Tahran Zirvesi sonrası fitneler

Tahran Zirvesi’nden çıkan sonuç bildirgesi ve Zirve liderlerinin deklarasyonunda (ecnebi bir tabir değildir, yüzde 100 yerli ve mahallidir); ABD’nin Suriye’den çekilmesi, çaldığı petrolü sahibi olan Suriye’ye iade etmesi, terör örgütlerine verdiği desteği rafa kaldırması ve terör örgütlerine karşı terör örgütlerini kullanma oyunundan vazgeçmesi talep edildi. Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duyulması ve Suriye üzerinde özerk, bağımsız veya başka tür yapıların kabul edilmemesi hususu vurgulandı. İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları kınandı. İsrail’in 1967’de işgal ettiği zengin su kaynaklarıyla maruf, stratejik önemdeki Golan Bölgesinin Suriye’ye ait olduğu bir kez daha tescillendi. İlk kez Suriyeli mültecilerin keyfince tahsis edilen her yere değil geldikleri memleketlerine, evlerine geri dönmesi gerektiği ifade edildi. Bu konular dışında kalanlar önemli ama teferruattır.

ZİRVENİN YARATTIĞI SARSINTILAR

Bu hususlar birçok bedeni sarstı. Operasyon odaklı ve amaçlı Batı medyası Zirvenin üç liderini kapak yaparak “diktatörlerin buluşması” başlıkları attı. Yunanistan, nüfuzlu çevreler ve borazanları ABD ve Kongresini üç liderin birlikteliğini arz eden görüntüyü paylaşarak, “Bu fotoğraf açık bir tehdittir.” propagandasını başlattı. İsrail, ABD ve Kongreye baskı uyguluyor. Erdoğan’ın Fırat’ın batısını Esad, İran ve Rusya’ya terk ettiğini, Fırat’ın doğusuna operasyon yapacağını ve bunu önlemek için tüm imkanlarını seferber etmesi gerektiğini telkin ediyor. Oyun bozanlığını Şam’a füze saldırıları yaparak sürdürüyor. Tahran Zirvesinden çıkan İsrail’i kınama ve Golan Bölgesini iade etme kararına meydan okuyor.

Batıya sığınmış, ruhlarını iblisi müstevlinin hizmetine sunmuş vatansız ve milletsizler Zirveyi karalamak için yoğun bir efor harcıyor. (Efor kelimesi de yüzde 100 yerli ve mahallidir.) Açıktan tavır alamayanlar Zirvede hangi çelişkileri kullanabilirim, hangi dehlizlerden girer ve barajda bir delik açarım çalışması yaptı, yapıyor. “Erdoğan Putin’i bekletti. İntikamını aldı. Üç lider farklı çözümler sundu. Suriye’de operasyon isteyen Erdoğan’ı Rusya ve İran uyardı. Rusya ve İran’a rağmen Erdoğan Suriye’ye dalacak. Aynı gün Tahran’a gelen Suriye Dışişleri Bakanı Mikdat’tan Türkiye’ye ağır eleştiriler.” yazıları ve benzeri propagandalar arşa ulaştı.

Bardağın sadece boş kısmına odaklanan zihniyetler... Rusya, İran ve Esad’ı hedef alan haberler... Hükümete yakın veya “bağımsız” medyada, “Suriye ordusu YPG/PKK’nın işgal ettiği bölgelere asker gönderiyor. Ağır silahlar taşıyor. Bu bölgelerde Esad rejim kuvvetleri YPG/PKK ile birlikte hareket ediyor.” gibi külliyen algı operasyonuna giren son dakika haberleri... Kendi toprağında, başında Esad’ın olduğu BM, Türkiye ve tüm dünya ülkeleri tarafından resmi veya meşru devlet olarak kabul edilen Suriye Arap Cumhuriyeti’nin bayrağı ve askerinin YPG/PKK bayrakları, sembolleri ve varlıkları yerine Türkiye hududuna gelmesi birçok kesimin bedenini sarsmaktadır. Daha temkinli yaklaşıp “Bu zirvede yeni olan tek şey sadece İsrail konusuydu. Erdoğan, Esad ile buluşmaz, barışmaz.” diyerek Zirveyi ve Ankara-Şam ilişkilerini baltalayan açıklamalar ve köşe yazıları… Türkçe, Arapça ve İngilizce yayımlanan algı operasyonları…

ARZULANAN BATIL VE ŞER

Buna mukabil Erdoğan’ın Tahran Zirvesi deklarasyonuna imzasını atmış ve birçok kesimi şaşırtmış olmasına rağmen Suriye sahasında;

