NATO ve medeniyet

CHP’nin Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı Namık Tan, 26 Aralık günü TBMM Dışişleri Komisyonu Toplantısında CHP temsilcilerinin İsveç’in NATO’ya katılım protokolüne ‘Evet’ oyu kullanmalarının gerekçesini açıklamış.
Buna göre, CHP’lilerin tavrının altında Atatürk’ün çağdaş, demokratik ve laik bir ülke ve toplum modeline olan sıkı bağlılıkları yatıyormuş. Açıklamada, hükümetin dış politikadaki tutarsızlığını eleştiriyormuş gibi yaparken gerçekte NATO’ya yeterince sadık olunmadığı, Batı’ya eklemlenmek dışındaki seçeneklerin “Türkiye’yi çağdaş uygarlığın dışına götürmek” anlamına geldiği iddia ediliyor.

Batılı ülkelerden geleceği bilinen emperyalist tahakküm dayatmalarına karşı açıklamanın satır aralarına sıkıştırılan birkaç “onurlu duruş” vaadi, NATO’nun varoluş nedenini ortadan kaldırmıyor. Uğur Mumcu’nun ifadesiyle söylersek, bu örgüt, ABD’nin askeri müdahaleler için kullandığı bir savaş örgütüdür ve Türkiye derhal NATO’dan çıkmalıdır. Nerede Uğur Mumcu’nun duruşu nerede CHP yönetimi!

Hükümetin NATO’nun tehditkâr genişlemesi karşısında tutarsız davrandığı ve Amerikan saldırganlığını teşvik etmekle sonuçlanacak bir hareket tarzına sahip olduğu ortada.

Bunun nedenlerini ve eleştirisini Aydınlık okurları gayet iyi biliyorlar. Öte yandan CHP yetkililerinin Batıcılıklarını Atatürkçülük ve medeniyet kavramları üzerinden meşrulaştırmaya çalışması da en az AK Parti hükümetininki kadar geçersiz.
Medeniyet Medine ilinde oturma, Medineli olma, Medinelilik yani şehirlilik anlamından türüyor. Latince kökenli civilization sözcüğü de son tahlilde bir yerde oturmaya, yerleşikliğe dolayısıyla şehirli olmaya gönderme yapıyor. İsmet Zeki Eyüboğlu’nun Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü’ne göre, kavramın Türkçe karşılığı olan uygarlık sözcüğü de, bir yere yerleşerek oraya uyma durumuna gönderme yapıyor.
Tarihte medeniyetleri ayırt eden vasıf, şehir kurmayı mümkün ve gerekli kılan ticaret ağının varlığı sayesinde ekonomik refahın belirli bölgelerde öbeklenmesidir. Ekonomik gücün toplandığı şehirler, siyasal gücün belirli ellerde yoğunlaşması sayesinde devletin kurulmasını mümkün kılarlar. Bollaşan ekonomik kaynakların toplumsal sınıflar arasında belirli bir hukuk çerçevesinde dağıtılmasının getirdiği ferahlama, toplumsal ilişkilere barış, hoşgörü ve huzur olarak yansır. Bilimsel yenilikler ve sanatsal yaratıcılığın açığa çıkmasıyla gelen kültürel zenginleşme bu ekonomik, siyasal ve toplumsal çerçevenin sağladığı atmosferde mümkün hale gelir.
Bugün dünyanın ekonomik odağının Pasifik coğrafyasına kaydığını bilmeyen kaldı mı? Bu ekonomik refah öbeklenmesinin kaçınılmaz olarak siyasal, toplumsal ve kültürel sonuçlar üreteceğini anlamamak bizim siyasi seçkinlerimize özgü bir öngörüsüzlüktür. Medeniyet merkezinin değişmekte olduğu bir döneme girdik. Modern dünyanın eski medeniyet merkezi halini almış olan Batılı toplumlar, insanlığa uyuşturucu kültüründen eşcinselliğe, tüketim toplumu değerlerinden emperyalist saldırganlığa kadar ancak kendi yıkımının yansımalarını sunabiliyorlar. Buna karşılık yükselen Asya medeniyetini tanıdığımız söylenemez.
Osmanlı aydınları 19. Yüzyılda Batı karşısında geride kaldığımızı anladıktan sonra hayranlık, aşağılık kompleksi ve toptan reddiye gibi tutumlar arasında savrulmuş ama bir türlü karşısındaki medeniyeti ekonomik, siyasal, felsefi ve sosyolojik bütünlüğü içinde anlamayı başaramamıştı. Bugün de Batı dışındaki dünyayı Amerikan ideolojik hegemonyasının ürünü olan kavram ve kuramlar çerçevesinden bakarak “anladığını” zannedenler, dünyanın geri kalanı hakkında bilir bilmez yargılarda bulunuyorlar. Geçmişte nasıl Avrupa’yı tanımayı başaramadıysalar, bugün de Asya’yı tanımıyor, neden tanımaları gerektiğini anlamıyorlar.
Bir medeniyetler arası geçiş dönemindeyiz. Şunu anlıyoruz: CHP yönetiminin Atatürkçülükle NATO savunuculuğunu aynı cümleye sıkıştırabilmesi Batıcılıklarını Atatürk üzerinden meşrulaştırma çabasıdır. Ancak gerçeklerle taban tabana zıt olan bu söylemlere prim veren CHP’nin samimi Atatürkçü tabanını anlamak mümkün değil.