Milliyetçilikten sonra ne gelir?

“Paris’in çanları” başlıklı yazımda Emmanuel Macron’un Paris’teki Mütareke Günü anmasında yaptığı konuşmaya değinmiş, “Yurtseverlik kavramını milliyetçiliğin alternatifi olarak kullanması emperyalizmin gelecek yıllardaki yönelimi hakkında bize ipuçları veriyor” demiştim.

Gerçekten de, Macron’un konuşması bu bakımdan semboliktir. Tüm dünyada ucu sosyalizm arayışına varan milliyetçi hareketler, Batı bloku tarafından küreselleşmenin önünde bir engel, aktif bir tehdit olarak görülmekte, buna karşı açık bir pozisyon alınmaktadır.

BATININ TERİMLERİ EYLEMLERİNİN KILIFIDIR

Yurtseverlik ve milliyetçilik kavramları tartışması temellerini (ABD siyaseti dışında) Batı’nın kanlı tarihinde buluyor. Yakın tarihin cinayet şebekesi Naziler, “Milliyetçi Sosyalist” adını kullanıyordu. Onlarla savaşan ulusal güçler ise düşmanlarına benzetilmemek için kendilerine “yurtsever” demeyi uygun görüyorlardı. Yurtseverlik ve milliyetçilik arasındaki fark anlatılırken sık sık, Charles De Gaulle’e atfedilen şu sözlere gönderme yapılır: “Yurtseverlik kendi halkını sevmektir, milliyetçilik ise başka halklardan nefret etmek.”

Ancak aynı De Gaulle’ün 5 Mart 1959 tarihli şu konuşmasından hiç dem vurulmaz:

“Sarı Fransızların, siyah Fransızların olması iyidir. Bu, Fransa’nın bütün ırklara açık olduğunu gösterir. Fakat bunların küçük bir azınlık olarak kalması gerekir. Aksi taktirde Fransa, Fransa olmaktan çıkar.”

Çünkü, Batı siyaseti açısından ideolojinin ismi değil işlevi önemlidir. Nitekim, De Gaulle’de görülmesi gereken, sözleri değil, örneğin, Paris’te 17 Ekim 1961 akşamı, tek talepleri Cezayir ile barış olan iki yüz sivili öldürtmüş olmasıdır. Emperyalist Fransa’nın çıkarları için işlenen cinayetler, göz alıcı bir söylemle maskelenmelidir. Tıpkı bugün Libya’dan Suriye’ye kadar her tür kirli işe karışmış siyasetçilerin bizlere milliyetçiliğin ne kadar fena bir şey olduğunu anlatmaları gibi.

BUGÜNÜN MİLLİYETÇİLİĞİNİ ANLAMAK

Milliyetçiliğin -özellikle de yanına sosyalizm gelince- bir faşizm çağrışımı yapmasını yadırgamamak lazım. Sonuçta, aşırı uçlar tarafından sıkça istismar edilmiş terimlerden söz ediyoruz. Ancak bugün, liberalizme direnişte kritik bir rol olan milliyetçiliği doğru kavrayabilmek için, olabildiğince sade tanımlarla bu endişeyi aşmamız gerekiyor.

Milliyetçiliği ilkin, bir milletin hayatta kalma refleksi olarak tanımlayabiliriz. İkinci olarak milliyetçilik, milletin ekonomik ve kültürel açıdan yükselmesini arzu etmektir. Barış ve refah dönemlerini de kapsayan bu çaba, aslında birinci işlevin de garantisidir. Çünkü tehlike anında hayatta kalmayı sağlayan milli direncin bir numaralı dinamosu bu ortak yaşam şuurudur. Bağımsız bir devletin topraklarında, onurlu bir yaşam inşa etmenin tadını alan insanlar, tehlike anında onu korumanın gerekliliğini de doğal bir eğilim olarak geliştirirler.

BİZİM MİLLİYETÇİLİĞİMİZ BİZİM DEVRİMCLİĞİMİZ

Denilebilir ki milli devletin olduğu her yerde millet ve milletin olduğu her yerde de milliyetçilik vardır. Küreselleşme taraftarlarının, merkezinde “ulusal devlet” olan bir kavramı bu denli şeytanlaştırmasına şaşırmamak gerekir. Batılılar isimlere takılmazlar, giydikleri ideolojik kılıflardan tek beklentileri, emperyalist hedefler açısından işlevsel olmalarıdır. Doğudan bekledikleri ise onların seçimlerine itaat etmesi, “zararlı” idelojilerden uzak durmasıdır. Bugünün tehlikeli sözcüğü milliyetçiliktir; çünkü liberal hegemonyanın önündeki ideolojik tahkimat bu noktada oluşmaktadır ve sosyalizmle birleşme ihtimali çok yüksektir.

Bizler ise fikirlere batının bize uygun gördüğü gözlüklerden değil, kendi çerçevemizden bakmak zorundayız. Çünkü her toplumun kolektif şuuru kendi tarihi ile şekillenir. Bu açıdan, bizim tarihimizle Batı tarihi arasına kalın bir çizgi çekmemiz gerekir. Asyalı bir halk olan Türklerin tarihinde kölelik kurumu olmadığı gibi, sistematik ırkçılık ve soykırım da yoktur. Bizde milliyetçilik, en önce antiemperyalist bir uyanış kavgasının, bir bağımsızlık direnişinin silahıdır.

Çağdaş ulusal devletimiz ise kan veya din ekseninde değil, yurttaşlık temelinde kurulmuştur. Atatürkçülüğün ikinci ilkesi milliyetçiliktir ve son derece açık, pozitif bir anlamı vardır: Ulusal devlete yurttaşlık bağı ile bağlı olan her kökenden ve her inançtan insan Türk milletinin eşit bir üyesidir. Dolayısı ile bizim milliyetçiliğimizin kapısı faşizme değil, altıncı ilkemiz olan devrimciliğe açılmaktadır.