“İhvan-ı Sünnistan ideolojisinden uzaklaşmadığı, Yeni Osmanlı projesinden vazgeçmediği ve Suriye’de Türkiye’ye bağlı veya gelecekte ilhak edeceği 82. vilayetler oluşturma arzusunda olduğu, güvenli bölgeler, 1 milyon mülteci için yerleşim bölgeleri ve bazı yetkililerin “Buraları Osmanlı-Türk toprağıydı.” açıklamaları bu tamahlara örnek teşkil ettiği,

Suriye’deki askeri varlığı sayesinde Rusya ve ABD’den tavizler koparmak için fırsatçılık (oportünizm) yaptığı ve bu iki kutbun mücadelesi ve çelişkilerine yatırım yaptığı,

Esad ile şahsi sebeplerden mütevellit, 11 yıl boyunca kullanılan dilin yarattığı tahribat ama özellikle Suriye olayların başından itibaren destek verdiği, koruyup kolladığı Suriyeli ve ecnebi binlerce savaşçı ve on binlerce aile efradı ve taraftarlarının hiddeti ve düşmanlığını kazanma ihtimali sebebiyle barışamayacağı,

Suriye’de de savaşın son bulması ve mültecilerin evlerine dönmesi gibi bir kaygı taşımadığı, Suriye sahası ve mültecileri ajandasına uygun suiistimal ettiği ve bu iki unsuru içte ve dışta sopa olarak kullandığı ve istismar ettiği” fikriyatı işlenmektedir.

Bu neşriyat Hz. Ali’nin, “Söylenen haktır, doğrudur; ama bununla arzulanan batıldır, şerdir.” sözüne uygun düşmektedir. Zira birçok yazımızda ve programlarımızda anlatmaya çalıştığımız tercihlerle mecburiyetlerin mücadelesi ihmal edilmektedir. Bu denklem farklı sistemlerde işleyen tüm devletler ve varlıklar için geçerlidir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Vatan ve Millet, Egemenlik ve Bağımsız Devlet hazır yemeniz için altın tepside sunulan çikolata değildir. Savaşarak, şehitler vererek, mücadele ederek kazanılır ve korunur. Bunlara kast edenlerin tercihleri ortaya koyduğunuz irade, direniş ve kararlılık mecburiyetleriyle sınanır. Hukuk, siyaset, ekonomi maalesef askeri güce uşaklık eder. Tarih silahsız korunan cennet bahçelerine henüz şahitlik etmedi.

DOSTLARI ARTTIRACAK ANKARA-ŞAM EKSENİ

Erdoğan ve iktidarına katkı yapanların hangi tercihler için sulta yapıldıkları üzerine onlarca makale yazdık. Aynı cephede yer alanların kanlı bıçaklı kavgalarının neden hasıl olduğunu onlarca yazımızda değerlendirdik. Bu süreçte Erdoğan’ın mecburiyetleri ile tercihleri arasındaki kavgasına, Sultan Abdulhamit misali uluslararası çelişkilere yatırım yaparak, dengeleri kollayarak, tarafları kendi çıkarlarına, iktidarını pekiştirmek için kullandığına dikkat çektik. Sultan Abdulhamit misali Erdoğan’ı kendi safına çekmek, cephesinde görmek ve en mümkün mertebe saltanatından istifade etmek için ecnebi devletlerin mücadelesine tanık olduk. Bunun idrakinde olan Sultanın bu durumu kendi lehine bir fırsat olarak gördüğünü ve faydalanmak istediğini yazdık. Ancak son merhalede bu politikaların yarardan ziyade kendisine ve saltanatına zarar verdiğini tarih tescil etti.

Erdoğan iktidarında benzer durumlar yaşandı ve yaşanmaktadır. ABD, AB ve NATO cephesinden, Sünnistan Müslüman Birliğine, Sünnistan-Kürdistan’a, Moskova, Çin, BRICS, Şanghay cephesinden ‘Değerli Yalnızlık’ yelpazesine şahit olduk. Erdoğan iktidarı bunun meyvelerini de aldı. Ama ve lakin bu politikalar dünyanın bu koşullarında orta ve uzun vadede dostların sayısını arttırmaz aksine düşmanları çoğaltır. Devletler ve insan, niyet ile nasip arasında bir çizgide yaşar. Niyet salih, nasip hayırlı ise zinde kalır, dostlarınız fazla, düşmanlarınız az olur. Türkiye’nin nasibine önce yakın komşularıyla salih niyette olması düşer. Dostluğa ve dayanışmaya adım atıldığında ortaya çıkacak sinerjinin verdiği huzur ve tadı müthiş olur. Ankara-Şam ilişkilerini bu sebeple önemsiyoruz. Ankara-Şam Cephesi ağır sıklet merkezi ve kuvvetli bir cazibedir. Dünyadaki tüm başkentleri size saygı duymaya mecbur kılar. 2000-2011 Suriye-Türkiye münasebetleri bu iddiamızı tecrübeyle sabit kılmıştır. Aksi durumlar, Şam ile kavgalar manen ve madden felaketin habercisidir.

