21 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Asla kullanamadığımız NATO'daki veto hakkımız

Türk yöneticiler sık sık NATO'da eşit üyelik, oy ve söz hakkına sahip olduğumuzu iddia etse de, kritik dönemeçlerde bu sözde veto hakkını hiçbir zaman kullanamadığımız görülüyor

Asla kullanamadığımız NATO'daki veto hakkımız
A+ A-
TEVFİK KADAN

Türkiye'nin NATO'dan çıkmasıyla ilgili yürütülen tartışmalarda 'karar vericilerin' ana argümanı daima 'veto hakkı' olmuştur. NATO'da eşit üyelik, oy ve söz hakkına sahip olduğumuzu ileri sürenler, 'veto hakkı' sayesinde NATO'yu yönlendirebildiğimizi, hak ve menfaatlerimiz dışındaki tüm faaliyetleri durdurabildiğimizi iddia etmiştir. Halbuki 70 yıllık NATO üyelik sürecimiz dikkatle incelendiğinde, hemen hemen hiçbir kritik dönemeçte veto hakkının kullanılamadığı görülecektir. NATO'da görev yapmış asker ve diplomatlar dinlendiğinde, “ABD ve İngiltere'nin NATO kararlarında önemli bir ağırlığa sahip olduğu” ortaya çıkmaktadır. Bunun nedeni açıktır:

Türkiye'nin elinde NATO kararlarını veto etme yetkisi bulunmakla birlikte, NATO ve ABD'nin elinde ekonomik ve siyasal içerikli daha fazla ve daha etkin baskı araçları yer almaktadır.

YUNANİSTAN'IN DÖNÜŞÜ

Veto hakkı ile çıkarlarımızı savunamadığımızı gösteren ilk büyük vaka; 'Rogers Planı'dır. Kıbrıs Barış Harekatı'nın ardından NATO'nun askeri kanadından ayrılan Yunanistan, 1977 Haziranı'nda ittifakın askeri kanadı ile tekrar bağ kurmak istemiştir. Türkiye ise bu talebi veto etmiş ve Ege'deki komuta kontrol statüsünün 74 öncesinden farklı olarak Türkiye ile Yunanistan arasında bölüşülmesini istemiştir. Demirel'in direnişine rağmen ABD, Kenan Evren ile engelleri kaldırmayı başarmıştır. 19 Şubat 1980'deki MGK toplantısında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Türkiye'nin 1974'te koyduğu ve Ege Denizi'nde hava sahasını sınırlayan Mor Hat'tın (714 sayılı NOTAM ile ilan edilen coğrafi hat) tek taraflı olarak kaldırıldığını bildirmiştir. Bu konu, Dışişleri Bakanlığı ile koordine edilmemiş ve bu ödün hiçbir karşılık alınmadan Atina'ya verilmiştir.

12 Eylül 1980 darbesinin ardından ise, 17 Ekim 1980'de Ankara'ya gelen NATO Başkomutanı Orgeneral Rogers, bu kez 'asker sözüyle' Kenan Evren'i 'ikna etmiş' ve 20 Ekim'de Yunanistan'ın dönüşü onaylanmıştır. Rogers tarafından sunulan ve Askeri Komite'de onaylanmış olan SHAPE belgesi incelendiğinde, Yunanistan'ın Ege'de iddia ettiği haklarından hiçbir taviz vermediği, aksine o iddiaları teyit ettiği görülecektir.

