05 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Doğan Kuban:Atatürkçü bir bilge

Doğan Kuban:Atatürkçü bir bilge
A+ A-
Feyziye Özberk

Doğan Kuban, 82 yaşındayken bana şöyle demişti: 'Cumhuriyet’in yetiştirdiği bir adamım ve memleketimde okudum. Cumhuriyet bizi milliyetçi ve idealist kişiler olarak yetiştirdi. Ben bu ülkenin lisesinde, üniversitesinde okudum ve kendi alanımda dünya çapında bir adam oldum. Yurt dışında hiç okumadım, hocalık ettim. Cumhuriyet bizleri çok iyi yetiştirdi. Atatürk yaşıyordu. İnancımız sınırsızdı. Bizi Ankara milliyetçi yaptı'

Prof. Dr. Doğan Kuban'ı 22 Eylül 2021 günü yitirdik. O, ülkemiz mimarlık tarihinin ilk öğretim üyesiydi. Mimarlıktan tarihe, felsefeye ve edebiyata değin birçok alana ilgi duyan bir aydınlanmacıydı, Atatürkçüydü. Uzmanlığı, Türk ve İslam mimarlık tarihi, sanat tarihi, kent tarihiydi. Yetkilileri uyaran yazılarıyla ve koruma planlarıyla da tarihi çevrenin korunmasında öncü bir görev yaptı.

Beş yıl, 1978–83, Ağa Han Ödülü yönetim kurulunda görev yaptı. En başta Anadolu kentleri olmak üzere, İslâm ülkelerinin şehirlerini ve ünlü anıtlarını gördü, inceledi. Hindistan’dan Orta Asya’ya oradan Çin’e, Endonezya’ya… Dört başı mamur görsel ve kuramsal bir birikime ulaştı. Türkiye’de yetişmiş bir bilim insanı olmasına karşın, dünya sanatı üzerine pek çok deneyimi, birikimi oldu. Ömrü bu alanda, dünyanın pek çok ülkesinde inceleme yaparak, seminer, konferans, ders vererek, kitap ve makale yazarak geçti.

Doğan Kuban'la 16 Haziran 2008’de, İstanbul Anadoluhisarı’ndaki muhteşem Boğaz manzaralı evinde görüşmüştüm. İlk izlenimim; güzel konuşan, iyimser, hoşgörülü, alçakgönüllü, nazik ve anlayışlı bir bilim insanı olmasıydı. O gün, acı-tatlı bir ömürden bilgece damıtılmış anılarını, düşüncelerini anlattı. Onlardan bir kısmını, düşüncelerine öncelik vererek, bu yazıda aktarmak istiyorum:

PARASIZ OLMAK

“Ben genelde şanslı bir adamım. Önce Türk, İslâm ve dünya tarihinin önemli bir dönüşüm çağında yaşadım. Liseden başlayarak kafama koyduğum programı mutlu ve oldukça sağlıklı koşullar içinde gerçekleştirdim. Mutlu bir aile yaşamım oldu. Mutluluğumda, parasız olmamın büyük rolü olduğuna inanırım. Parasız olmak, daha alçakgönüllü olmayı, çok çalışmayı gerektirdi. En önemlisi de herkesle eşit olmayı öğretti, şımarık bir adam olmadım. Ömrümce kimseyi horlamadım.

“Hastalık ve ölümler bunu değiştirmedi. Çünkü yaşamın zaten onlarla tamamlandığını kabul ediyorum. Düşüncelerimi kâğıtlara döktüm. Hâlâ da döküyorum. Kitaplarımla ve kitaplarla mutlu oluyorum.

“82 yaşına geldim. Benim yaşamımda gerçekten övündüğüm bir şey var: Cumhuriyet’in yetiştirdiği bir adamım ve memleketimde okudum. Cumhuriyet bizi milliyetçi ve idealist kişiler olarak yetiştirdi. Ben bu ülkenin lisesinde, üniversitesinde okudum ve kendi alanımda dünya çapında bir adam oldum. Yurtdışında hiç okumadım, hocalık ettim. Cumhuriyet bizleri çok iyi yetiştirdi. Ülke konusunda bilinçlenmeye liseye geçtikten sonra başladım. Atatürk yaşıyordu. İnancımız sınırsızdı. Ankara kenti bir Cumhuriyet okuluydu ve ben Cumhuriyet’in ne olduğunu orada öğrendim. Bizi Ankara milliyetçi yaptı. Bizim öğrencilerimiz arasında da çok iyi yetişenler oldu. Şunu unutmayalım: Cumhuriyet’in 1933’teki nüfusu bugünkü öğrenci sayısının yarısıydı.”

