02 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İsveç'ten alacaklı Osmanlıların maceraları

Sergide 1700'lü yıllarda İsveç'ten alacaklarını almaya gelen Osmanlılar anlatılıyor.

İsveç'ten alacaklı Osmanlıların maceraları
A+ A-

Abdullah Gürgün/İsveç

Güney İsveç'in Karlskrona kentindeki Blekinge Müzesi'nde ilginç bir sergi var. Sergide 1700'lü yıllarda İsveç'ten alacaklarını almaya gelen Osmanlılar anlatılıyor. Sergiyi Müze görevlilerinden Ola Palmgren ile gezdik bilgi aldık.

İsveç Osmanlı'ya borçlu muymuş? diye soranları duyar gibiyim. Evet. Hem de 1714'te ve 1.177.992 kron. Sergide o zamanın 1 İsveç Kronu'nun ya "daler"inin (o zamanki İsveç para birimi), bugünün 186:40 kronuna denk geldiği açıklanıyor.

İsveç Kralı 12. Karl ya da Türkiye'de tanındığı ismiyle Demirbaş Şarl'ın Türkiye'de bulunduğu uzun misafirlik döneminde, maaşlarını alamayan subaylar Osmanlı tüccarlarından çok yüksek faizlerle borç para alıyorlardı. Bu borçlar nasıl olsa İsveç Devleti tarafından ödeneceği için maaşlarının 10 katı, 20 katı fazla borçlanıyorlardı ve İsveç Devleti adına 12. Karl'ın yetkili memurları sakınmadan senet veriyorlardı.

İşte sergide sözü edilen Osmanlılar, borç verdikleri paraları kurtarmanın peşindeydiler ve bu nedenle İsveç'e gelmişlerdi.

Osmanlı'dan İsveç'e doğru yola çıkan kervanda 1168 kişi 1625 at 140 at arabası vardı. Bunların 50-60 kadarı alacaklılardı. Yanlarında uşaklarını ve eşlerini getirenler de vardı. Böylece alacaklı grubundaki sayı 300'ü buluyordu. Bu sayı aslında tüm alacaklıların bir kısmıydı. Birçok alacaklı ödenebileceğini umut etmediği için bu maceraya girmek istememişti. Bir görgü tanığı grubun düzensiz bir şekilde hareket ettiğini söylüyordu. Kral Demirbaş Şarl da (12. Karl) grubu, çobansız bir sürüye benzetiyordu.

Demirbaş Şarl bir hafta sonra gruptan ayrıldı. Kıyafet değiştirdi ve yanına en yakın bir adamını aldı. At sürerek büyük bir hızla İsveç'e gitti. Günde 200 kilometre yol aldıkları öne sürülüyor.

5 YIL ÜÇ AY SÜREN MÜLTECİLİK

İsveç Kralı 27 Haziran 1709'da Poltova'da Ruslara yenildi ve 1500-2000 kadar askerle birlikte Osmanlı'ya sığındı. Kral ve askerlerine şimdi Moldova sınırları içinde kalan Bender'de kamp yeri verildi. Osmanlı İsveçlilere hergün 1309 kron günlük para ve erzak vererek gereksinmelerini karşıladı. Kral Osmanlı'da krallar gibi 5 yıl üç ay yaşadı. Hem 3. Ahmet ile hem de valide sultanı ile çok iyi ilişkileri vardı. Sürekli olarak Osmanlı'yı Ruslara karşı kışkırttı. Prut Savaşı'nın bu kışkırtmalar sonucu olduğu görüşü çoğu tarihçi tarafından yabana atılmıyor. Baltacı Mehmet Paşa'nın Deli(!) Petro'yu kıstırdığını duyan Demirbaş Şarl hemen oraya hareket etmişti. Ancak Baltacı kendisine çok değerli armağanlarla gelen Katarina ile tüm gece süren bir münazara (!) sonrası ufak tefek tavizlerle Petro'yu serbest bırakmıştı. Bu bilgi bazı tarihçiler tarafından yalanlanmıştır. Prut'a geldiğinde durumu öğrenen İsveç Kralı öfkeden küplere binmiş, Baltacı'dan hesap sormuştu. Baltacı umursamamış ve "başımızda bir kral ilticacı var, bir tane daha mı olsun" diyerek kralı başından savmıştı. Kimi tarihçilere göre Baltacı tam da İsveç Kralına kızdığı için Petro'yu bırakmıştır. Ama kralın intikamı da kötü olmuş. Tüm becerilerini kullanarak onu Sultan'a şikayet ettiği, İstanbul'da bu şikayetleri destekleyen bir grup oluşturduğu ve sürgüne gönderilmesini sağladığı öne sürülür.

