Milletin Anayasası

Besbelli Anayasa tartışmaları önümüzdeki süreçte gündemde olacak.

En son söyleyeceğimi bir de en başta söylemek isterim:

Büyük Milletler, anayasalarını kendileri yapar.

Türk Milleti de Anayasasını bağımsızlık ve özgürlük savaşının izleğinde temellendirmiştir.

Onun anayasasında “Türk Milleti” adı yer almazsa, o anayasa, Milletin anayasası olmaz.

Anayasamızın ‘değiştirilemez’ maddeleri kurucu irade tarafından, “kanla, irfanla” yazılmıştır..

İlişilemez!

Çünkü halkıyla beraber “bütün- kurucu irade”, seçilmiş iradeden daha önemsiz değildir.

Bunun ötesindeki maddeleri itibariyle kuşkusuz anayasa da yaşamın gerçekliğine göre yenilenebilir.

Yenilenmiştir de...

Uluslararası antlaşmalar bir yana dursun, Anayasamız pratikte de en üst hukuk metnidir.

Gerçekten özgürlük, eşitlik, laiklik ilkeleri sarih, ulusal varlığı baş tacı yapan, ancak evrensel değerleri de içinde taşıyan bir anayasa, statik değil dinamik bir metindir.

Bir yenileme ihtiyacı kendisini dayatırsa, öze dokunmadan bu ihtiyaç; en geniş uzlaşmayla ele alınabilir.

Böyle bir çalışma toplumla birlikte ve titizlikle icra edilmelidir.

Tercüme değil, telif bir iş çıkarmak; bunu gerektirir.

Kuşkusuz, Türk Ulusu’nun, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e, Cumhuriyet’in kuruluşundan demokrasiye geçişe, anayasa deneyimi vardır..

Toplumsal belleğimizde 61 Anayasası gibi çağdaş metinler geliştirecek birikim de vardır...

Öte yandan, “anayasa yapıcılığı”, kendi ülkesinin (anti-emperyalist ve halkçı/milliyetçi) tarihinden ve zamanın ruhundan uzaklaşırsa, ölü doğar, kapsayıcılığa değil yabancılaşmaya yol açar..

Şu geçerlidir: Bireysel haklar toplumsal haklar, özel / kamusal alan dengeliliği içinde, bireyin özgürlüğü için adeta ulusun özgürlüğü feda edilemez, bağımsızlıktan asla ödün verilemez.

Aksi halde, toplumsallığı bireyciliğe ezdiren, kozmopolit liberalliği etnik ayrımcılıkla eşleştiren bir düşünce yapısının hafif-meşrepliği ortaya çıkar.

Tarihten, toplumdan, dünyanın ve Türkiye’nin gerçeklerinden “koparak” demokrasi tahkim edilemez.

Anayasa, bireysel ve toplumsal haklar, kamusal görev ve sorumluluklar kavramları bir yana,

bağımsızlık, bütünlük, özgürlük, toplumsallık diğer yanda olmak üzere; elbette,

bu kavram kümelerini birbirine ezdirmemeli tam tersine dengeli bir metin olarak belirmelidir.

Öte yandan, Anayasanın kendi milletine söz-verimleri olduğu kadar, dünyaya da söyleyecek sözü olmak gerekir:

Anayasa’nın bir sahibi, bir ruhu olmak gerekir...

Bizim Anayasamızın sahibi de Türk Ulusudur.

Türk Milleti; “kanla irfanla” bağımsızlık ve özgürlük destanını yazan, binlerce yıllık uygarlığın mirasçısı olan bir ulustur.

Ulus olmanın alternatifiyse, parçalanmak, emperyalist tasarımlara kul-köle olmaktır.

Balkan coğrafyasında milliyetçiliği en son kavramış olmamızın yol açtığı artçı depremleri, Cumhuriyet’in kuruluşunda onca gayrete karşılık milli bir burjuvazi sınıfının reflekslerinden yoksunluğun neden olduğu maliyetleri,

Nihayet 20. Yüzyıl bitiminde Yeşil Kuşak ve BOP gibi projelerle ulus-devletimizin hedef alınmasıyla ödediğimiz bedelleri unutmamalıyız..

Günümüzde de, bu “tasarımların” tortuları vardır.

Dahası, kimi çevrelerce, bölgemiz ve topraklarımız, “kent-devletlerine” bölünmek isteniyor olabilir.

“Kimliksizleştirme” bunun en temel maymuncuğudur.

Bu koşullarda ve çevrimde iki kere iki dört edercesine, her kökenden insanımızla, ulus-devletimize sahip çıkarak varlığımızı sürdürmemiz mümkündür.

Milletin anayasası Türk Milletiyle birlikte değerlidir.

“Türk Milleti” tanımını en anlamlı olarak Atatürk yapmıştır: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir”. (*)

Evet, büyük Milletlerin kendi adlarıyla anılan Anayasası olur ve bunu kendileri yapar!

(*): Atatürk (18.09.1931 tarihli notu) “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler”. Afet İnan. 1931. İstanbul.