LİMNİ MUTABAKATI

Veto hakkımızı kullanamadığımız bir diğer örnek ise Limni adasının NATO savunma planlarına dahil edilmesi tartışmalarında yaşanmıştır. ABD, savaş durumunda Atlantik ötesinden gelecek takviye kuvvetleri için Limni adasını harekât merkezlerinden birisi olarak belirlemiş, Türkiye ise bu konuyu veto etmiştir. Yunanistan ise kimyasal silahlar ile ilgili bir NATO kararına Mayıs 1986'da rezerv koyarak, bu rezervi kaldırmak için Türkiye'nin Limni konusundaki vetosunu kaldırmasını şart koşmuştur. Bu süreçte ABD yönetimi ve NATO yetkilileri, bir kez daha Yunanistan yerine Türkiye'yi ikna etmeyi denemişlerdir. Fakat ABD, Türkiye'nin ayak diremesi sonucunda başka bir yol izleyerek, Yunanistan'la bir kriz anında ABD uçaklarının Limni'yi kullanmalarına izin veren ikili bir mutabakat muhtırası imzalayarak, Yunanistan'ın kimyasal silahlar konusundaki rezervini geri çekmesini sağlamıştır. Böylece ABD, Türkiye'nin direndiği ve NATO çerçevesinde veto yetkisi olan bir konuda, kendi menfaatine sorunu çözümlemiştir.

RASMUSSEN VE BALTIK PLANI

Veto yetkisinin anlamsız kaldığı daha güncel olaylar da yaşanmıştır. Örneğin 2009 yılında ABD, PKK’ya destek verdiği bilinen Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olmasını istemiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise buna karşı çıkmıştır. Fakat bir şekilde Türkiye 'ikna edilmiş', Rasmussen de Genel Sekreterlik koltuğuna oturtulmuştur.

Ya da 2019 yılında Türkiye, NATO'nun hayati gördüğü Baltık Planı'nı onaylamak için YPG'nin terör örgütü olarak tanınmasını şart koşmuştur. 7 aylık bir direnişin ardından Türkiye geri adım atmış ve NATO'nun Polonya ve Baltık Planı devreye alınmıştır.

Son olarak İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine karşı Ankara tarafından başta gösterilen sert tepkinin de sonucu belli omayan bir mutabakat ile ortadan kaldırılması, Türkiye'nin hem NATO içinde hem de uluslarası arenada sözünün ağırlığını azaltmıştır.

ALTERNATİF MEKANİZMA

NATO'da görev yapmış olan asker ve diplomatlar ile görüşüldüğünde; ABD ve İngiltere'nin NATO kararlarında önemli bir ağırlığa sahip olduğu, NATO karargâhlarında Amerika ve İngiltere gibi ülkelerin subaylarının daha fazla sayıda görev yaptığı, NATO'nun bölgesel komutanlıkları haricinde bütün büyük karargâhların ABD'li subaylar tarafından yönetildiği anlaşılmaktadır.

Yunan Albay Papadimitriou bile, görevden ayrılış yazısında, Amerikalı ve İngiliz subayların diğer ülkelerin subayları ile koordine etmeden yapmış oldukları faaliyetlerden duyduğu rahatsızlığı açıkça ifade etmektedir.

Uzmanlar, ABD ve NATO'nun daima Türkiye'nin veto hakkı bertaraf edecek alternatif yollar bulabildiğini, yada darbe dahil olmak üzere ekonomik ve siyasi tüm baskı araçlarını devreye sokabildiğini belirtmektedir.

Nitekim Türkiye'nin ikna edilemeyeceğini düşündüğü noktalarda ABD, Uluslararası Koalisyon gibi alternatif mekanizmalarla sınırımızda terör örgütüne 50 bin tır dolusu silah gönderebilmeyi başarmıştır.

‘NATO’DA TÜRKLERİ BİR ŞEKİLDE İKNA EDERİZ ÖN KABULÜ VARDIR’

Dinçer Bayer imzalı “Türk-Yunan İlişkilerinde NATO'nun Tutumu ve Bunun Türkiye-NATO İlişkilerine Yansımaları” adlı doktora çalışmasında, NATO'da görev yapmış 8 Türk subay ile mülakata yer verilmiştir. Türk subayların izlenimleri, NATO'nun çalışma prensipleri hakkında önemli ipuçları vermektedir.

