Burdur aynasındaki Türkiye

Harita mühendisi arkadaşım Selahattin Aşkar anlattı. Yakın zaman öncesine kadar bürolarının da bulunduğu il özel idaresi binasında sık sık hırsızlık olayları yaşanması üzerine polise başvurmuşlar. Aldıkları cevap; "Binanın koridorlarına güvenlik kamerası taktırın" olmuş.

Yaşadıkları bu gelişmeyi aktardıktan sonra Selahattin Bey, 1960'ların Burdur'u ile bugünün Burdur'unu güvenlik açısından kıyaslayarak çok çarpıcı bir Türkiye resmini gözler önüne serdi.

"1960'larda Burdur'un nüfusu 17.000 idi. Bir karakol vardı. Beş polis ve sekiz gece bekçisi görevliydi. Bütün Burdurlular kapılarımız açık yatardık. Hırsızlık ve benzeri suçlar yabancısı olduğumuz şeylerdi.

"Bugün ise Burdur'un nüfusu 80 bin yani yaklaşık beş misli artmış. Ama Burdur Emniyetinde yaklaşık 1500 memurun çalıştığını biliyoruz. Çeşitli kurumların istihdam ettiği özel güvenlikçiler de cabası. Buna rağmen Emniyet, Burdur'un güvenliğini sağlayamıyor. Hırsızlıkları önleyemiyor ve kendi güvenliğimizi kendimizin sağlamasını istiyor."

Benzer sözler Anadolu'nun hemen bütün illeri için söylenebilir. Güvenlik açısından 1960'larda da bugün de Hakkari, Tunceli, Ardahan, Kastamonu veya Kırklareli de, Burdur'dan farklı değillerdir.

Ne değişti de 1960'ların güven ortamından 2014'ün suç ortamına geldik.

CEZAEVLERİNDEKİ MAHKÛM SAYISI

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü'nün 2014 yılı raporuna göre Türkiye cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 150 bini aşmış durumda. Gerek oran, gerekse sayı olarak bu bir rekordur. Son dönemde bilindiği üzere AKP iktidarının en büyük icraatlarından biri yeni cezaevleri yapmak olmuştur. Buna rağmen cezaevlerinin mahkum kapasitesi dolmuştur.

AKP iktidarı döneminde Türkiye'nin nüfusu 65 milyondan 75 milyona çıktı. Aynı dönemde işlenen suçlardaki artış oranı ise neredeyse yüzde yüze yakın arttı: Yüzde 91.5. En çok işlenen suçlar hırsızlık, yankesicilik, sahtecilik, uyuşturucu satışı, fuhuş ve dolandırıcılık gibi suçlar...

YURTTAŞLARIN GÜVENİ

1960'larla bugün arasında bu açıdan yapılacak bir karşılaştırma, emperyalist işbirlikçisi sistemin çürümüşlüğünü ve çıkmazını gözler önüne seriyor.

Bir ülkede suçu önlemenin en etkili çaresi, yurttaşların o ülkede yürürlükte olan siyasal, sosyal, ekonomik düzene olan güvenleridir.

1960'ların Türkiye'si, bazı konularda başlamış olan aşınmalara rağmen hâlâ Cumhuriyet Devriminin damgasını taşıyordu. Cumhuriyetin kanunları hala yürürlükteydi. Yurttaşlar arasında etnik kökenine, siyasal düşüncesine veya dini inancına göre farklı muamele, esas olarak söz konusu değildi.

Karakoldaki polis gerçekten polisti. Hakim hakimdi, savcı savcıydı. Cumhuriyet, kısıtlı olanaklarını bütün yurttaşlarına elverdiğince sunmaya çalışıyordu. Bu ne kadar gerçekleşiyordu ayrı mesele ama en azından kanunların uygulandığı ve hak arama yolunun bütün yurttaşlar önünde açık olduğu konusunda bir mutabakat vardı.

İşte yarım yüzyılın ardından bugün olmayanlar bunlardır. Eski Emniyet müdürlerinden Hanefi Avcı'nın "Haliç'te yaşayan Simonlar" kitabında belirttiği gibi artık, "Polis polis değil, hakim hakim değil, savcı savcı değil."

Son yılların sayısız uygulaması göstermiştir ki yurttaşlara yapılan muamele kanunlara göre değildir. Belli bir siyasal düşünceye, toplumsal gruba veya belli bir dinsel inanca ve tarikat örgütlenmesine bağlı olmak; hedef alınmak veya kayırılmak için yeterli neden olabiliyor.

Cumhuriyet Devriminin ürünü olan değerlerin, yasaların ve toplumsal dengelerin alt üst edilmesi, yurttaşların sisteme olan güvenlerini yok etmiştir. Suç patlamasına yol açan en önemli neden budur.

GELİR DAĞILIMINDAKİ BOZULMA

Kamu ekonomisinin yok edilmesi, özelleştirmelerle Cumhuriyetin 70 - 80 yılda yarattığı bütün zenginliklerin bir avuç yandaşa aktarılması, suç patlamasını yaratan bir başka önemli nedendir.

Türkiye, Dünyada gelir dağılımı en fazla bozulmuş olan ülkelerin başında gelmektedir. 2014 verilerine göre toplumun en zengin yüzde 10'u toplam gelirin yüzde 31'ini alırken, en yoksul yüzde 10'u gelirin ancak yüzde ikisini alabilmektedir. Gerçekte bu yüzdeler de bir anlamda yanıltıcıdır. Yüzde 10'luk zengin kesim içinde de yüzde birlik en zengin grup, aslan payını almaktadır.

DEVRİMİN NESNEL ZEMİNİ

Cumhuriyet'e düşmanlık, kamucu ekonomiye düşmanlık; Cumhuriyetin, kendinden önce ülke ve millet çıkarını düşünen birey yetiştiren anlayışına düşmanlık; milleti çözmüş, bireyleri sisteme yabancılaştırmış, ortak duyguları yok etmiş ve birbirinin kuyusunu kazan bir vahşiler toplumu ortaya çıkarmıştır.

Gelir dağılımındaki büyük bozulma ise toplumun en alttaki gelir grubunu umutsuzluğa ve suça yöneltmiştir.

Kısacası sistem çürümüştür ve çıkmazdadır. Ama hiçbir millet, böyle bir tabloya sürgit tahammül etmez. Binlerce yıldır, çağına göre değişerek de olsa bir kanun düzeni içinde yaşayan bizim milletimiz için ise söz konusu bile olmaz.

Sistemimin çürümüşlüğü ve çıkmazı, aynı zaman Devrim için nesnel koşulların olgunlaştığı anlamına gelir.