İngiltere ve ABD’yi İbranişleştiren mezhep: Püritenizm
Side Botham'ın Siyonizm değerlendirmesi şu açıklayıcı ifadeyle son buluyordu: '... Siyonizm'in kendi güvenliğimiz için o kadar güçlü bir argümanı var ki, elimizde hazır bir Siyonizm olmasaydı... onu icat etmek zorunda kalırdık.'
İngiliz gazeteci Herbert SideBotham, Yahudi olmayan Siyonist çağdaşlarının çoğunluğu gibi kendi kendini yetiştirmiş bir Siyonistti 1929. Privilege, Herbert Sidebotham, as quoted in British Policy and the Palestine Mandate: Our Proud 1929).
ABD Başkanı Biden: Siyonist olmak için, Yahudi olmanıza gerek yok, ben bir Siyonistim. 13 Aralık 2023. Eğer İsrail olmasaydı, ABD bir İsrail icat etmek zorunda kalırdı, 1986
Yüzyıllardır; Katolik Batı dünyasında “Hz. İsa’nın katilleri” olarak görülen Yahudiler; nasıl oldu da kendilerine duyulan antipatiyi sempatiye, hatta iş birliğine kadar götürecek sürece dönüştürdüler?
1600’lere kadar, sakın-heretik denilen Avrupalı ilim ve düşünce adamları ve ilahiyatçılar, Katoliklerde daha yaygın olan “Hz. İsa’nın katilleri” algısını ortadan kaldırmak, kendilerine sempati duymaları ve Allah tarafından ‘seçilmiş bir halk’ olduklarına inandırmak için her şeyi yaptılar.
Püritenizm; 16. Yüzyılda I. Elizabeth’in İngiliz Kilisesi’nde başlattığı reformist harekete karşı çıkan ve kendisini, “saflığı” aramak olarak tanımlasa da aslında bu mezhebin en önemli özelliği; Protestanlığı Luther ve Calvin’in başlattıkları Eski Ahit’i çizgisine getirerek bir nevi Protestanlığı Yahudi/İbrani çizgisine getirme hareketidir. Püritenler ise, İngiltere Kilisesi’nde ortaya çıkan ve ‘Püritenizm’ adıyla bilinen Wiliam Tyndale adlı bir Calvinist’in kurduğu yeni mezhebin üyeleriydi.
Bu mezhebin diğer amacı da, Hıristiyan dünyasında Yahudilere yönelik duyulan nefretin sempatiye dönüştürülmesidir. Oluşturulacak bu sempati ile özellikle de Protestanların Yahudileştirilmesinden öte İbranileştirilmesi ve daha sonra da Yahudilerin de İbranileştirilmesi amaçlanmıştır.
Yahudilerin, İbranileşmesi/İbranileştirilmesi konusunda, dönemin Yahudi olmayan, Hristiyan Siyonist yazarlarından Jonathan Edwards muhtemelen 18. yüzyılın en etkili Amerikalı yazarıydı. Şöyle yazmıştı: [Yahudiler] Mesih'i reddetmekte bin yedi yüz yıldan fazla süredir ne kadar inatçı olsalar da, Kudüs'ün yıkılışından bu yana bireysel dönüşümler ne kadar nadir olsa da... Yine de, bu gün geldiğinde, gözlerini kör eden kalın perde kaldırılacak. 2 Korintliler iii.16. Ve ilahi lütuf onların katı kalplerini eritecek ve yenileyecek... Ve sonra İsrail halkı kurtulacak: Yahudiler tüm dağılımlarında eski inançsızlıklarını bir kenara atacaklar ve kalpleri harikulade bir şekilde değişecek ve geçmiş inançsızlıkları ve inatçılıkları için kendilerinden nefret edecekler... Hiçbir şey Romalılar 11.2.59'daki Yahudilerin bu ulusal dönüşümünden daha kesin bir şekilde önceden haber verilemez.