  • AA'ya göre, Batı'da, Yunan medeniyetinin ve Hristiyanlığın etkisi ile Yunanlara karşı bir sempati vardır. Türklere ise önyargılı yaklaşılmaktadır. Ayrıca, Ermeni iddialarının da NATO'da görevli Türk subaylarının ve diplomatlarının saygınlığı üzerinde olumsuz bir etkisi vardır. NATO organlarında, kişisel ilişkilerde, Türklere karşı hep mesafeli davranılır. NATO’da, Türkleri nasıl olsa bir şekilde ikna edebiliriz, ancak Yunanları ikna edemeyiz ön kabulü vardır. NATO'da çalışan farklı milletlerden personel arasındaki kişisel ilişkiler, sorunlu konularda önemli rol oynamaktadır. NATO'nun gayri resmi mekanizmalarının en önünde gelen bu kişisel ilişkilerde Yunanlar, Türklere nazaran avantajlı bir durumda bulunmaktadır.
  • BA, Napoli'deki görevi süresince, aynı şubede görevli olan Yunan albay ile mücadele ve çekişme içerisinde olduğunu, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların bir şekilde şubeye de yansımış olduğunu ifade etmekte, İngiliz şube müdürü ile bir diğer İngiliz albayın önyargılı davranışları nedeniyle zorluk yaşadığını anlatmaktadır. BA, Yunanistan'ın kültürel olarak diğer NATO ülkelerinin subaylarına daha yakın olduğunu ve bir Haçlı Seferi'nin halen devam etmekte olduğunu NATO görevi esnasında anladığını ve Türkiye'nin NATO'da üvey evlat olduğunu belirtmektedir.
  • CA, 1991-1994 yıllarında Napoli'de 3 yıl süresince Yunan subaylarla çok yakın çalıştığını, başlangıçta, Yunanlara sevgi ve dostlukla yaklaştığını, ancak tersini gördüğünü, o zaman görev yapan Yunan subayların, Türklere nefret derecesinde bir önyargı ile yaklaştığını ifade etmektedir. Bir Batılı için de Yunan medeniyeti ve din bağlamında bir Yunan, bir Türk'e göre bir adım öndedir.
  • DA'ya göre, genel olarak NATO'da Yunanistan her zaman kollanmıştır. İkna edici gerekçeler ile NATO'da yetkililerin karşısına çıksanız, onlar yine de hep Türkiye'nin taviz vermesini beklemişlerdir. Türkiye, politikalarında çok istikrarlı olamazken, Yunanistan, kendi milli menfaatlerini her zaman NATO'nun menfaatlerinin önüne koymuştur. Bu tutum, Türk ve Yunan subayların NATO karargâh faaliyetlerine de yansımıştır.
  • EA'ya göre, NATO, Türk-Yunan çekişmesine kendi menfaatinden bakmakta, sorunun devam etmesinden rahatsızlık duymamaktadır. Başta ABD olmak üzere pek çok NATO ülkesi, Türkiye ile Yunanistan arasındaki çekişmeden faydalanmaktadır.
  • FA'ya göre, Yunanistan, antik çağdan beri Batılıların, özellikle Hristiyan dininden olanların ve Avrupa ülkelerindeki düşünürlerin saygı duyduğu bir yerdir. Batılı düşünürler edebi olarak da hep Yunan medeniyetini öne çıkararak, Yunanistan'ın Batı'daki imajını güçlendirmiştir. NATO, bazen Türkiye'nin yanında görünmeyi tercih etmiş, ancak somut olarak hep Yunanistan'ın yanında yer almıştır.
  • GA'ya göre, Yunanistan şark meselesinde Batı'nın ileri karakolu olmuştur. ABD, Yunanistan'a da, İsrail'e baktığı gibi yerleşik akıl ile yaklaşmaktadır. Bu yerleşik akılda, din ve Yunan kültürünün Batı'daki etkisi de rol oynamaktadır.
  • HA'ya göre, Batılıların Türklere ayrı bir kültürel ve sosyopolitik yaklaşımları vardır. ABD içindeki güçlü Rum lobisinin etkisiyle, ABD'nin, zaman zaman Türk-Yunan sorunlarında taraf tutmuş olduğu açıktır.
NATO ABD PKK veto hakkı