi... Hem teori hem pratik alanda çok özel işler sergiler yaptı. Kardeşi Artuk Fırat’la birlikte Fırat Color’u ayakta tutmak için büyük çaba veriyor. Fotoğrafın durumunu özetleyen bir cümlesi var çok sevdim: “İskenderiye Kütüphanesi gibiydik taa ki, Neron onu yakana dek.” Baskı tekniği ile çok büyümüş bir fotoğraf şirketinin güncel durumu bundan daha güzel özetlenir mi. Aykut Fırat bunca çabadan sonra şimdi fotoğrafın felsefi yönünde çok özel çalışmalar yapıyor. Değerli Aykut’a sordum:

  • Çok önemli bir fotoğraf duayeninin oğlusun. Oradan başlayalım çocukluğun herhalde albümlerin fotoğrafların arasında geçmiştir. Anlatır mısınız?

Resim öğretmeni, fotoğrafçı babam Sıtkı Fırat'ın ressamlara dair dünya klasikleri idi, bakmakla doyamadığım. Oranları, espasları kusursuz eskizlerle saatler geçirip, mükemmel anatomilerini anlamaya çözümlemeye çalışırdım. Başucu kitaplarımdı onlar.

Sanatta da genetik aktarımın devamlılığına inanan biri olarak, genetikle birlikte çocukluk çağından başlayarak sezgisel farkındalığın oluşup olgunlaştığını düşünüyorum. Çocukluk yıllarım böyle geçti, Rembrandt, Leonardo da Vinci, Peter Paul Rubens'in anladığım güçlü desenleri; Paul Cézanne, Vincent van Gogh, Henri Matisse'in anlamaya çalıştığım fırça darbelerine defalarca bakmak, bıkmadan bakmak. Çıraklığım başlamıştı.

  • Şu meşhur Ford Taanus’la babanız Sıtkı Fırat’la yaptığınız gezilerden söz eder misiniz?

Ergenlik çağına doğru babamla birlikte Ford Taunus aracımızla bütün Türkiye'yi adım adım gezdiğimizi hatırlıyorum. En sevdiğim şey idi otomobille gezmek. Hatırına fotoğraf ekipmanlarını zevkle taşırdım. Sonraları otomobil hobim beni ralli pilotluğuna kadar götürdü, basketbol, tenis hobilerimdi. Aynı zamanda Cumhuriyet Lisesi serbest güreş takımı ve 110 mt. engelli atletizm takımında da yer aldım. Fotoğraf ve sinema ile olan ilgimden bahsetmiyorum. Çünkü hep içindeydim ve işimdi. 1974 yılında bir arkadaşımın kardeşi için yaptığım "Snoppy" adlı 8 mm. filmim Ankara TED Kolej salonunda oynamıştı.

BABAMLA BAŞTAN BAŞA TÜRKİYE

  • Fotoğraf makineniz ne zaman oluştu. Öncesinde nasıl çalışırdınız?

Başlangıçta bir fotoğraf makinem yoktu. Babam boş bir slayt çerçevesi vermiş ve nasıl bakmam gerektiğini öğretmişti. Ekipman pahalı, film pahalı. Boşa basamazsınız deklanşöre. Slayt çerçevesinden bakmak ise bedava. Bak bakabildiğin kadar.

Üniversite çağına kadar babamla neredeyse bütün Türkiye'yi baştan başa dolaştık. Edirne'den Kars'a, Artvin'den Fethiye'ye, Sarp sınır kapısından Side'ye. Bu gezilerde ben de artık kamera sahibiydim. Babamdan kopya çekmekle beraber, nasıl başka bir çekim alanı bulup da daha iyisini yapabilirim peşindeydim! Çok zordu.

  • Fırat Color nasıl kuruldu. Artuk ve senin katkıların ve o süreci anlatır mısın?

Sıtkı Fırat'ın hobi ve ticaret amacıyla kurduğu Kent Fotoğraf Ajansı, resim öğretmeni olan kardeşim Artuk ve benim de katılımımla Fırat Color Fotoğraf Laboratuvarı olarak gelişti. Kent Fotoğraf Ajansı o dönemin Ankara otel ve eğlence dünyasının önde gelen otel ve kurumlarına, Marmara Oteli, Büyük Ankara Oteli, Ankara Palas, Türk Ocağı, Dedeman Oteli, Kent Otel fotoğraf hizmeti vermekteydi. Fırat Color'la birlikte 1978 yılında Almanya, Köln şehrinde açılan "Photokino" fotoğraf fuarlarına gitmeye ve gelişmeleri yakından izlemeye başladık.

  • Fotoğraf eğitimi için, kurslar için hangi ülkelere gittin? Fotoğraf baskısı konusunda nasıl bir süreç yaşadı Fırat Color?