Bu döneme kadar dünyanın birçok bölgesine göç ettirilen Yahudilerin gidemediği nadir ülkelerden biri de İngiltere olmuştur. Bu yeni akım ile birlikte İngiltere, Yahudiler için stratejik önemde bir ülke konumuna gelmiştir.
Oliver Cromwell’in, İngiltere’ye Yahudilerin girmeleri hususunda katkısını burada belirtmemek olmaz. Cromwell, Hollanda’yı, yani Amsterdam’ı abad eden ve ekonomik olarak, o dönem dünyanın zirvesine çıkarak, Endülüs’ten sürülmüş olan Seferad Yahudileri ülkeye çekmek istiyordu. Hedefi, Yahudi sermayesiyle, İngiliz sermayesini bütünleştirmek ve böylece, Londra’yı finans ve bankacılık merkezi hâline getirip, kolonilerindeki Plantasyonların üretimini artırmalarını sağlamaktı. Bunda da başarılı oldu.
Hristiyan Siyonizminin, daha doğrusu, Siyonizmin doğduğu yerin, aslında İngiltere olduğunu anlama konusunda, ünlü İngiliz fikir adamı Normand Thomson’un sözlerine kulak vermek yararlı olacaktır. Thomson İngiltere’nin küresel Siyonist hareket içindeki yeri için şunları söylemiştir: “Siz, İngiltere’den çok şikâyet ediyorsunuz. Hâlbuki İngiltere diye bir devlet yoktur. Eğer; merkezi Londra’da bulunan hükümeti kastediyorsanız, o İngiltere değil, Büyük İsrail Devletidir. Filistin’de kurulan İsrail ise onun küçük kızıdır…”
Universal Jewish Encyclopedia, Püritenligi söyle tanımlıyor: "Etik yapısı Eski Ahit’le tümüyle eş olan Püritenlik, 'İngiliz Yahudiliği' olarak adlandırılmıştır."
Yahudilik gibi, ahiret değil, dünya-merkezli bir felsefeye dayanan Püritenlik, kapitalizmin gelişmesinde de kilit rol oynamıştı. Bu "judaizer" mezhep, zenginliği bir seçkinlik belirtisi sayarak, İngiltere'de kapitalist burjuvazinin oluşmasına ve parlemento rejiminin gelişmesine katkıda bulundu. Püritenliğin daha sonra liberal Protestanlığın gelişmesinde de katkısı olmuştur.
Peki nedir Evanjelizm ve onun atası olan Püritenlik?
Bu konuda ilk söylenmesi gereken, Püritenliğin (sonradan Evanjelizme dönüşecek) Ortodoks ya da Katolik değil Protestanlık içerisinde bir dini yorum mezhep ya da tarikat olduğudur. 19.yüzılda farklılaşmaya başladığı ifade edilmektedir. Evanjelizm kelime olarak “kutsal kitaba yönelmek” demektir. Kutsal kitaptan kasıt sadece Hristiyanlar için kutsal olan İncil değil, aynı zamanda Yahudiler için de kutsal olan eski Ahit’tir. Yeniden biçimlendirilen bu Protestan yoruma göre dünyanın sonunda Hristiyanlık bütün dünyaya hakim olacak ve daha sonra kıyamet kopacaktır. Ama bu durum olağan akışında uzun sürebilir. Püritenlere/Evanjelistler’e göre bu nedenle süreç hızlandırılmalıdır. Diğer Hristiyanlardan ayrıldıkları en bariz unsur Yahudilerin seçilmiş millet ve kendilerine vaad edilen toprakların da onların hakkı olduğuna ve bu toprakları kazanmaları için Hristiyanların onlara mutlaka destek vermeleri gerektiği inancıdır.
Püritenlerin inancına göre Mesih'in ikinci gelişinden önce, Yahudilerin Kutsal Toprak'lara dönmeleri gerekiyordu."