CUMHURİYET’İN AYDINLIĞI

“Cumhuriyet dediğimiz süreci ben üçe ayırıyorum: Birincisi Atatürk’ün ölümüyle bitti, asıl Cumhuriyet o yıllarda yaşanandı: Kurtuluş Savaşı ve devrimler… İkinci dönem savaş yılları ve sonrası, biz ülke olarak ayakta durmaya çalıştık, ben lise öğrencisiydim, harbe hazırlık için beş ay askerlik yaptım. Üçüncü dönem: Amerikan egemenliği… 1945’te Amerikan hegemonyası başladı. Amerika kendine göre dünyayı ‘kurtardı’ ve her şeyiyle dünya egemenliğini kurdu dolarını altın yerine geçirdi. Bütün dünya bunun belasını çekiyor. Demokrat Parti’yle birlikte de hep Amerikan uyumlu iktidarlarca yönetildik. 57 yıldır Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’i parçalamaya çalışan yönetimler iş başında. Bu çabanın arkasında Amerika ve Avrupa var.”

KUBAN AİLESİ

Doğan Kuban, babasının eğitim gördüğü Paris’te, 8 Nisan 1926’da dünyaya geliyor. 1931-32’de babasının ataşemiliter olarak bulunduğu Berlin’de bir yıl anaokuluna devam ediyor. 1932’de İstanbul Davutpaşa’da ilkokula başlıyor. İkinci sınıfı Beşiktaş’ta, üçüncü sınıfı Elazığ’da, dördüncü ve beşinci sınıfları Eğridir’de, altıncı sınıfı Denizli’de okuyor.

Doğan Kuban’ın yaşamında önemli rolü olan kişilerden biri; o doğmadan önce annesi, babası tarafından Sarıkamış’ta evlat edinilen Zühre’dir. Zühre, annesi ve babası Ermeniler tarafından katledilmiş bir Azeri ya da Kürt kızıdır. Doğan ve kardeşi Yıldırım Kuban’ı, Azerbaycan-Kafkas masalları anlatan Zühre büyütüyor. Doğan Kuban onu sevgi ve minnetle anıyor.

“Sekiz yaşımdan beri yazıyorum; vapurda, otobüste her yerde yazarım. Babam Rusça, Almanca, Fransızca bilen, kitaba, okumaya çok değer veren, Avrupa’da okumuş bir adamdı. Kuşkusuz bana model olmuştur. Kitaplığımızda bir sürü yabancı dilde kitap ve lügat vardı. Bizim evde harita ve tarih çok önemliydi. Annem de öğretmen olmak üzere eğitim almış, Avrupa görmüş bir kadındı. Akşam yemeklerinden sonra bize kitap ya da Mehmet Akif’ten, Tevfik Fikret’ten şiirler okurdu. Annem şiiri çok severdi. Babam, Türkiye’de ne çıkarsa ister Elazığ’da ister Eğridir’de olalım getirtirdi. Çocukluğumda bunların çoğunu okumuşumdur. Bana hep kitap armağan edilirdi. Babam Çerkez, Kafkasya’dan gelmişiz ama benim tek kimliğim var: Türk. Türkçe konuşuyorum, burada bu tarihin içinde büyüdüm.”

Yurt sevgisi, Türk olmak, bundan onur duymak -nedense bazı entelektüeller, bunu ırkçılık gibi ele alırlar- Kuban ise, “Bence dünyayı Türkçe algılayan, Türkçe anlatandır Türk” diyor.

İLK TREN YOLCULUĞU VE SİNEMA

Yarbay olan Bahattin Bey, Elazığ’daki tümene kurmay başkanı olarak atanınca, Kuban ailesi oraya ilk giden trenlerden biriyle taşınıyor. Doğan Kuban, bu tren yolculuğunu hoş bir anı olarak hatırlıyor: “Demiryolu Türkiye için çok önemliydi, Türkiye’nin gelişme, modernleşme çizgisi demiryoluydu. 1950’de Türkiye’nin bu yolu sürdürmesi engellendi. Amerikan kazığını yedik. ‘Karayolları daha önemlidir’ dendi, kuşkusuz karayolları da önemli ama benzin ve araba dışarıdan geliyor. Daha pahalı bir sistem... Türkiye’deki ekonomi dışarıyla iş yapıp avanta almak üzerine kurulu hale geldi. Daha sonra kurulan partilerin çoğu bu nedenle müteahhit partileri oldular.”