YARAMAZ, YILDIRIM, DEMİRBAŞ

Osmanlı'da kaldığı zaman içinde İsveç Kralı 12. Karl'a üç isim takılmıştı.

Kıpır kıpır, yerinde duramaz olması, çok hızlı hareket etmesi nedeniyle "Yıldırım", sürekli olarak Osmanlı'yı kışkırtıp durması nedeniyle "Yaramaz" denmiş. 12. Karl'a yaramaz sözcüğü, gök gürültüsü anlamına geldiği şeklinde yanlış aktarılmış, o da İsveç'e emir göndererek Yıldırım ve Yaramaz isimli iki gemi yaptırmış. Yaramaz ilk suya indirildiğinde batmış, yenisi yapılmış o da batmış. Üçüncü kez yapılan Yaramaz bugün Karlskrona Denizcilik müzesinde duruyor.

12. Karl'a verilen üçüncü isim ise Demirbaş. İsveçliler bunu Demirden kafa şeklinde çeviriyorlar ama aslında 5 yıl üç ay Osmanlı'dan ayrılmak bilmediği için Demirbaş eşya anlamına bu isim takılmıştı. Hatta Osmanlı bu gitmek bilmeyen kralı zorla atmak istemiş ve Bender'de küçük ama çok ünlü bir cenk yaşanmıştı. Osmanlı askerlerine karşı kahramanca dövüşen Demirbaş Şarl sonunda bir eve sığınıyor. Yeniçeriler de evin çatısını ateşe vererek Kralın dışarı çıkmasını sağlıyorlar ve onu kıskıvrak yakalıyorlar. Ama yine de sınırdışı edilmiyor, Demotika ve Timurtaş'ta ağırlanıyor. Kral o olayın etkisinden uzun süre kurtulamamış ve altı ay kadar bunalım içinde yatağından kalkmamış.

Bu olay İsveç tarihinde "Kalabaliken i Bender" olarak anılır. "Kalabalik"(kalabalık) 12. Karl ile birlikte İsveççeye giren bir sözcüktür ve "kargaşa" anlamına kullanılır. Bu olay 1983 yılında bir filme konu oldu. Kalabaliken i Bender isimli komedi filminde 12. Karl'ı ünlü İsveçli oyuncu Gösta Ekman canlandırmış, Demirbaş'ı fena alaya almıştı. Prenses rolünü de Ayşe Emel Mesçi oynamıştı.

ALACAKLILAR GELİYOR

Demirbaş'ın kendisi de yanındaki subaylar gibi Osmanlı'nın verdiği parayla yetinmemiş, önüne gelen herkesten borç almıştı. Sadece günlük giderler için değil, askerlerin maaşı ve Osmanlı'yı etkilemek için kullandığı memurlara verilecek rüşvetler de vardı. Hem 3. Ahmet'ten hem de tüccarlardan borç alıyordu ama ödeyemiyordu. Borçlar biriktikçe birikti. İsveç'e dönmeye karar verince alacaklıların bir kısmı onunla birlikte İsveç'e gelmeye karar verdiler.

1715'in mart ayında Stralsund'a geldiler. O tarihte Stralsund Danimarka ve Rusya tarafından kuşatılınca Ystad'a yollandılar. Ystad'a ulaştıklarında takvim 29 Aralık 1715'i gösteriyordu. Gelenler, Türkler, Yahudiler, Ermeniler, Kazaklar, Tatarlar, Lehler, Araplar dan oluşuyordu. Bir ay orada kaldılar. 6 Ocak 1716 tarihinde Karlshamn kenti limanına geldiler ve orada evlere konuk olarak yerleştirildiler. Her birine günlük harcamaları için 1 daler para veriliyordu. Bazıları daha sonra buradan Lund, Karlskrona ve Göteborg kentlerine gittiler. Bu, o zamanın yoksul İsveç'i için büyük masraftı.

Alacaklılara ilk ödeme 1718 yılında yapıldı. Bu, sembolik bir rakamdı. 26 000 kron paylaştırılarak memnun edildiler. Ayrıca 12 Şubat 1718'de Kral, Müslüman ve Musevilerin dinsel kurallarını, gelenek ve göreneklerini yaşamaları iznini ve özgürlüğünü verdi. Yani, önümüzdeki yıl, İsveç'te din özgürlüğünün gelişinin 300. yılı.

