Devrimin muhasebesi, 'İran’ın siyasal sorunları'

Uluslararası seminerin konusu “İran’ın Siyasal Konuları.” Güncel sorunları irdelemeye çalışıyorlar. Üniversitedeki seminer bağnaz bir havada, “yaşa-varol” edasından uzak. Bir muhasebe çabası görülüyor. 40 yılda nereye geldik, neyi iyi neyi yanlış yaptık soruları dile getiriliyor.

Uluslararası ilişkiler uzmanı rektör Salimi ambargodan yakınıyor. Eleştirileri dikkate alma gereğinin altını çiziyor. Sosyal Bilimler Dekanı sorunların bir dökümünü yapıyor. Bildik şeyler ama çözümler konusunda suskun.
Onur konuğu, eski ulaştırma bakanı olduğunu öğrendiğim Prof. Akhundi konuyu epeyce deşiyor. Sivil toplumun, sivil kurumların zayıflığından yakınıyor. Bu, aslında yakınmanın ötesinde bir denetim ihtiyacının dolaylı dile getirilmesi… Türkiye’de sivil toplumculuğun ne olduğunu bilen okurlar irkilmekte acele etmesin… Sivil toplumcuk var sivil toplum var; İran’ın, üstelik siyasal sorumluluk üstlenmiş siyasilerinin ülkenin eksikliklerini diye getirmeleri kuşkusuz olumlu. Yolsuzluk, kayırmacılık dedikoduların başını alıp gittiği bir toplumda halkın denetimi önemli. Bunların ortaya çıkartılması, üzerine gidilmesi lazım. Prof. Akhundi taşı gediğine koyuyor: “Hukuk devleti olmadan Cumhuriyet’ten söz edilemez.” İslam Cumhuriyeti bu noktaya gelmiş.

Döneme damgasını vuran “yeni merkantilizmi” eleştiren Prof. Akhundi, Devrimin “Özgürlük, Bağımsızlık, İslam Cumhuriyeti” şeklindeki temel sloganını hatırlatıyor. Cumhuriyet’i yeniden tanımlamayı öneriyor, yeni bir toplumsal sözleşme fikrini öne sürüyor. Geçmişle geleceği bağdaştırmayı savunuyor. Öteki İranlı konuşmacılar da İslam Devrimi’nin yıldönümünden çok 2019’un üzerinde yoğunlaşıyorlar.

DEVRİM HEYECANI
Gerilerde kalan Devrim heyecanını yitirmiş, besbelli; insanlar günün sorunlarına çareler arıyorlar. Asya’da Cumhuriyetçilik Bendeniz “Asya’da Cumhuriyetçilik” başlıklı bildiride Dr. Sun Yat Sen’in, M. Kemal Atatürk’ün, Gandi–Nehru ikilisinin, Sovyet Cumhuriyetlerinin ve Asya’nın öteki büyük cumhuriyetçilerinin tecrübelerini özetliyorum. İtalyan Prof. Furlan, sürdürülebilir kalkınmadan örnekler verdiği konuşmasını “Kimse İran’a ambargo koyamaz” sözleri ile bitiriyor. Bir konuşmacı İran’ın yoksullukla mücadelede iyi olduğunu savunuyor ve ekliyor. “Şah kalsaydı acaba durum nece olurdu?”
İran İslam Devrimi’nin Hz.Ali’nin düşüncelerinin doğal bir uzantısı olduğunu, Şeriati’nin fikirlerinin devrimin önünü açtığını savunanlar da çıkıyor.
Salonda kadın-erkek ayrımı yok. Ancak konuşmacılar arasında kadınların sayısının azlığını belirtmek gerekir.

DIŞ GÜÇLER VE İRAN
Ambargo altındaki İran’da ABD’nin gölgesi toplumun üzerine düşüyor. Kızanlar var, kabahati içerde arayanlar var. İran da bizim gibi iki büyük eğilimin arasında gidip geliyor: Muhafazakârların daha anti-emperyalist, reformcuların daha Batıcı göründüğü ikili yapı yıllardır sürüp gidiyor.

Rehber Ali Hameney açıkça ülkenin bir “savaş durumu” içinde olduğunu tespit ediyor. Tehlikenin medyadan geldiğini tespit ediyor. İran’lı dostlara kulak veriyoruz.

Gerçekten de Batıdan kaynaklanan medya yayınları kara propaganda yapıyor, moral bozuyor, şevki kırıyor. İngiltere üzerinden yayın yapan Men o Tur (Sen–Ben) adeta şeytanın sözcülüğünü yapıyor. “Yetti artık, ABD ile pazarlık edelim” fikrini telkin ediyor, “Maduro’dan bize ne, Suriye’de ne işimiz var, Rusya ile neden bu kadar iç iç içeyiz” fikirlerini devreye sokuyor. Tabii bu tür savların ucunun Türkiye’ye dokunması şaşırtıcı değil. Şu açık: Türkiye ile dostluğu muhafazakârlar savunurken, Batıcı aydınlar dudak büküyor.

Aslında medyanın yaptığı, bizim için bildik şeyler. TV'lerin AB sürecinde, Ergenekon operasyonu öncesinde yaptıklarına çok benziyor. 5 Mayıs günkü Aydınlık gazetesinde yayımlanan yabancı Yu Tube haberinin aynısı… Yabancılar yönlendirici haberlerle, programlarla İran’ın direncini kırmaya çamlışıyor. Dikkat çekici bir benzerlik daha var. Medyada bu havayı yayınların bir bölümü eski solcularmış. Orada da eski solcular sıkı laiklik yanlısı olmuşlar.

Liberallerin yıkıcı etkilerinin üniversitelerde de kendini hissettirdiğini anlatıyor dostlar. Kamuculuk zayıflamış, ben-merkezcilik güçlenmiş; bilgilerini paraya tahvil etmeye çalışan hocaların sayısı artıyormuş.

Biz bu filmi daha önce Türkiye’de gördük diyorum sohbet ettiğim dosta… Ve şunu soruyorum: Batının yıkıcı etkilerinden söz ediyorsunuz. Peki, İran’da bir turuncu devrim beklenebilir mi? Başını hayır anlamında iki yana sallıyor.

“Tepkiler, huzursuzluklar olur ama bu bir turuncu devrime dönüşmez. Çünkü geniş halk kitleleri tehdidi görüyor, kötülüğün kaynağını açık seçik tespit ediyor.”

SONUÇ
Yazar akademisyen Yalçın Küçük, İran’la Türkiye’nin tarihsel ve coğrafi açıdan çok benzediğini sık sık belirtir. Ben buna eklemeler yapacağım iznine sığınarak. Güncel sorunlar da benziyor. Türkiye ile İran ikiz kardeş gibi nerdeyse…

Türkiye, özellikle aydınlar, ne yapıp yapıp İran’ı daha yakından tanımaya çalışmalı.

Türkiye ile İran arasındaki ekonomik ilişkiler gelişiyor ama, kültürel ilişkilerin aynı oranda geliştiğini söylemek mümkün değil.

İran İslam Devrimi’nin yıl dönümünde sözün özü şu: 40 yıl önceki heyecan, coşku yerini günlük akışa bırakmış.

Ekonomik sıkıntılar sorunlar yaratıyor ancak birçok kişi ambargonun ABD açısından sürdürülebilir olmadığına da inanıyor.

İran toplumu Devrim’in 40. yılında anti-emperyalist eğilimli muhafazakâr unsurlarla daha liberal-Batıcı eğilimli reformcular arasında sağa-sola yalpalayarak yolunu arıyor.