1935 yılında Kuban ailesi Eğridir’dedir. “Eğridir, göl kıyısında dünya cenneti bir kasaba. Benim ilk yeryüzü cennetim orasıdır. Orada askerin Türkiye’de her şeyin öncüsü olmasının örneklerini gördüm. Cumhuriyet onlarla kurulmuştur.” Bahattin Bey, Eğridir’de askeri depoda bulduğu bir sinema makinesiyle film gösterimini başlatır. İlk gösterime yalnızca memurlar ve askerler gelir. Halk arasında ‘kadın-erkek girdiler, lambaları söndürdüler’ diye bir dedikodu başlar. Bahattin Bey, önemli kişilere, esnafa, “çevrede böyle laflar ediliyor, gelip seyredin” diye haber yollar. Yerli halk gelip sinemanın ne olduğunu görür ve böylece bütün Eğridir iki yıl sinema seyretme olanağına kavuşur.

Doğan Kuban, ortaokulu bitirdiğinde okulda öğrendiği dil dersleriyle Fransızca kitaplar okumaya başladığını anımsıyor: “Paralı adamların çocuklarının gittiği Amerikan Koleji, Galatasaray Lisesi gibi iyi yabancı dil öğreten okullar vardı ama en iyi liseler onlar değildi. Yüksek Mühendis Mektebi’nin -sonradan adı İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) oldu- imtihanını Atatürk Lisesi, Gazi Lisesi, İstanbul Lisesi, Konya Lisesi gibi Türk liseleri mezunları kazanırdı. Sınıflar 30–35 kişiydi. Sabahtan akşama kadar ders vardı. Önüne gelenin yazdığı, ders kitabı yoktu. Kitapları devlet hazırlatır; tek elden kontrol edilirdi. Tabii bu bir bakıma ideolojik kontrol anlamına gelir. Eğitim ve öğretimin iki amacından biri, bilimsel düşünce ise ikincisi toplumun kimlik kavramını işlemektir. Kişisel deneyimime dayanırsam, bizim öğretimimizde bilimsel düşüncenin ağırlıklı bir önceliği olduğunu söyleyebilirim. Hasan Âli Yücel’in bakanlığında, bilgiyi adama içiren bir dönem yaşadık. Kanımca o yıllarda devlet Türkiye’yi eğitmek için seferber olmuştu. Bunu havada koklardınız. Şimdi sadece pis bir para kokusu geliyor, öğretimden bile.”

'DÜNYA ULUS DEVLETİ AŞAMADI'

1937 yaz sonu Bahattin Bey albay olur ve Ankara’da Genelkurmay İstihbarat Şubesi Müdürlüğü’ne atanır. Beş yıl Gazi Lisesi’nde okuyan Doğan Kuban; 1943’te mezun olur. Gazi Lisesi; yeni bir deneme okuludur. Hocaları seçmedir. Erdal ve Ömer İnönü de bu okulun öğrencileridir. “Ben Erdal ile aynı sınıfta okudum. Hocalarımızın içinde her çeşit ideoloji yanlısı vardı: solcu, sağcı, ırkçı, gelenekçi… Ama hepsi milliyetçiydi. Şimdi orada burada milliyetçilik karşıtı düşünceyi tırmandırıyorlar. Ama çağdaşlık bağlamında değil, Ortaçağ yobazlığı paralelinde. Bir ülkenin gelişmesini sağlayabilen ulusçuluktan başka bir siyasi örgütlenme yoktur. Dünya ulus devleti aşamadı. (…) Biz ulusu geriye dönüp bakarak oluşturmadık. Ulusu; dile, kültüre dayalı olarak yeniden tanımladık. ‘Hititler de, Sümerler de bizdendir’ dedik; Anadolu’nun geçmişine sahip çıktık. Ulusu, Anadolu’nun sahipliği içinde tanımlamaya çalıştık. Daha eski Türk tarihini de yadsımadık. Biz Hitit değiliz, öte yandan Hitit, Fransız değil. Eğer Hitit’ten bir şey kaldıysa burada kaldı; biz de onun vârisiyiz. Anadolu’da ne varsa onun sahibiyiz; onlar bizim içimizde; yani biz onların torunlarıyız. Türk olmak, bugün Uygur ya da Kırgız olmak da değil; fakat olmamak da değil.”