Papazlar da boş durmuyordu. Bazı kişileri Hıristiyanlığa geçmeye ikna ettiler ve bunlar İsveç'te kaldılar. Bunlardan Salomon ben Josia 1722'de Hristiyan olarak Kristian Fredrik adını aldı. 1725'te evlenmek için İstanbyul'daki eşinden boşanmak istedi. Bu isteği 1726 yılında kabul edildi. Evlenerek İsveç'te kaldı.

İLGİNÇ TİPLER İLGİNÇ OLAYLAR YAHUDİLER ARASI REKABET

Araştımalarım sırasında bu süreçte yaşanmış çok ilginç olaylar okudum. İki Yahudinin serüveni en ilginç olanlardan biriydi. Markus Markovitz, Polonyalı, 12. Karl ile orada tanışmış, onun rehberi ve kahvecisi olmuş. Markus Betzel isimli diğer bir Yahudi ise Osmanlı İmparatorluğu'nda kaldığı süre içinde 12. Karl'ın tercümanlığını yapmış. İki Markus da Kral tarafından seviliyorlar fakat birbirlerini çekemiyorlar. Sürekli Krala kimin daha yakın olduğu konusunda birbirleriyle kavga ediyorlar. Hatta bir keresinde adamlarıyla birlikte silahlı çatışmaya bile giriyorlar. Neyse ki, gene de ölen, yaralanan olmuyor. Bir süre sonra Markus Markovitz, Markus Betzel'in krala ait bazı gümüş eşyaları çalıp Polonya'da sattığını öne sürüyor. O nedenle Betzel bir süre ailesiyle birlikte tutuklu kalıyor. Ancak mahkeme Markovitz'in suçlamalarının asılsız olduğu sonucuna varıyor. Markovitz'in iftirasını geri almasına ve özür dilemesine karar veriliyor. Markovitz ayrıca üç hafta yalnız su ve ekmekle hücre cezasına çarptırılıyor. Betzel'se iftiraya uğradığı suçtan aklandığı halde tercümanlıktan atılıyor ve 28 bin kronluk alacağı kendisine verilerek sınırdışı ediliyor. Markovitz ise İsveç'te alacaklarını almak için en uzun süre kalan kişi olmuş. 1742 yılında 30 yıl bekledikten sonra paranın kendisine verilmesine karar verilmiş ancak Markovitz parasının hayrını görememiş. Kaderin cilvesine bakın ki aynı gün 90 yaşında yaşama gözlerini yummuş.

İsveç'ten alacaklı Osmanlıların maceraları - Resim : 1

KARLSHAMN'DA TÜRK TAŞI

Karlshamn'a gelen Türkler arasında çok ilginç bir cinayet olayı oluyor. Karlshamn'ın merkezindeki meydanda iki Türk kavga ediyor ve biri diğerini öldürüyor. Olayın nedeni hakkında iki tez var. Halk bunu bir kadın meselesine bağlıyor.
Karlshamn'da iki Türk aynı kıza aşık oluyorlar. Deli Mustafa isimli bir asker, komutanı Ömer Paşa’nın da aynı kıza kur yapmasını kaldıramıyor. Karlshamn'ın merkezindeki meydanın etrafında bulunan meyhanelerden birinde başlayan tartışma uzayınca Meyhaneci bunları dışarı atıyor. Kavga meydanda sürüyor. Deli Mustafa, Ömer Paşa’yı bıçaklayarak öldürüyor. Tarih 7 Haziran 1717 akşamı... Deli Mustafa tutuklanıyor, bölgedeki idari mahkeme idam cezası veriyor. Deli Mustafa Karlshamn Kalesi’nde idam ediliyor. Meydana bu olayın anısına bir taş konuyor. Bu taşa "Turkstenen" yani Türk taşı adı veriliyor. Cinayet tam bu taşın olduğu yerde olmuyor ama meydan o meydan.

Bu acı olayın nedeni İsveç arşivlerine ise "üç kuruş için" diye geçiyor. Ömer Paşa, Deli Mustafa'ya üç öre borçlu imiş. Öre İsveç'in kuruşu demek. Siz bunu 186:40 ile çarpıp yüze bölerseniz kaç kron olduğunu bulursunuz. Liraya çevirmesi de sizden.

CEZA YİYEN BELEDİYE BAŞKANI

1716 Mayısında Polonyalı bir süvari subayı olan Zarchiewitz Yahudi Benjamin İsacowitz'i dövdü ve ölümüne neden oldu. Olaydan sonra da kaçtı. O nedenle de mahkeme önüne çıkarılmadı. Buna karşın subayın kaçışını önlemediği gerekçesiyle Karlshamn Belediye Başkanı Johan Alm para cezasına çarptırıldı.

