Şiirin Yurt Çekimi-3: Şair: Gülhane Parkı’nda bir ceviz ağacı!

“Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,

ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,

budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.”

NAZIM HİKMET

>> ULAŞILDIKÇA ULAŞILAMAYAN VATAN SEVGİSİ!

> Büyük Türk Şairi Nazım Hikmet derin vatan sevgisini, dayanılamaz memleket hasretini bakın nasıl yüceltiyor:  “Şairi cennete koymuşlar / ‘Ah, memleketim!’ demiş.” Şu dururluğa, derinliğe, Türkçenin yalın gücüne bakar mısınız?

“Ben, bir insan,

ben, Türk şairi Nazım Hikmet ben,

tepeden tırnağa iman,

tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben...”

>> KENDİNİ PEYGAMBER YERİNE KOYAN ŞAİRLER!

> Yunus Emre diyor ki: “Kendini peygamber yerine koyan hocalar / Bu halkın başına zahmetli oldu.” Bugün bu ifadeyi rahatlıkla şairler için kullanabiliriz. Küreselci Emperyalizm, vatansızlık cereyanına kapılıp “Şiirin Yurt Çekimi”nden kopardığı şairi bir şekilde “onurlandırmak” gönlünü yapmak ister. Onu kontrolde tutmak için bir nevi “rüşvet” gereklidir. Küreselci siyasetin “sanat cinleri” bizim şairi yoldan çıkarıp “Peygamber” mertebesine oturtarak, kendi toprağına yabancılaştırıyor. Giderek ülkenin milli çıkarlarına karşıt konuma oturtuyor. O artık, anlaşılmaz sığlıkta, mucizesi acze dönüşmüş “sözler” üreten, fakat uluslar arası ödüllerle şişirilen bir balondur. 

> Genç şair ise bu amansız kışkırtıcı ortamda, “kerimelerini” üretmeye, Batıcı medyasının açtığı yolda yaymaya girişir. Bu söz dizimlerinde, insan sorunsalına değgin bir şeyler beklemeyin. Çünkü o kendini köhne toplumun çok üstünde, bir bakıma “ermiş” olarak görür. Yine yenilginin açtığı bir yara olacak, iflah olmaz bir ün duygusuyla dolup taşar. “Ben de varım,” demek ister, “Beni niçin fark etmiyorsunuz,” diye yakınır. Peygamber Şair, seçilenler arasına girmek için medya Tanrısı tarafından fark edilmeyi sabırla bekler. Çoğu gizemli bir ruhla süzülüp dolaşır orada burada. Tam bir özgüven yitimine uğrar.

>> >> AVRUPA MALI AT GÖZLÜĞÜ

> Geriye dönüp baktığımda, yurtsever Türk sanatçısının, köklerinden bu denli kolay kopuşunun nedenini görebiliyorum. Küresel cazibeye kapılan şair iflah olmaz çelişki havuzunda yüzer. Ölümcül hastalığın beyne sıçrama emarelerinden birkaçını sayalım. 1. Şair hem halkını sevdiğini söyler, hem ona güvenmez. 2. Hem devrimci olduğunu söyler hem de Türk milletinin devrimle kazandığı bağımsızlığının simgesi Türk bayrağına, milli duygularına soğuk bakar. 3. Hem yurtsever olduğunu söyler hem de Türkiye’nin parçalanışını seyreder. 4. Hem Türk dilini sevdiğini söyleyip hem de o dili yaratan milletin derin tarihine yabancı kalır, vb.

> Avrupalı “solcu”, bizim “solcu”yu “kafakol”a almış, ona kendi imalatı at gözlüklerini takmış. Bizimki sağını, solunu görmüyor, arkasına da dönüp bakamıyor. Sadece Batıyı görüyor, ona şartlanmış, dünyayı bundan ibaret sanıyor. Bizim “solcu” başına takılı bu at gözlüğüyle uçağa biniyor, havaalanında karşılanıyor. Bir kürsü gösterip çık konuş diyorlar: Konuşma yaptığı kürsüye başındaki at gözlüğüyle çıkıyor. Aferin alıyor. Avrupalı aydın, Türkiye’nin bölünmesi konusunda bizim “solcu”yu kafalamış görünüyor. Türk düşmanlığı yaparsan, adamlar seni yere göğe koymuyorlar, yok eğer Türkiye’ye sahip çıkıyorsan seni adamdan saymıyorlar. O zaman sen fanatiksin, milliyetçi faşistsin!