SELİMİYE VE DİVRİĞİ ULUCAMİ

Selçuklu-Osmanlı döneminden kalan ve Doğan Kuban’ı en çok etkileyen iki yapıdan biri Divriği Ulucami diğeri Selimiye’dir. Selimiye’nin rölövesini yapmak için 1960’lı yıllarda öğrencileriyle birlikte Edirne’ye gidiyor; yazları üç ay Selimiye Medresesi’nde kalarak üç yıl boyunca hem Selimiye hem Edirne üzerine çalışıyor. Doğan Kuban’ın Mimar Sinan’a, Selimiye’ye ve Divriği Ulucami ve Şifahanesi’ne ilişkin değerlendirmesi şöyle:

“Selimiye, o dönemin diliyle çok modern ve saf bir yapıdır. Gerekli olanın ötesinde bir şey konmamış, bol ışıklı bir olağanüstü mekân. Sinan dünyaya iyi bakan, iyi gören ve yaratıcı olduğu için de yorumlayan bir adam. Selimiye’yi göstererek, ‘İşte Osmanlı bunu başarabildi’ diyebiliriz. Bu mimari bir sentezin alt bünyesinde tarihin bütün katlarının bir şekilde varlığı ve yorumu demek. Selimiye Osmanlı mimarisinin içerdiği potansiyelin en uç noktasına ulaşmasıdır.”

“Divriği, hem kompozisyon hem yorum olarak özgün bir sentez… Bir taş oyma geleneği içinde yetişmiş Ahlatlı Hürremşah adlı bir adam gelmiş, o bezemeyi yaratmış. Bu şaşılacak kadar yetenekli, bence dâhi bir sanatçı ve yontucu. Hürremşah’ın ne daha önce yaptığı biliniyor ne de sonra… Kitabe: 1228–29 tarihli, biri sonradan yıkılmış üç taç kapı var. Hürremşah’a ait iki taç kapı ve içerde mihrap, mihrap duvarında da bazı motifler var.

Hürremşah, Türk sanat tarihi içinde Sinan’la birlikte ve bence aynı yaratıcılıkta ikinci sanatçıdır. Kopya etmiyor, doğayı da kopya etmiyor. Her şeyi kendi süzgecinden geçirmiş. Kapılarda insan figürleri var. Belki güneşi ve ayı simgeliyorlar yahut da yaptıranları. Selçuklular resim-heykel yasağına pek kulak asmamışlar. Anadolu 19. yüzyılda, Selçukluya göre çok yobazlaşmış. Bu doğaüstü bezemenin irdelenmesini: 1967’de Ann Arbor’da bir doktora dersi olarak anlattım; sonrada Divriği Mucizesi: Selçuklular Çağında İslâm Bezeme Sanatı Üzerine Bir Deneme adlı kitabım 2001 yılında yayımlandı.”

25 kitabı, 216 mesleki makalesi olan Doğan Kuban’ın 2007’de, çok beğenilen, övülen: “Osmanlı Mimarisi” kitabı yayımlandı.

BİR AKIL ADAMI

Doğan Kuban, bir akıl adamıdır. “Var olan her durumu kabul edip, ona göre yaşamaya çalıştım. Hiçbir zaman kötümser olmadım.” diyor ve ekliyor: “Çok az sayıda yakın arkadaşım oldu; ‘sıkı fıkı’ diye tanımlanan arkadaşlıklar kuramadım.” Böylesini tercih ediyor olabilir. Belki de kolay yaralanan duygu dünyasını mesafe zırhıyla dış etkenlere kapatıyor. Kitapların, öğrenmenin zengin, renkli dünyası ona yetiyor.

“En bahtiyar olduğum dönemler: yurtdışında araştırma yaptığım, sabahtan akşama kadar kütüphanelerde çalıştığım yıllar diyebilirim. Bir de emeklilikten sonra… Emekli olunca, istediğin çalışmaya kendin karar verebiliyorsun; müthiş bir üretim olanağı var. Eğer sağlığın yerindeyse yaşlılık şaheser bir şey. Büyük bir tutkuyla sanat tarihi, estetik, kültür tarihi, bilim tarihi ve tarih okumaya devam ediyorum. Hiç sıkıldığımı, çalışmaktan yorulduğumu hatırlamıyorum.”

Birçok değerimiz gibi Doğan Kuban da yapıtlarıyla ve düşünceleriyle yaşayacak…

Tüm emekleri için ona minnettarız.

Son Dakika Haberleri