26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Genelkurmay'ı zabıt katibi mi yönetiyor?

Mehmet Bedri Gültekin

Mehmet Bedri Gültekin

Eski Yazar

A+ A-

Genelkurmay Başkanlığının, Ergenekon Mahkemesi'nin17 Eylül 2011 tarihili ara kararıyla istediği irtica ile mücadeleye ilişkin belgeleri, Mahkeme'nin Zabıt Katibi'nin telefonda söylediği; "O ara karar sehven alınmış, göndermenize gerek yok" sözü üzerine göndermediği ortaya çıktı.

Bu akıl almaz gerçeği, Genelkurmay'dan Mahkeme'ye gelen 17 Ekim 2011 tarihli cevap yazısından öğreniyoruz.

13. Ağır Ceza Mahkemesi gelen cevabı zabıtlara, "Genelkurmay talebimize olumsuz yanıt verdi" diye geçiriyor.

Yani tahrifat yapıyor, suç işliyor.

Bir yandan Zabıt Katibi'ne 'Karar sehven alındı, belge göndermenize gerek yok' diye söyletiyor, öte yandan, 'Genelkurmay belge göndermedi' diye zabıtlara yazdırıyor.

Yüz defa çökmesi gereken dava

Genelkurmay'ın cevabi yazısının ortaya çıkması üzerine, birçok kişi, "davanın hukuki yönden çöktüğü" değerlendirmesini yaptı.

Bu kaçıncı "hukuki yönden çöküş?" Bu ifadeleri kullananlar, Ergenekon, Balyoz vb. davalarda Cumhuriyet hukukunun "h"si varmış gibi konuşuyorlar.

Hâlâ "hukuki yönden çöküş"ten bahsedenlerin, şu sorulara da verecekleri bir cevaplarının olması gerekir:

Tek bir somut suç kanıtına dayanmadan ABD'nin, AKP'nin ve F Tipi Cemaat'in hedef aldığı TSK ve İP yöneticileri ile aydınları yıllardır hapiste tutmak hangi "hukuk"un gereğidir?

Ceza davalarında savcı iddiasını ispatla yükümlüdür. Ergenekon davalarında tam tersi oldu. Savcılar kanıtsız iddialarını ortaya koydular, sanıklar suçsuz olduklarını kanıtladılar. Buna rağmen verilen ağır hapis cezaları hangi hukukla açıklanmaktadır?

Sanıklar, bir tertip merkezi tarafından sağa dola silah gömüldüğünü, evlere CD, uyuşturucu yerleştirildiğini, bilgisayarlara, telefonlara suç unsuru belge, materyal yüklendiğini defalarca kanıtladılar. Bütün bunların hiç dikkate alınmaması nasıl bir "hukuk"tur?

Bir insan, hem sanık, ham tanık, hem de gizli tanık olur mu?

Peki 'Tanık Osman Yıldırım ile Gizli Tanık Osman Yıldırım'ın söyledikleri birbirini doğruluyor. Öyleyse sanıkların suç işledikleri kanıtlanmıştır' diye mütalaa yazan savcılar hangi "hukuk"a göre hareket ettiler.

"Osmanım"ın bütün söylediklerinin yalan olduğu kanıtlandı. Danıştay cinayeti davasında beraber yargılandığı bütün diğer sanıklar yalan söylediğini belirttiler. Bunları hiç dikkate almayan Mahkemenin uyguladığı "hukuk"un adı nedir?

Gizli tanıkların ve sanıkların aleyhine konuşan diğer tanıkların bütün söylediklerinin yalan olduğu kanıtlandı. Buna rağmen bu ifadelere itibar ederek karar varan mahkeme nasıl bir "hukuk"a göre hareket etti?

Son elli yılda Türkiye'de açılmış olan bütün siyasi ve çete davalarının dosyalarını toplayarak 120 milyon sayfalık bir dava dosyası oluşturmak gerçeği aramak mıdır?

Peki, Mahkeme'nin savunma yapmak üzere salonda bulunan sanığa önce gün verip, verilen iki saatlik aradan sonra "artık savunma yapmaya gerek kalmadı" deyip karar için tarih belirlemesine ne demeli?

İddialarla doğrudan ilgili ve sanıklar tarafından mahkemede hazır bulundurulan tanıkları dinlemeyen bir mahkeme olabilir mi?

Bir yandan milyonlarca belgeyi "kanıt" diye toplayacaksınız, diğer yandan bu "kanıt"larla ilgili olarak sanık ve avukatlarına söz vermeyeceksiniz! Hangi "hukuk"tur bu? Vb. vb.

Bu şekilde yüzlerce soru sorabiliriz. Bu sorulardan her birinin cevabı "hukuki" açıdan bu davayı çökertir. Ama Ergenekon yargılamalarında bütün bunların bir önemi olmadı.

Tertip Merkezi, emrindeki basın-yayın organları aracılığıyla, daha en başından verilmiş olan karar doğrultusunda bir kampanya yürüttü. Ve sonunda, en başından verilmiş olan kararı açıkladı. Bunun adına da "yargılama" dedi.

Genelkurmay'a emir veren zabıt katibi

Onun için son gelişmeyle birlikte asıl tartışılması gereken, "hukuk" değildir.

Ama çok önemli bir gerçek ortaya çıktı.

Nasıl oluyor da Genelkurmay Başkanlığı gibi bir kurum, önünde mahkemenin gönderdiği ara karar yazılı olarak duruyorken, Zabıt Katibi'nin telefonu üzerine o kararı yok sayabiliyor?

Genelkurmay'ın adli müşavirliğindeki "hukukçular", bir mahkemenin almış olduğu kararın, bir zabıt katibinin telefonu üzerine yok sayılmayacağını bilmiyorlar mı?

Ve zabıt katibinin telefonu üzerine Mahkemenin talebine cevap vermediklerini yazmanın suç olduğunu bilmezler mi?

En büyük otorite

Genelkurmay'ın cevabı, Ergenekon Tertibi ile birlikte Türkiye'nin yaşadığı süreci bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur.

Ergenekon tertibini yapan "Merkez", Türkiye'deki en üstün otoritedir ve bütün yasaların üzerindedir.

Öylesine üzerindedir ki, tertibin ürünü olan Mahkeme'nin Zabıt Katibi'nin şifahi bildirimi, Mahkemenin kararından üstün görülebilmiştir.

Tertip Merkezi kanunların öylesine üzerindedir ki, bir telefon Genelkurmay Adli Müşavirliğindeki "hukukçulara" bütün hukuk bilgilerini unutturabilmiştir.

Genelkurmay Adli Müşavirliği, açılan telefonun arkasında Tertip Merkezi'nin iradesi olduğunu bildiği için kanunsuzluğa boyun eğmiştir.

İşte Ergenekon davası gerçeği budur.