Şiirin Yurt Çekimi – 4: Bir hilâlin doğurduğu güneşler!

Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et;

Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.

MEHMET EMİN YURDAKUL

 > Türkiye’nin 70 yıllık Amerikan boyunduruğundan kurtulamayışının önemli nedenlerinden biri de Türk şairinin bu egemenlik saldırısı karşısında millici görevini yeterince yerine getirememesinde aranmalıdır. Tarih boyunca halk hareketlerinde, yurt savunmalarında, devrim ataklarında şairler en ateşli alanlarda toplumsal özgürlük için kendilerini yakmışlardır. O nedenle Nazım Hikmet “Ben yanmasam, sen yanmasan / Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa!” diye haykırıyordu.

> Yunus da yüzlerce yıldan beri “Hiç kendi kendine kaynar mı kazan / Çevre yanın ateş eylemeyince,” derken, şairlere düşen aynı yakıcı mesajı başka bir boyutta iletmektedir. Kitlelerin kanını kaynatacak, milleti ayağa kaldıracak ateşin sahibi şairlerdir. O nedenle elinde ateşi taşıyan şairler zulüm görmüş, edebiyat ortamı, “söz oyuncağıyla, kumda oynayan" şaire bırakılmıştır. Toplumsal mücadeleyi küçümseyen, fakat tarafsızlığı kutsayan bu tür şairler öne çıkarılıp, yüceltilmek suretiyle gerçek şiire darbe vurulmuş, şiir tarihsel görevinin dışına itilmiştir.

> Yüzyıllarca Divan edebiyatı sultasından kurtulamayan Türk şiiri, halk şiirine, âşık şiirine dayalı kökleriyle filizlenip devrim dalgalarıyla birlikte kendi benliğini bulmuştur. Türk devriminin yükselme yılları, Türk şiirinin de yükselme yıllarıdır: 1. Meşrutiyet devrimi (1876) Namık Kemal, II. Meşrutiyet devrimi (1908) Tevfik Fikret, Cumhuriyet Devrimi (1920)  ise, Nazım Hikmet ve Mehmet Akif’le simgelenmiştir. Türkiye’nin Amerikan boyunduruğuna sokulduğu süreçte (1940-45 ve devamı) vatansever, toplumcu şiir ezilmek istenmiş, ortaya çıkan batı taklitçisi şiir akımları baş tacı edilmiştir. Şairin moda akımlarla toplumcu milli sesi kısılmış, “Şairleri haykırmayan milletler öksüzdür!” hikmetini haklı çıkaran alacakaranlık bir süreç yaşanmıştır.

>> YURT ÇEKiMİNDEN KOPAN, ANLAMIN DA ÇEKİMİNDEN KOPAR

> Attila İlhan: “Birinci Yeni (Garip) İnönü Diktası’nın şiiridir, İkinci Yeni ise Menderes Diktası”nın! Birinci Yeni (Garip) ‘Sıcak’ Savaş yıllarının şiiriydi, İkinci Yeni ‘Soğuk’ Savaş yıllarının! Üstelik özel nedenlerden, Türkiye’de ‘soğuk’ savaş ‘katmerli’ idi.” Attila İlhan bu toplusal kaçkınlık için şöyle devam ediyor: “İkinci Yeni anlamı gerekli görmez, ‘rastlantısallıkla’ yetinir. Dahası sanatı toplumsal işlevinden çekip alır.” Böylece akım, on yıllarca “Soğuk Savaş”çıların işine gelir ve desteğini alır.

> Asım Bezirci aynı görüşte: “Bilenler bilir, dikta dönemlerine vergi bir kaçış, şiiridir bu, yozlaşmanın, aydın evcilliğinin baş belirtisidir. Kesin davranışlarla kesilip atılacak bir ur. Menderes baskısının beslediği bu uru, biliyorsunuz, 27 Mayıs ameliyatı kesip attı.” Ardından edebi sanat arayışları adına alttan alta gizemci, anlaşılmaz, hayattan kopuk, hiçbir sorumluluk üstlenmeyen, “karmaşık değil, karma karışık”, anlamsızlığın erdem sayıldığı bir şiirde ısrar edenler oldu.

>> ŞİİRİN BÜYÜSÜ TÜRKÇENİN YURT ÇEKİMİNDEDİR

> Şiir, maddi dünyanın “büyülü” bir yansımasıdır. Şiir hem büyülü, düşsel hem de gerçek olabilen bir varlık. Gücünü, gerçekliğin içinden çıkardığı büyüden alıyor. Gerçeklik nedir? Bunu yanıtlamalıyız. İkincisi, büyüye nasıl ulaşılır? Bunun da cevabını vermemiz gerekir. Şiirin kendi şairini büyülemesi yetmez. Şiirin okuyan, algılayan üstünde sarsıcı bir etki bırakması gerek. Büyüsel olan, sözün gücünden doğar. Türk şiirinin söz gücü, Türkçenin köklü dil gücüdür. Sözün gücü, şiir tarihi boyunca temele insanı, insanın erdemlerini, acılarını koyar. O gerçeklikte kendini vatan sevgisiyle, yurt çekimiyle kanıtlar. Şair ruhunu ayakta tutan bu derin yurt çekimidir!

