08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkiye batsın da ben çıkayım, olabilir mi?

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Özel bir süreçten geçiyoruz.

Türkiye'nin geleceğinin sorumluğu bizim de sorumluğumuz olmalı.

Ne yapacağız?

“Batsın da ben çıkayım”, olabilir mi?

Hepimiz batağa çekileceğiz, açık değil mi?

Böyle siyaset olabilir mi?

O zaman?

Ekonomide bazı önlemler alınıyor.

Kuşkusuz ekonomide güven hep etkilidir, ancak alınan kararların doğru olması bir yana, uygulanmasında güven bu süreçte çok daha önemli.

Kamuoyunun algısı çok açık. Ne oluyor diye anlamaya çalışıyor. Telaş içinde.

Yanlış yönlendirmelere, daha açık ve net söyleyelim ortam Biden'cı tasarımın kaos kışkırtmalarına da açık.

Basına büyük görev düşüyor.

Dikkatli olacak.

Edeceği sözün nereye varacağını hesaplayacak.

40 kez düşünecek; olur olmaz “yorumculara” mikrofon tutarken. Herkes zaten “âlîm” biliyorsunuz.

SORUMLU BASIN GÖREVE

Bütün basını göreve çağıralım.

Paket bu açıdan da bütünlüklü düşünülmeli.

Önlem almak yetmiyor.

Uygulamada katılıma ihtiyaç var.

Sağlık konusunda da yapılan burada da yapılmalı örneğin. Kamuoyu kamusal ya da özel bir kurul tarafından düzenli olarak nesnel ve güven sağlayıcı verilerle bilgilendirilmeli.

Seçime yönelik atıp tutmalar, karşılıklı sataşmalar, söz çarpışmaları, abartıları... işin sonu nereye varacak hesaplanacak...

Bir seferberlikle karşılayacağız ve göğüsleyeceğiz sorunları.

Bu süreç büyük olasılıkla milli ve yaptırım gücü olan bir iktidar oluşumuna olan ihtiyacın giderek daha acil dayatmasıyla sonuçlanacaktır.

Bir seçenek oluşturmak daha da acil olmuştur.

Elimizi taşın altına, yalnız siyasiler değil bütün sektörler sokacak. Ak koyun karakoyun belli olacak ki... temizlenelim yürümeye devam edelim.

TEMEL DİREĞİMİZ KOBİ'LERİMİZ

Türkiye ekonomisinin yapısını biliyoruz. Sarsıntılara dayanıklı, her zaman dişini sıkabilen KOBİ'lerimiz var. Üretime devam eden, büyüyen, kendine güvenen... Şu kriz döneminde gittiğimiz Türkiye'nin birçok yerinde de gördük. Organize sanayilerde elektrikler hiç sönmüyor. Üç vardiya yapılıyor bazı kentlerde.

Ağırlıklı olarak kim onlar?

KOBİ’lerimiz. Genellikle kendi hatta ailesi de dahil 10 kişiden az çalışanı olan, yıllık net satış hasılatı ya da mali bilançosu bir milyon lirayı geçmeyenler, bunlar küçük ölçekli işletmeler.

Bir de orta boy işletmeler var ana gövdeyi oluşturan. Çalışanlarının sayısı 250’den az ve yıllık hasılatı 25 milyon lira dolayında işletmeler.

KOBİ'ler bizim ekonomimizin gerçeği. Özellikle son salgın döneminde hele dijital ağın ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte dış pazarlarda KOBİ’lere çok önemli bir alan açıldı.

Çok da yaratıcı ve azimli değerlendiriyorlar.

Batı'nın karamsarlığı ve boş vermişliği yok bizde.

Yaparız diyorlar.

Yepyeni alanlara giriyorlar. Üretiyorlar. İhracat yapıyorlar.

Onlara özel koruyucu bilgilendirme ve yönlendirme yapılmalı desteklenmeleri sağlanmalı.

Bu da bir çeşit kademelendirme.

Türkiye batsın da ben çıkayım, olabilir mi? - Resim: 1

NEREDEN ALACAĞIZ NEREYE VERECEĞİZ HASSAS TERAZİLERDE TARTACAĞIZ

Kur desteğinin etkilerini yaşadık. Ancak yaratılabilecek sorunlar öngörülüp çıkmadan, bütünlüklü bir paket gibi düşünülecektir elbette.

200 milyar lirayı bulacak bütçe yükü hesaplanıyor.

Hazine açısından sürdürülebilir olmalı.

Vergiler de azaldı.

Asgari ücret bizim gibi ailelere nefes aldıracak. Eğer önlem alınır da nefes boruları kesilmezse.

Bu da sürdürülebilirlik açısından önemli.

Hedefin üretime dönük olması bir ayraç.

Asgari ücretteki artış aşağı yukarı toplam 100 milyar.

Memura ve emekliye zam doğalgaz kademeli, elektrik kademeli, öğrencilere burs, esnaf desteği...

