Üstüne bayrak asılan evler

Anadolu’nun küçük illerinden birindeki bir dağ köyünde oturan oğlu cephede olan bir anne, uzaklardaki bir askeri jipin köylerine doğru geldiğini görür.

Olası bir acı haberden kaçmak için hemen karşı komşusunun evine sığınır.

Jip tahmin ettiği gibi evinin tam önünde durur…

Acı haber tez gelir derler ya…

Onunki de öyle olur…

***

Yıllar önce bu haberi gündelik gazetelerimizin birinin iç sayfalarında pek göze çarpmayan bir yerlerinde okumuştum.

Uzun bir süre aklımdan hiç çıkmadı…

Sonrasında ders verdiğim üniversitenin sinema öğrencilerine “savaşı göstermeden savaşın acılarının nasıl anlatılabileceğine” ilişkin bu tek sütunluk haberi örnek gösterdim...

Bir savaşın acısı, ana yüreğine düşen bir evlat acısından daha öte nasıl anlatılır ki…

Bir düşünün… Oğlu cephede olan bir ana, bir baba, sevgili, eş, evlat, ya da kardeş, dost, akraba… Bir günün 24 saatini nasıl geçirirler?

Gözleri, kulakları ve de yürekleri günün her bir saatinde ekrandan verilen haberlerde… Ekrana düşecek resimlerde… Bu bir gün, bir saat değil, aylar süren bir süreç... Kendi yazgılarını yaşarken, oğul ya da eşlerinin de yazgılarına her saat, her dakika, her saniye ortak olmak...

Bir ana yüreğinin saflığıyla karşı komşuya sığınsanız da...

Şehitlik her bir Türk çocuğunun madalya gibi yüreğin tam orta yerinde kalır kuşkusuz… Elbette şehit anası, şehit babası ya da şehit eşi ile çocukları olmak kutsaldır bu coğrafyada… Bunun aksini söylemek mümkün değil…

Ancak; şehit kardeşlerimizin evlerine asılan o devasa bayraklarla da ne acının ne de yoksulluğun üstünü örtmek mümkün değil...

Düşen ateş, yalnızca düştüğü yeri değil hepimizi yakıyor...