Bu süreçte teknolojik gelişmeleri takip etmekle birlikte, alanındaki en iyi ekipmanları ülkemize ithal edip laboratuvarımızı geliştiriyorduk. 1980-1994 Fotoğrafın altın çağları idi. Bu süreçte Almanya'da Leverkusen'de Agfa'nın kimya kurslarına, yine İtalya ve Almanya'da stüdyo çekimleri, ışık, renk yönetimi gibi çeşitli kısa ve uzun dönem kurslara katıldık. Dünyanın en önemli laboratuarlarından biri olmuştuk. Dijital kayıtla birlikte sürecin hızla değişeceğini görüp sayısal bilgiden baskı yapan ilk baskı makinesini Fuji firmasına sipariş ettik. Laboratuvarımız öyle gelişti ki resim öğretmeni olan ve okuluyla işimizi birlikte sürdüren kardeşim Artuk istifa edip öğretmenliği bıraktı. Personel sayımız 15'i geçmişti.

  • Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD)’a ne zaman üye oldunuz? Sonrasında yaptığınız profesyonel çekim gezilerini de anlatır mısınız?

Ankara'da 1977 yılında kurulan AFSAD'a 1978 yılında rahmetli Fikret Otyam başkan iken arkadaşım Sırrı Göçen ile birlikte üye olduk. O dönemde Turizm Bakanlığı Türkiye'yi tanıtan broşür ve afişler için pozitif film (Slayt, Dia, Saydam) satın alırdı. Bu filmlerde görüntü doğrudan oluştuğu için poz tutturması ve banyosu çok zordu. Genellikle profesyoneller kullanırdı. Banyosunu biz yapardık. Sırrı'nın babası Sanayici Niyazi Göçen büyük projemiz için bize üretimden yeni çıkan Anadol pikap tahsis etti. Sırrı, projelendirdikten sonra pikabın arkası kapatılmış, hem nakil aracımız hem de otelimiz olmuştu. Yaz tatilinde rotamız Ankara'dan başlayıp Bandırma, Erdek, Foça, İzmir, Kuşadası, Bodrum, Marmaris, Fethiye idi. Yanımızda farklı formatlarda 10'a yakın fotoğraf makinesi ve buzluğumuzda da onlarca film taşıyorduk. Bir ay sürdü gezimiz. El değmemiş doğa, yeni açılan tatil köyleri, kampingler, Fransız tatil köyleri gezdik de gezdik, çektik de çektik.

  • Sanırım internet öncesi çok yoğundunuz bütün ustaların filmleri sizde yıkanır, baskıları Fırat Çolor’da basılırdı. Sonrası gelişmeleri de anlatır mısınız?

Daha sonra Ankara'da (FSK) Fotoğraf Sanatı Kurumu kuruldu ve ona da üye oldum. 1990’lı yıllarda usta grafiker ve Grafikevi Ajansı sahibi Cüneyt Özyer beni Macintosh bilgisayar ve Photoshop ile tanıştırdı. Usta Cüneyt, yaratıcılığını bu uygulamalar ile medyaya aktarıyordu, bitmesini istemediğim saatlerdi, yanında geçirdiğim. 1994 yılıydı, bir gün Bilkent Üniversitesi grafik hocası olduğunu sonra öğrendiğim Mark Spirut'la sohbet sırasında onun Grafik dersi ile birlikte Photosop eğitimi verdiğini de öğrendim. Büyük sürpriz ise Mark Spirut'un bir sonraki ziyaretinde, elinde yaklaşık 1000 sayfalık bir Photoshop eğitim kitabı olmasıydı. Yazarı kendisiydi. Yıl 1994 ve Photoshop maceram böylece günümüze kadar geldi.

FOTOĞRAF METNE DÖNÜŞTÜ

  • Fotoğrafa bakışınızı da özetlerseniz neler söylemek istersiniz?

Fotoğrafa bakışım oldukça gelişti, ama çok değişmedi, yeni bakış açıları eklendi. Nasıl baktığıma gelince; reklam fotoğrafçılığı, basın fotoğrafçılığı, topoğrafik fotoğraf, belgesel fotoğraf, turizm fotoğrafçılığı, stüdyo ve portre fotoğrafçılığı, daha pek çok... ve fotoğrafla sanat. Benim özelimde türler eksilmedi çoğaldı. Çekim kolaylığı ile yaygınlaşan fotoğraf çok daha fazla üretilmeye ve ana akım medya olsun, sanal medya olsun bir dil gibi, neredeyse yazın, metin gibi kullanılmaya başlandı.

İki bireysel ve pek çok karma sergiye katıldım. Geçmişte Fotoğraf Sanatı Kurumunda (FSK) ve AFSAD’da dersler verdim. Şimdi Ankara'da Fotokolektif oluşumunda İsa Özdemir ile birlikte fotoğraf sanatı ve felsefesi üzerine atölyeler düzenliyoruz.

Değerli okurlarım mesaj ve mailleriniz için teşekkürler. Youtube kanalım açıldı. Lütfen izleyin ve ücretsiz abone olun. Youtube sayfamın linki: https://ww.youtube.com/channel/UCNam_ItCDhcDqXx3pWlZ-Ng