06 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkiye nereye koşuyor?

Koray Gürbüz

Koray Gürbüz

Eski Yazar

A+ A-

Kahvede oturup muhabbet eden iki vatandaşın hemen her sorunu çözmek için “tek cümlelik” reçeteler sunması doğaldır. Mesela konu futbolsa “Abi, al ortaya Selçuk’u, koy yanına Modriç’i, sola da Di Maria’yı al; olsun bitsin!” şeklindeki bir cümle imkânsız olsa da konuşulan masa ve taraflar göz önüne alınınca normal karşılanabilir. Ya da konu örneğin sürekli artan suçlarsa “Abi, sallandıracaksın 3-5 tanesini, bak bakalım bir daha yapıyorlar mı!” gibi bir cümle sohbetin taraflarını memnun edebilir. Ancak mesele devlet yönetmekse, mesele Türkiye gibi tarih boyunca medeniyetlere beşiklik etmiş, uğruna milyonlarca evladın toprağa düştüğü bir coğrafyaysa meselelere bakış açısının çok daha derinlikli olması gerekir.

GÖRÜŞMELER VE TAVİZLER

Örneğin Kıbrıs Barış Görüşmeleri adı altında yürütülen ve bir kez daha anlaşma sağlanmadan dağıtılan masa “Oldu-bitti maşallah!” şeklinde değerlendirilemez. Zira aynı film 2004’te Annan Planı adı altında da piyasa sürülmüş ve Türkiye’nin aleyhine olacak pek çok tavize rağmen Rumların “hayır” demesi sebebiyle Annan Planı suya düşmüştü. Şimdi de adı “barış” olan görüşmeler yapıldı ve yine Rumların istememesi sebebiyle masa dağıtıldı. Ancak her görüşmeden sonra şunlar ortaya çıktı: 1-) Rumlar ya da Batılı odaklar ne zaman isterlerse KKTC’yi ve Türkiye’yi “barış masasına” oturtabiliyor. 2-) Her “barış görüşmesinde” Türk tarafı daha fazla taviz veriyor ve bir sonraki “barış görüşmesi” verilen tavizler veri kabul edilerek başlıyor.

Bu anlamda kolaylıkla şu tahminde bulunabiliriz: Mevcut zihniyet iktidarda kalırsa çok değil birkaç yıl sonra “bir kez daha barış görüşmeleri” başlar ve görüşmelerin ana konusu Türk askerinin tamamen adadan çıkarılması olur! Zira Rum tarafı zaten istediği her şeyi kabul ettirebileceğini görmüştür. Geriye 2 konu kalmıştır artık: A-) Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması. B-) Türk askerinin adadan tamamen ayrılması!

Ancak bu meselenin sadece bir yanı... Türkiye açısından daha önemli olan soru şu olmalı: Peki, 2 görüşme arasında Türkiye ne yapıyor? KKTC’deki Türklere yönelik herhangi bir bilinçlendirme faaliyeti yapıyor mu? KKTC’deki ekonomik ve sosyal sorunları ortadan kaldıracak bir anlayış sergiliyor mu? Ya da Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun olarak başka adımlar atılıyor mu?

Maalesef cevapların hepsi: “Hayır!”

Görüşmeler Rumlar tarafından bitirilir bitirilmez konu gündemden düşüyor, ta ki bir sonraki görüşmeye kadar. Tabi bu esnada KKTC’deki kardeşlerimizin haklı öfkesi dinmeye, klasik Rum propagandası yaygınlaşmaya, devam eden ekonomik sorunlar gerekçe gösterilerek “Ne olursa olsun Rumlarla anlaşalım!” düşüncesi yaygınlaştırılmaya devam ediyor. Böylece Türkiye, sürekli aynı oltaya takılmış oluyor.

DERİNLİKLİ STRATEJİK YAKLAŞIM

Benzer bir durum Ermenistan meselesinde de, Kuzey Irak sorununda da, şimdilerde Kuzey Suriye’de oluşturulmaya çalışılan PKK devletçiği meselesinde de aynı. Maalesef her şey günübirlik, her şey kısa vadeli ve her şey iç siyaset malzemesi olarak kullanılırken “milli davalar, milli çıkarlar” gibi kavramlar hiç hatırlanmıyor. Bu yüzden hiçbir konuda yol kat etmek mümkün olmuyor bu ülkede.

Oysa egemen güçlerin dünyaya ve sorunlara bakışları çok başka... Mesela birileri “Kara Hâkimiyeti Teorisi” üzerinden dış politikalarına yön veriyor. Başka birileri “Deniz Hâkimiyet Teorisine” uygun adımlar atıyor. Kimi başkaları “Kenar Kuşak Teorisi” üzerinden meselelere bakıyor. Akademisyenler, bilim insanları durmadan bu konular üzerinden yeni durumları araştırıyorlar ve milli çıkarlarına uygun hamleler yapmaya çalışıyorlar. Stratejik hedefleri olduğu için birbirini tamamlayan taktik adımlar atmaları da kolaylaşıyor. Bu sayede sürekli olarak ilerleme, yani hedefe yaklaşma şansına sahip oluyorlar. Kırmızı çizgileri doğal olarak ortaya çıkıyor. ABD, Suriye’ye el atınca Rusya’nın var gücüyle oraya koşması “bir sonraki adımı” öngörmelerinin sonucu oluyor. Ukrayna’da batı destekli kargaşaya Kırım’da cevap veren Rusya, geyik olsun diye değil varlığı devam etsin diye Suriye’de, Irak’ta, İran’da taraf oluyor; yok olmamak için Gürcistan’da, Ukrayna’da askeri operasyon yapıyor; Çin’e, Hindistan’a bu yüzden “gelin beraber yol yürüyelim” diyor.

Bütün bunlar olurken aynı soru sürekli Türk semalarında yankılanıyor: “Peki, Türkiye Nereye Koşuyor?”