>> ULUSAL SİMGELERİ RET

> Elli yıllık değerli arkadaşım Feridun’la (Andaç) yıllar önce Paris’in bütün büyük kitapçılarını gezip, Türk yazarlarının, şairlerinin kitaplarını heyecanla aradık. Ama boşuna. Nâzım Hikmet’i, Orhan Kemal’i, Yaşar Kemal’i, Sait Faik’i, Melih Cevdet’i, Aziz Nesin’i vb hiçbirinin tek kitabına bu raflarda rastlayamadık. Bu yazarların Avrupa dillerine çevrildiğini, yayınlandığını biliyoruz. Sadece Gallimard’da Orhan Pamuk’un kitaplarına rastladık. İlginç değil mi? Meşhur Gallimard’ın yöneticisine sorduk, “Türk yazarlarının, şairlerinin kitapları niçin yok,” diye. Adam, Fransız okurunda bu yazarlara hiçbir ilgi olmadığını söylediğinde, şaşırmıştık.

> Türk “solcu” şairi, yıllar boyu ulusal simgeleri ret etti. Doğu mitolojisini, Asya imgelerini bayağı buldu görmezden geldi. Onları kullanmayı sağcılık saydı. Bu alanı ve bu olanakları “milliyetçi”, sağcı, muhafazakâr çevrelere bıraktı. Kendi köklerini yadsıdı. Kendi köklerine sahip çıkmayı, kendi tarihiyle ilgilenmeyi “ırkçılık” sandı. Bunları yaparken bir solcu sosyalist olarak tarihsel materyalizmi aklına bile getirmedi. Avrupalı solcu, Marksist aydın kendi köklerini Grek uygarlığına dek indirmeye çabalarken bizim solcu, Orta Asya, Bozkurt Efsaneleri, Ergenekon, Dedem Korkut,  Bilge Kağan, Göktürk, Uygur vb sözcükleri ağzına almaktan çekiniyor. Niçin böyle yapıyor?

> Her yıl Temmuz ayında Sivas Katliamını protesto eden büyük bir yürüyüş ve miting yapılır. On binlerce gencin, allı pullu geçişini izlersiniz. CHP’den, SHP’den Devsol’a, Alevi Derneklerinden sendikalara kadar pek çok örgüt, kurum, kuruluş burada yerini almıştır. İlk anda tek ortak yanları göze çarpıyordur, hiçbiri Türk bayrağı taşımıyor. Yürek sızlatan bir durum. Böyle, bu gidişle nereye varacağız? Birden bu grupların ikinci ortak yanları aklıma geldi: Hepsi de “onurlu ya da onursuz” AB’ye umut bağlamıştı. Sivas Katliamını tezgâhlayan Batı gericileri kurtarıcı sanılıyordu. Bir şair için budan daha büyük bir yanılma, bir gaflet olabilir mi? Bu kafadan, bu yürekten yurtsever bir söz dizesi çıkabilir mi?

>> ŞAİRİN VÜCUDU VATAN TOPRAĞINDANDIR

> Niçin Fransız Şairi Luis Aragon “kanımda akan renkler” diye Fransa’nın bayrağının renkleriyle övünür de, bizim “solcu şair”imiz mazlum Türkiye’nin ay yıldızlı devrim bayrağının altında durmaktan neredeyse kaçınır? Niçin Batı şairleri şiirlerinde, kendi halklarının inançlarını, Hıristiyan motiflerini rahatlıkla kullanırken, bizim “solcu” şairimiz Müslüman, muhafazakâr halkının değerlerini, inançlarını dile getirmeyi solculuğuna yakıştıramaz.

> Türk şiirinin yurtseverlik çekimi, vatan damarı o kadar güçlüdür ki, gerek halk / âşık şiirimiz,

gerekse devrimler boyunca ortaya çıkan büyük şairlerimiz bu gerçeği ortaya koyarlar. Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Nazım Hikmet vb toplumcu Türk şairleri vatan aşkının en güçlü şiirlerini yazmışlardır. Sürgünlerde ölen Namık Kemal bu özlemi şöyle dile getiriyor: “Vücûdun kim hamîr-i mâyesi hâk-i vatandandır / Ne gam râh-ı vatanda hâk olursa cevr ü mihnetten.” (Vücudumun hamuru, mayası vatan toprağıdır, o nedenle vatan yolunda acı ve sıkıntıdan üzüntü duyulmaz. Nazım Hikmet de yurdundan uzakta (sürgünde), memleket özlemini, o güçlü yurt çekimiyle bakın nasıl dile getiriyor:

“Memleketim, memleketim, memleketim,

ne kasketim kaldı senin ora işi,

ne yollarını taşımış ayakkabım,

son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,

Şile bezindendi.

Sen şimdi yalnız saçımın akında,

       enfarkında yüreğimin,

       alnımın çizgilerindesin memleketim,

memleketim,

memleketim…”