KİTAP DÜŞKÜNÜ HALİL PAŞA

Gruptaki alacaklılardan biri de bir kitap kurdu olan Halil Paşa. Karlshamn'a geldikten sonra bir üniversite kenti olan Lund'un ismini duyup oraya gidiyor ve yerleşiyor. Lund Kütüphanesinde büyük bir Osmanlı kitaplığı buluyor ve hemen hemen bütün kitapları okuyor. Yıllar sonra ülkesine döneceği zaman Kral'dan bu kitapların bazılarını kendisine hediye etmesini istiyor. Kral da birçok kitabı Halil Paşa'ya armağan ediyor.

Söylentilere göre Lund'da Halil Paşa'nın soyu devam etmekte.

İLK YABANCI İŞÇİLER

Alacaklılardan biri olan Arap Ahmet ise seyistir. İsveç'te Krala 3. Ahmet tarafından armağan edilen atların bakıcılığını yapmaktadır. O da daha sonra Lund'a gider. Lund Göteborg ve Strömstad kentleri arasında mekik dokur. Dericilik ve çadır tamirciliği yapar. İşleri gelişir. Yanına Osmanlı'dan dericilikten anlayan yedi akrabasını işçi olarak getirtir. Daha sonra Göteborg'a yerleşirler.

GURBETTE ÖLENLER

Gelenlerin bazıları zaten geldiklerinde 70-80 yaşındaydılar. Bu alacaklılar alacaklarını alamadan yavaş yavaş yaşama veda ettiler. Çoğunun mezarı bile belli değildir. Çünkü o zaman sadece kiliseler ölenlerin kaydını tutuyordu ve sadece kiliseye kayıtlı olanların mezar yerleri belliydi. Çok araştırmama rağmen sadece birisinin mezarını bulabildim. O da, İsveç'in çok ileri gelen bir ailesinin yanında seyislik yapan ve onlar tarafından çok sevildiği için öldüğünde malikanenin bahçesine gömülen ve mezar taşında da "Turken Mustafa" (Türk Mustafa) yazan biri.

12. KARL'IN ÖLÜMÜNDEN SONRA

12. Karl'ın ölümünden sonra bu borç meselesi en büyük sorun olmaya devam eder. Gelen alacaklılara yapılan masraflar arttıkça artar. Kayıtlara göre bazı kişilerin alacakları çok az olmasına karşın kendisine yapılan masraflar bunun kat kat üstüne çıkar. Örneğin, kayıtlarda bir Ermeni'nin alacağının sadece 2,5 kron olduğu belirtiliyor.

İsveç Devleti'nin o zamanki borcu tam 1.177.992 kron. Bu, o zamanki İsveç Devlet Bütçesi'nin üç misli. En önemli tartışma konusu, öncelikle kimin borcunun ödeneceğiydi. Türklere mi, Yahudilere mi, Ermenilere mi? Sonunda ilk önce Türklere ödeme yapılmasına karar verildi. 1715'in son günlerinde İsveç'e ayak basan Türkler nihayet 1720 yılında İsveç'ten alacaklarını alarak ayrılmaya başlıyorlardı. Yahudi ve Ermeniler dört yıl ve daha fazla beklemek zorunda kaldılar.

İsveçlileri bir korku daha sarmıştı. Borçların ödendiği duyulunca diğer alacaklı Osmanlılar da buralara gelecekler miydi?

Korktukları gibi de oldu. Önce iki paşa geldi, üç yıl bekleyip paralarını alıp döndüler. Onları 13 alacaklı daha izledi. Onların da 180.000 kron alacakları vardı.

MUSTAFA AĞA

Bu alacaklılardan kurtulmanın köklü bir yolu bulunmalıydı. Meclis borçların yalnızca yüzde 25'inin ödenmesini önerdi. Bazıları kabul etti ve parasını alıp döndü. Artık yüzde 25 için kimse gelmez denirken bu kez Mustafa Ağa isimli bir kişi o zamana dek istenen en büyük alacağı tahsil etmek üzere çıkıp gelmez mi? Sultan 3. Ahmet'in borç verdiği paralar isteniyordu bu kez. Mustafa Ağa, 3. Ahmet'in elçisi olarak çok hızlı bir şekilde Stockholm sosyetesine girdi ve çok sevildi. Bir davetten diğerine koşturuyordu. Ama yiyip, içip, gönül eğlendirmekten başka bir şey yapamadı çünkü İsveç'in borç ödeyecek hali kalmamıştı. İflasın eşiğindeydi. Mustafa Ağa geri döndü. Geriye Gripsholms Sarayındaki büyük yağlı boya portresi ve İsveçli ünlü ozan Bellman'ın "Sicken Türk" (Muhteşem Türk şeklinde çevirebiliriz) şarkısı hatıra kaldı.