> Aynı sanatsal çabanın Türk devriminin bütün aşamalarında ortaya çıktığını görürüz. Türk şairi savaş meydanlarında ayaktadır. Çanakkale Direnişinde, Sakarya Meydan Savaşında cepheye giden edebiyatçılar, şairler yazıları, şiirleriyle Vatan Savaşına destek olmuşlardır.

Mehmet Akif Çanakkale’den Sakarya’ya haykırarak koşuyordu. Amaç devrimci ruhu diri tutmak ve Batının İstanbul merkezli psikolojik savaşına meydan okumaktır. Nazım Hikmet, arkadaşı Vala Nurettin ile Kuvayı Milliye’ye katılmak için Ankara’dadır. Nazım 1920 yılında Anadolu gençlerini Kuvayi Milliye’ye çağıran şiirler yazdı. Mehmet Emin Yurdakul arkadaşı Samih Rifat ile İnönü muharebe meydanında Mehmetçiğe şiirler okumaktadır. Mehmet Emin Yurdakul’un “Aydın Kızları” şiiri, Samih Rifat’ın “İnönü Kapılarında” şiirleri cephede yazılmıştır.

>> BÜYÜK SİYASET GÜNLERİNE HAZIRLIK

> Son elli yıllık olayları “yaşayıp gördükten sonra” hangi noktada duruyoruz? Bugünkü Ordu 12 Mart, 12 Eylülleri yapan ordu mu? Türk Silahlı Kuvvetleri, yakın tarihten esaslı dersler almıştır ve bu derslerin bedeli ağır olmuştur. Örneğin, Türk subayının büyük çoğunluğu bugün, Eşref Bitlis Paşa’nın hangi güç tarafından şehit edildiğini adı gibi bilmektedir ve ulusal tehdidin nereden kaynaklandığının bilincindedir. Ve büyük siyaset günlerine hazırlanmaktadır.

> Ayrıca Türk Ordusu’nun bildiğini, devrimci Türk aydını da, eğer devrim diye bir hedefi varsa bilmek, öğrenmek zorundadır. Türk şairi, artık duygusal, bireyci, benmerkezci davranışları bir kenara bırakıp, gerçek bir “bilimsel sosyalist” gibi davranmalıdır. Türkiye’nin bağımsızlığı için ölümü göze alanların kimseye küsme, sırt dönme lüksü yoktur. Nazım kendisini hapislerde süründürdü diye, hiç Türk devletine, Türk milletine sırtını döndü mü?

> ABD Kongresi’nin 1957’de “Ortadoğu’da Barışı ve İstikrarı Koruma” başlığı altında Eisenhower Doktrini olarak anılan bir karar alıyor. Başbakan Adnan Menderes, bu projede görev üstleniyor: “Çünkü, istikrar ve milletlerin istiklali gayesini güden Batı Devletlerinin siyaseti bakımından Türkiye, bu bölgede büyük ehemmiyet arz etmekte ve bu bakımdan gerekli vasıfları haiz bulunmaktadır.” Batı devletlerinin siyaseti çerçevesinde Türkiye’ye rol biçen ABD bugün, Türk milletinin büyük umudunu, adına Altılı Masa dedikleri ihanet masasında harcarken nice şairin nasıl da kolayca tuzağa düştüklerini görmek insanı üzüyor.

>> BİR HİLÂLİN DOĞURDUĞU GÜNEŞLER!

> İnsan hayata, yaşama sevinciyle tutunur, bağlanır ve bu enerjiyle yetkinleşir. Yaşama sevinci körelen insan ve toplumlar yok olup gider. Yurt sevgisi yaşama sevincinin maddesidir. O madde vatan maddesidir.  Bu anlayıştan büyük şairimiz Akif, Çanakkale cephelerine gidip, “Bir hilal uğruna ya Rap, ne güneşler batıyor” diye haykırıyordu. Bugün de Yükselen Asya ile, milletimize zaferi müjdeleyen Namık Kemaller, Tevfik Fikretler, Mehmet Akifler, Nazım Hikmetler çağındayız. Maddesini bulan muştudan kuşkunuz olmasın.

> Asya Çağında Türk gençliği de, Türk şairi de Gelibolu göklerinde ışıldayan hilâlin doğurduğu ölümsüz güneşler gibi parlayacaktır. O hilâl, Türk milletinin göklerdeki ölümsüz şiiridir. Gerektiği anda bütün güneşler onun uğrunda yeniden batmaya hazırdır.

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

MEHMET AKİF