Bir başka siyaset bilimci ve araştırmacı Regina Shariff, "Non-Jewish Zionism" (Yahudi Olmayanların Siyonizmi) adli kitabında konuyu söyle açıklıyor:
"Amsterdam'daki Püriten kolonisinin başı Cartright mektubunda şunu da belirtti: Bu İngiliz Devleti, Hollanda'dan gelen yeni yurttaşlarıyla, İsrail'in oğullarını ve kızlarını Vaadedilmiş Topraklar'a, ataları İbrahim'in İshak'ın ve Yakub'un topraklarına, gemilerle taşıyacak olan ilk ve en istekli ülke olacaktır."
İngiltere'ye giren Yahudi cemaati kısa sürede büyük ekonomik güç kazanmış, Rothschild hanedanı, bu cemaatin içinden çıkmıştır. Sömürgeciliğin uzak doğudaki en önemli temsilcisi olan British East India Company’de (İngiliz Doğu Hindistan Şirketi) de İngiliz Yahudilerinin büyük hissesi ve şirket yönetiminde rolü vardır.
'HACI İBRANİLER' PÜRİTENLER AMERİKA'DA...
ABD’nin kuzey sahilinde bulunan ve İngiltere’de de aynı isimde kardeş şehri bulunan, adına, ABD’nin en ünlü arabalarının çıkartıldığı Plymouth kentinde (Massachusetts), Plymouth Kayası adı verilen ve üzerine 1620 rakamı kazınmış olan büyük bir granit kaya vardır. Günümüzden yaklaşık 400 yıl önce bir grup Avrupalı topluluğun, kıyıya ilk ayak bastığı yer olarak düşünülen yerin yakınlarında bulunmaktadır. Bu Avrupalıların daha çok Anglosaksonların Pilgrimler (Hacılar) veya Pilgrim Atalar olarak adlandırıldığını biliyoruz.
Püritenlerin, taşıdıkları "judaizer" (Yahudici/Yahudi sempatizani) ve daha da ileri gidip “İbranileşme” inancı ve misyonu, yalnızca İngiltere ile sınırlı kalmadı. Püritenlik, bir başka ülkeyi daha etkileyecek, onu da kendi çizgisine oturtup "judaizer" ve” Hebraik” yapacaktı. Püritenler, Yahudilerin de, kendilerinin gerçekleştirdiği” Hristiyan Restorasyonuna benzer” bir Yahudi Restorasyonu”nu gerçekleştirip, Pürtienleşerek, İbranileşmelerini ve “klasik Yahudilikten”, kurtulmalarını bekliyorlardı.
Püritenlik, İngilizce konuşan halklar arasında 16. ve 17. yüzyıldaki en yaygın Protestan mezhebi konumundaydı. Amerika'daki-ya da o zamanki adıyla New England'daki-Püriten çağı ise, 1620'de Massachussetts'deki kurulan büyük Püriten kolonisi ile başladı.
Amerikan Püritenleri Britannica'nin İngilizce baskısında şöyle anlatılır:
"Avrupa kolonizasyon tarihinde hiçbir koloni Massachussetts kolonisinin ulaştığı zenginlik seviyesine ulaşamadı. Koloniyi kuran Püritenlerin amacı Amerikan'ın uçsuz bucaksız topraklarında yeni bir Siyon yaratmaktı. Bu, İngiltere'de sağlanan reformasyonun bir benzerini oluşturmalarını sağlayacaktı... Püriten mirası, Amerikan ruhunun şekillenmesinde şüphesiz büyük bir faktör olarak yerini aldı."
Püritenler, kendilerini Eski Ahit'e ve İbranileşme inancına öylesine kaptırmışlardı ki, Amerika'ya, önce hem New England (Yeni İngiltere) hem de aynı zamanda New Israel (Yeni İsrail) adını verdiler.
Püritenler, Yeni Dünya'ya Tanah ve onun bir alt kitabı olan Torah/Tevrat'ın içerdiği vahşet boyutunu da getirmişlerdir. Tevrat, Yahudilerin, Filistin'i sözde haksız olarak gasp etmiş Kenan halkına karşı girişecekleri savaşta uygulamaları gereken bazı vahşet emirleri içerir. Bu vahşet emirleri, terörist İsrail kurulurken ve kurulduktan sonra da 100 yıldan bu yana Filistinlilere karşı uygulanmaktadır.