Bütçeye baskısı ve sonuçları ne olur?

Sorusunun yanıtını vermek zorundayız.

Ek bütçe gerekir mi?

Ya da kamunun gelir getirici önlemleri neler olabilir... planlayacağız bugünden.

Akaryakıtta döviz düştükçe ÖTV artacak...

Başka önlemler...

İthalattan alınacak KDV artacak, karşılar mı...

Tarımda Eti Bakır gübrede indirim yaptı, yüzde 16.5... 20...

Nereden alacağız nereye vereceğiz. Hassas terazilerle tartacağız.

Eksi reel faiz, talebe gider mi?

Özellikle konuta yatırım yapılır mı ya da ithal ürünlere talep artarsa enflasyonist etki yapar mı...

Kur düşsün düşebildiği kadar mı?

Böyle diyebilir miyiz.

İthalatla ihracatı belli bir oranda tutarak devinimi bozmadan Türk üreticisini nasıl koruyacağız...

ASYA ÇAĞININ MÜJDESİ YENİ BİR DÜNYA KURACAĞIZ

Çiftçimiz mutlaka özel bir paketle desteklenmeli. Küresel salgın boyunca çırpınıyorlar, biz başka iş bilmeyiz ölsek de kalsak da üreteceğiz. Ama üretmeye devam etmemiz için şunların... şunların... yapılması gerekli... sıralayıp duruyorlar.

Program hazır.

Tarımda iç pazarın ihtiyaçları ve tüketicinin korunması, yol açacağı ekonomik sorunlar düşünülerek özellikle ihracat kısıtlaması ya da daha doğru ifadeyle üretim bütün aşamalarıyla planlanmalı.

Talep iç piyasadaki, ülke içindeki üretilene yönlendirilecek yollar döşenecek...

Kısa bir süre önce Merkez Bankası'nın bağımsızlığı tartışılıyordu. Şimdi MB'nın müdahalesi talep ediliyor, önemli görülüyor.

Hani hep denirdi ya şimdiye kadar biraz da artık komikleştirerek... “her işin başı eğitim...”

Üretim... üretim... Bizim için, Türkiye için bir fırsata çevrilebilir... Kötü müttefik iyi müttefik sahibi yapacak bizi. Daha çok üreteceğiz... üreteceğiz ve pazarlayacağız. Zorlukları birlikte aşacağımız başka bir dünya kuruluyor.

Dünya ülkeleri arasında örneğin Çin'in özel bir durumu var. Güçlü bir iç pazarı var. Çok büyük miktarda bir rezervi var. 1930'larda Türkiye'mizin yaptığı gibi, bu yükselen dünyayla, Türk Dünyasıyla özel ekonomik ve kültürel ilişkiler kuralım ve geliştirelim; kazanalım, kazandıralım.

Asya Çağının müjdesi olsun.

Üretimi dış politikadan bağımsız düşünmek mümkün mü?

Bizim için fırsattır.

Dünya ülkelerinde enflasyon çok yükseliyor, gıda fiyatları şimdiye kadar görmedikleri, alışık olmadıkları oranda artıyor. Piyasalar ve ekonomik yapı ve insan davranışları açısından zorlanıyorlar.

Bizim milletimiz farklıdır. Herkes işin ucundan tutar. Kendi aç kalır vatanı sağ olsun der.

Sayın Elitaş açıkladı, kademeli doğalgaz fiyatlandırması gelecek.

Bu tür sosyal adalet sağlayıcı önlemler de bir paket halinde aşama aşama yorgan hesaplanarak getirilmeli.

ÇATMA KAŞLARINI EY NAZLI HİLAL

Son satırları yazarken “Çalışan Gençlik Üreten Türkiye Kurultayı'nda konuşmaları dinliyorum.

Türk gençliğinin o kararlı sesi bu salonda yükseliyor.

Tarihe atılmış imzanın sahipleriyiz diyorlar kendilerine bugünün Genç Türkleri.

Yarının yapıcılarıyız diyorlar.

Gençlik madeni nasıl işlenecek çözüm önerilerini sıralıyorlar.

Eğitim nasıl olacak, ekonominin bütünü açısından neler yapılacak. Batı merkezli propagandalara, sahte cennetlere kafa tutuyorlar.

Delikanlılar, kanları asil. Bu görkemli salondan gür bir ses yükseliyor, şiirle sanatla ama müthiş bir bilgi ve birikimle ve iradeyle tam bağımsız Türkiye'yi kurmak için görev başına çağırıyorlar.

Paylaşarak gelişmek için.

Nazlı hilal kaşlarını artık çatmayacak.

Üretimle gülecek.

Gençliğimiz müjdeli haberi Ankara'dan, Hacettepe Üniversitesi'nin salonundan veriyor.

Türk Gençliği görev başında.

Geleceğe güvenle bakıyoruz.

Türkiye gençliğiyle gençleşecek.