MUHAMMED SAİD EFENDİ

43 kişilik heyetiyle birlikte gelen Muhammed Said Efendi de 3. Ahmet'in paralarını kurtarmaya çalıştı. O da Stockholm'ün en güzel semtlerinde üç ay konuk edildi. Çok ağır masraflarla ağırlandı. Ancak paraları alamadan döndü. Stockholm Limanından görkemli bir törenle uğurlandı.

VE ÇÖZÜM

En sonunda bir çözüm bulundu. 31 Ocak 1738 tarihinde iki ülke arasında bir anlaşma imzalandı. Buna göre İsveç borçlarını 72 toplu modern bir fırkateyn ve 30.000 misket tüfeği ve bazı askeri malzemeler ile ödeyecekti. Bunun üzerine İsveç (Sverige) isimli bir gemi hazırlandı. İlk partide 10.000 tüfek gönderilecekti. Ancak İsveç'in adını taşıyan bu gemi fırtınaya yakalandı ve battı. Yurtsever (Patriot)adlı 10.000 tüfek taşıyan bir gemi daha vardı. Bu gemi İstanbul'a ulaştı. kalan borç için 19 000 tüfek daha verilecekti ancak Ulrika isimli bir gemi 6000 tüfek daha getirdi. Sultan iyi niyetini göstererek bununla yetindi ve borçlara karşılık almış olduğu bonoları geri verdi.İsveçli subay Malcolm Sinclair ile bonolar Stockholm'e gönderildi.Ancak Sinclair, Grünberg ormanından geçerken soyulup öldürüldü. Bonolar bir süre kayboldu. Sonra tuhaf bir şekilde Hamburg'dan, ismini vermeyen esrarengiz bir kişi tarafından postaya verilerek İsveç'e gönderildi. Böylece İsveç ve Türkiye arasındaki alacak, verecek defteri kesinlikle kapanmış oldu.

SONRASI

12. Karl Osmanlı İmparatorluğu'nda kaldığı zaman içinde bu ülkeyi daha iyi tanıyabilmek için her yere araştırmacılar göndermişti. İstanbul'dan Kudüs'e Mısır'a kadar her yeri araştırtmıştı.

Bu ilginç İsveç Türk serüvenleri sonrasında İsveç toplumunda bir Türk ilgisi doğdu. Türk salonları açıldı. Bu salonlardan birisi bugün de aynı isimle anılıyor: Stockholm merkezdeki City Pastahanesi'nin Türk Salonu.

O zamanlar İsveçli hanımlar beyler bu salonlara Türk kıyafetleriyle gelip kahve, çay içmeye başladılar... Lahana dolması, kåldolmar (Kajsa Warg'ın 1765'te yazdığı yemek kitabında yaprak sarması tarifi de var); köfte, köttbollar olarak ulusal yemekler haline geldi.

Blekinge Müzesi'ndeki sergide yer alan bir belgeye göre çiçek hastalığına karşı mücadeleyi Osmanlı'dan öğrenip İsveç'te uygulamışlar ve 1816 yılından itibaren her çocuğun bu aşıyı olması kuralını getirdiler.

Halılar, desenler, yastıklar, divanlar, mehter müzikleri ve hatta mehter takımları moda oldu.

Pekçok Türkçe kelime İsveççeye yerleşti. Osmanlı'dan alınan Ombudsman sistemi bir İsveç markası haline geldi.

Askeroğlu anlamına gelen Askerson ve Sverige Turk yani İsveç Türkü anlamına geldiği tahmin edilen Sturk artık İsveç soyadları arasına girmeye başladı.

Kökenleri Oden'e kadar giden Türk İsveç bağları sıkılaştı. Elçilikler açıldı, anlaşmalar yapıldı, ticaret arttı. Cumhuriyet döneminde öğrenciler geldi.

Öğrencileri 1950'li 60'lı yıllarda işçiler izledi. Bugün artık binlerce Türk İsveç'te yaşıyor. Yolu Karlskrona'ya düşenlerin bu Müzeyi ve sergiyi görmelerini öneririm.

Not: İsveç Türk bağları konusunda daha fazla bilgi isteyen okuyucularımıza Kaynak yayınlarının yayınladığı "İsveççenin Türkçe ile benzerlikleri" ve "İsveçlilerin Türk Kökenleri Üzerine" isimli kitaplarımızı salık veririz.

Son Dakika Haberleri