Ünlü dilbilimci Noam Chomsky, Year 501: The Conquest Continues (Yil 501: İşgal Sürüyor) adlı kitabında Amerikan yerlilerinin Kristof Kolomb'la başlayan baskı ve "etnik temizlik" dolu tarihini hakkında detaylı bilgiler verirken, Püritenlerin, Amerika’yı "Vaad edilmiş Toprak" olarak gördüklerini söylüyor ve onların Amerika kıtası üzerindeki Kızılderilileri de "Kenan Halkı" olarak gördüklerini anlatıyor. Chomksky, Püriten vahşetini ve soykırımını şöyle anlatıyor:
"New England'daki ilk büyük soykırım hareketlerinden biri, 1637'de Pequot Kızılderilileri'nin yok edilmesiydi. Sömürgeci Püritenlerin, uyguladıkları bu vahşeti göklere çıkaran resmi açıklamaları ise şöyleydi: 'Yeryüzü cennetinde Tanrı'nın istemediği bu Pequot yerlileri temizlendi. Öyle ki, şükürler olsun, artık Pequot ismi taşıyan kimse kalmadı.'
Bugün, 'ABD’de, Tanrı'nın izni altında' yurduna bağlılık yemini eden her Amerikalı çocuk, aslında, bu katliamı uygulayan Püritenlerin taşıdığı retoriği ve Eski Ahit'ten Torah/Tevrat’ta yazan düşünceyi ödünç almaktadır. Püritenlerin Eski Ahit'ten aldıkları düşünce ve inanç ise şudur: 'Bilinçli bir biçimde ve arzuyla Tanrı'nın seçilmiş halkına ait olan Vaadedilmiş Topraklar'daki Kenan halkını yok etmek'.
Püritenlerin uyguladıkları vahşetin İbrani öğretisine dayandığına, Arnold Toynbee de dikkat çeker. Amerikalı sosyolog Thomas F. Gossett'in Race: The History of an Idea in America (Irk: Amerika'daki Bir Düşüncenin Tarihi) adlı kitabında yazdığına göre, Toynbee, "Amerika'daki İngiliz kolonicilerinin Eski Ahit üzerinde yoğunlaşmalarının, onlara, dinsizleri yok etmekle görevli seçilmiş bir halk oldukları inancını verdiğini" savunuyor. Gossett, bunun ardından, "Tevrat'taki İsrailliler Kenan halkını nasıl yok ettilerse, Massachusettes kolonisindeki İsrailliler (yani Püritenler) de Kızılderilileri öyle yok ettiler" diyor.
Püritenlerin, "Amerikan ruhu"na enjekte ettikleri bu "judaizer" veya İbrani etkisi, Amerika'nın Yahudilik konusundaki yaklaşımını bugüne dek yönlendirmiştir. Amerikan Protestanlığı, Püriten düşüncesinin bir devamı olarak, Yahudilerin hep "seçilmiş ırk" olduğu düşüncesi üzerinden, kendilerinin de seçilmiş bir inanç topluluğu olduklarını benimsemiştir.(Amerikan istisnacılığı)
William Eugene Blackstone hem Amerikan elitinin yahudiliğe bakışını hem de Protestanlık-Yahudilik paralelliğini göstermesi açısından oldukça ilginç: "1841'de New York'da bir metodist Protestan olarak doğan William Eugene Blackstone, gençlik yıllarında Kutsal Kitap üzerinde uzmanlaştı... 1878'de Blackstone büyük eseri 'Jesus Is Coming'i (Isa Geliyor) yayınladı ve kısa sürede ün kazandı. Evanjelik cemaatleri onu alkışladılar. Kitabi bir milyonun üstünde sattı ve İbranice'yi de kapsayan 48 dile çevrildi.