SADDAM’DAN ÇIKAN DERS

Bölgemizde Irak eski devlet başkanı Saddam Hüseyin, Baba Esad ile en kanlı mücadeleyi yapmış olan, galiz küfürlerle, en aşağılık mezhepçi söylemlerle, mahreme giren hakaretlerle saldırmış kişiydi. Genelde iki devlet, özelde iki lider arasında bu savaş takriben çeyrek asır sürdü. Bu düşmanlık okullarında özel derslerle işlendi. Kaldı ki her iki ülke Arabi idi. Her iki devlet kurucuları aynı olan BAAS (Yeniden Diriliş Arabi Sosyalist Partisi) tarafından yönetiliyordu. İki kadim ve Arabi devlet Mısır-Suriye misali tek devlet olacaktı. Saddam sürgündeyken önce Kahire sonra Şam’da saklanmıştı. Birçoğunuz belki ilk kez öğrenecek, laik, BAAS’çı Saddam, Suriye’de siyasi ve askeri faaliyet gösteren, devlet tarafından terör örgütü olarak kabul edilen İhvan-ı Müslimin örgütüne ev sahipliği yaptı. Silah, para ve istihbarat desteği verdi. Suriye sahasında birçok terör faaliyetini organize etti. “Sünni” Şeyh Hanedanlıkların, ABD’nin, Batının gazına geldi “Şii” İran’a savaş açtı. Suriye’den sığınan İhvan-ı Müslimin Örgütüne, İran’dan Irak’a sığınan Halkın Mücahitleri Örgütüne ev sahipliği yaptı.

Şam ve Tahran’ı yıkmak için tüm araçları ve düşman kuvvetleri mubah kabul etti. İran savaşında aldatıldığını, ihanete uğradığını, oyuna getirildiğini söyledi. Şeyh Hanedanlıklarının üzerine yürüdü. Kuveyt’i işgal etti. Suudi’ye füze saldırıları yaptı. Kükredi tehdit etti. İsrail’e, ABD’ye, Batı’ya rest çekti. Şam, Saddam’ı uyarmıştı. Gelen tehlikeyi görmüştü. Irak üzerinden tüm bölge ülkeleri için hazırlanan planı deşifre etmişti. Saddam üzerinden coğrafyamızın yaşayacağı felaketleri okumuştu. Geç de olsa Saddam’ında sarhoşluktan sonra aklı başına gelmişti. Şam’a heyetler gönderdi. Çeyrek asır sonra iki ülke konuşmaya başladı. Saddam ve Baba Esad buluşmadı, öpüşmedi. Ancak devlet aklı ve çıkarı, vatan ve millet huzuru ve menfaati için iki devlet masaya oturdu. Ekonomik ilişkiler yeniden canlandı. Irak petrolü Suriye üzerinden satıldı. İki ordu ve istihbaratın güçlü işbirliği yapması, Bağdat’ın Tahran ile barışması zamana bırakıldı.

DEVLET AKLI DEVREYE GİRMELİ

Saddam’ın iktidarından nemalanan, kuvvetliyken el pençe duran kulları, düştüğünde buharlaşan çevresi, işbirlikçiler, kindarlar, devlet yönetmeye liyakatli olmayan sülük takımı bu zaruriyeti hep öteledi. Ölümcül bir hataydı. Bu hatanın bedelini sadece Saddam ödemedi. Irak mezhep ve etnik savaşlarla paramparça oldu. Erdoğan-Esad barışır barışmaz, konuşur konuşmaz, kucaklaşır kucaklaşmaz, bu mesele talidir. Asıl mesele Devlet aklının devreye girmesi ve tarihin ölümcül hatalarından ders alınmasıdır. Asıl mesele Türkiye’nin kurucu Lideri Mustafa Kemal’in kıymetli, ivedi ve tarihi sorumluluk olarak gördüğü Ankara-Şam Cephesini yeniden inşa etmektir. Bunu kimin yaptığı ve başardığı da talidir. Buna kimin çomak soktuğu ve olmaması için her türlü kılığa giren bedenlerin ve zihniyetlerin şoka uğratılması elzemdir.