Blackstone, arkadaşları Dwight L. Moody ve Cyrus I. Scofield ile birlikte, Kutsal Kitab'in Yahudilerin 'Tanrı'nın seçilmiş halkı' olduğu şeklindeki hükmünün hâlâ geçerli olduğunu savundu... Aralarında John D. Rockefeller, Cyrus McCormik, J. Pierpont Morgan gibi isimlerin ve Parlemento sözcüsünün, senatörlerin, hakimlerin, avukatların, gazetecilerin bulunduğu 413 seçkin Amerikalı Blackstone'un bu fikrine destek verdi. Yahudilerin seçilmiş halk olduğunu destekleyenler, Amerikan elitinin kapsamlı bir listesi durumundaydı...
Blackstone, daha sonra Rusya'dan göçen Yahudilerin söz konusu olduğu dönemde, şu öneriyi getirdi: 'Niçin Filistin'i Yahudilere vermiyoruz?'
Peki Filistin 'bizim' miydi ki onu Yahudilere verecektik? Buna karşılık Blackstone, 1878 Berlin Anlaşması ile birer Türk eyaleti olan Bulgaristan ve Sırbistan'ın Bulgarlara ve Sırplara verildiğini hatırlatıyor ve söyle diyordu: 'Bulgaristan'ın Bulgarlara, Sırbistan'ın da Sırplara ait olduğu kadar, Filistin de Yahudilere ait değil mi?'... Yahudi devleti, aynı Bulgaristan ve Sırbistan gibi, Türk Hükümeti'nden anlaşma sonucu alınacak Filistin toprakları üzerine kurulabilirdi...
Böylece Amerikalı bir Protestan olan Blackstone, Avrupalı bir Yahudi olan Theodor Herzl'den yıllar önce siyasi Siyonizmi ortaya atmıştı...
16. yüzyılın erken Protestan devriminden ortaya çıkan Yahudi olmayan Siyonist geleneğin tamamı, Filistin'in Arap olmayan bir toprak, yani Yahudi Anavatanı imajını oluşturdu. Nihayet Siyonizm, yalnızca İngiliz emperyalizmiyle uyum içinde olmakla kalmayıp, onun kendine özgü bir kolu haline gelmişti. Siyonizmin en sadık savunucuları artık İngiltere'deki iç hükümet çevrelerinin adamlarıydı. Siyonizmin hala Lord Shaftesbury'nin dini fikirler tarzına özenle sarılmış olduğu günler geride kalmıştı. 19. yüzyılın son on yılında, imparatorluğun talepleri aynı zamanda siyasi Siyonizmi de talep ediyordu. Siyonist programın gerçek anlamda gerçekleşmesi artık her zamankinden daha mümkündü.
Shaftesbury’nin damadı ola İngiliz Dışişleri bakanı Lord Palmerson
Genel kamuoyu uzun zamandır Filistin'de Yahudi yerleşimine olumlu bakıyordu ancak siyasi düzeyde bu hala nispeten yeni ve keşfedilmemiş bir konuydu. Bir pragmatist olan Palmerston, esas olarak böyle bir Yahudi yerleşiminin Britanya için sağlayacağı siyasi faydalarla ilgileniyordu. Ayrıca İngiliz siyasi çevrelerinin hala ikna edilmesi gerektiğinin farkındaydı. Ocak 1839'da Palmerston, İngiliz Amirallik Sekreteri Henry Innes tarafından hazırlandığı iddia edilen ve 'İsrail'in kurtuluşunu bekleyen birçok kişi adına' gönderilen bir muhtıra aldı. 'Kuzey Avrupa ve Amerika'nın tüm Protestan Güçlerine' hitap ediyordu. Bu belge, Avrupa yöneticilerini Cyrus'un izinden gitmeye ve Yahudilerin Filistin'e dönmesine izin vererek Tanrı'nın iradesini yerine getirmeye çağırıyordu. Evanjelik çizgilerle yazılmış ve İncil alıntılarıyla dolu olmasına rağmen, belge yine de Yahudi olmayan Siyonizmin dindar evanjelik beklentiden aktif - ve politik - müdahaleye geçişini işaret ediyordu. Palmerston bunu dindarlığıyla bilinen Kraliçe Victoria'nın dikkatine sundu.