19 Mart 2024 Salı
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kep altı

Oktay Yıldırım

Oktay Yıldırım

Eski Yazar

Kep altı - Resim : 1
Orduların kendilerine has kültürleri, gelenekleri, belirli davranış kalıpları vardır. Birlik ruhu böyle oluşur. Bu da bir ordunun gücünün kaynağıdır ve bunlarla oynanmaz. Yanlışlar düzeltilir, eksikler tamamlanır, ama bunlar hep ordunun kendi kuruluş geleneğine göre yapılır, başka milletlere, başka kültürlere göre değil.
Bu ülkede orduda dini simgelerin kullanılmasını, Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı’nın umreye gitmesini, hatta belki Genelkurmay Başkanı ile Cumhurbaşkanı’nın kurban bayramında mesela sarayın bahçesinde ortaklaşa kurban kesmesini isteyenler de olabilir.
Ama sorumluluk makamında olanlar, hiçbir sorumluluk taşımayan sıradan insanlar gibi düşünemez ve öyle davranamaz.
Sırf referandumda evet oyunu arttırmak için orduya türban sokarak toplumu maniple etmenin bedelini, yarınlarda çok ağır öderiz. Bütün toplum öder.
Etrafımız bir kan ve ateş çemberiyle sarılıyken tek güvencemiz olan ordumuzun içine dini tartışmalar sokulursa, yarın biri çıkıp, “kadınla erkek aynı kışlada olmasın” der, bir başkası “gâvur icadı kep nasıl olur da türbanın üstüne takılır, bu dine hakarettir” der, kimi sakal ister, kimi başka bir şey…
Sonu yoktur… Ya atama/tayin işleri? Türbanlı karargâha, türbansız dağ başına mı? Ya sicil sistemi? O kadar çok ve çeşitli sorun çıkar ki, şaşarsınız. İşi anladığınızda bir bakarsınız ordusuz kalmışız.
Ateşle oynuyorsunuz!
Yapmayın…

ZİYAN-ET

Geçen haftanın konusuydu, ama yazmalıyım.
Diyanetin en sık yakındığı konu bütçelerinin yetmemesi, bu yüzden sürekli arttırılıyor…
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2017 bütçesi, 6 milyar 867 milyon lira. Başbakanlığın bile dört katı… Toplam 86 bin 762 cami ve 5bin 814 kuran kursu için 117 bin 378 personeli var.
Peki, bunlardan kalan para nereye harcanıyor derseniz…
Arayınca o kadar çok yer bulunuyor ki, mesela camilerde kullanılan ses sistemleri… Hepsi dolarla satılan son derece pahalı malzemeler, televizyon programlarında kullanılan telsizli yaka mikrofonlarından, kablosuz kulaklıklara kadar her yeniliği camilerimizde görmek mümkün.
Şimdi de Çevre ve Şehircilik bakanlığı ile birlikte “camileri hayatın merkezi haline getirmek” için çalışma başlattılar. Elbette bu, inşaat, tadilat ve satın alma anlamına geliyor. Cami girişleri harem-selamlık olarak ayrılacak, kadınlar için ayakkabı boyutuna göre raflar, cami ışıklandırmaları sarı, kırmızı ve turuncu olarak değiştirilecek, camilere spor, sergi alanları, yayın satış yeri ve rehberlik büroları, hatta çocuk parkları yapılacak…
Bütün bunların ne kadar tutacağı, ballı ihalelerin hangi yandaşlara kalacağı bir yana, yenice ortaya çıktı ki, camilerde FETÖ’cü zaman gazetesi yazarlarının köşe yazıları hutbe olarak okunuyormuş… Ya şimdi?
Son cümleyi de siz deyiverin artık benim yerime…

BAŞKA BİR SAVAŞ - 2

Bence Karl Clausewitz savaşın politik bir araç olduğu konusunda bütünüyle haklı değildi.
Çünkü savaş eyleminin kendine has doğası ve savaşan tarafların kültürü birleşince savaş, hem seyri hem de sonucu bakımından kendisini başlatan politik nedenlerin dışına taşabilir. Böylece salt kendi varlığıyla yeni politikaların inşasına neden olabilir. Bu işin felsefi kısmı... Örnekleyelim.
Birinci dünya savaşında 20, ikincisinde 50 milyon insan öldü. Bu sırada nükleer silahlar ortaya çıktı. 2. Dünya Savaşında sanayileşmiş ülkelerdeki ölü sayısının çok fazla olması, nükleer silahların geliştirilerek savaş alanlarında çok fazla insan gücü kaybetmeden savaşın bir anda bitirilebileceği gibi bir fikre dönüştü. Ve çılgınca bir hızla gelişen nükleer silah teknolojisi şimdi bütün dünya için tehdit. Hiçbir savaşı da bitiremedi. İkinci dünya savaşından bugüne kadar dünya üzerinde çıkan çeşitli çatışmalarda yine 50 milyondan fazla insan öldü. Yani hiçbir şey planladıkları gibi olmadı. Artık nükleer güç dengesi politikaların yönünü belirliyor.
ABD’nin kendi insan kaybını önlemek için yarattığı vekâlet savaşı taktiğinin ürünü olan IŞİD, tam da böyle bir sonuca neden olabilir. Klasik yöntemlerle mücadele yetmez.
Arkasındaki emperyal güç ne kadar cüretkâr olursa olsun varlıklarını sürdürmelerinin temel nedeni toplumsal tabanda buldukları destek. Sözgelimi Aum Şinrikyo örgütü Gaziantep’te hücre evleri kurabilir mi? Hayır, çünkü toplumsal tabanı yok. Ama IŞİD kuruyor.
Demek ki, karşı karşıya olduğumuz terörün desteği dışarıdan, ama insan kaynağı ülkemizde.
Şu halde bu teröre karşı ABD ve diğer güçlerin bütün desteklerini kesmek kadar bu kaynağı hedef alan bir güvenlik sistemi kurmak da önemli…
Bu örgütün taban bulduğu halk kesimlerinin içine nüfuz eden bir istihbarat sistemi ilk adımdır. İkinci adım, bu örgütlerin toplumsal tabana yayılacak kışkırtmalarına karşı halkı da içine alan bir savunma planıdır.
2007 yılında ilk darbenin vurulup, 2013 yılında bütünüyle kapatılan Seferberlik Tetkik Kurulları, sözünü ettiğim bağlamda yeniden yapılanmalıdır, ama AKP’nin milis kuvveti olarak değil, bir cumhuriyet kurumu olarak...
Yoksa terör örgütleri yetmezmiş gibi bir de eli silahlı dünürler, istihbaratçı enişteler çıkar piyasaya…

FETVA
Kep altı - Resim : 2
Goethe, Wagner ile konuşan Faust’a şöyle söyletir: Varsa söyleyecek şeyiniz, gerek mi süslü sözler seçmeniz?
PKK ile açılım yaparken, mele, şeyh ve imamları kullandılar. “Kanaat önderi” diye ortaya sürülen adamlar PKK açılımını hadislerle, ayetlerle desteklemeye çalıştı. Diyanet bile…
Çünkü diyecek sözleri yoktu, PKK ile pazarlığı başka nasıl kabul ettireceklerdi?
Peki, açılımı sonlandırıp PKK ile mücadele etmeye başlanınca bunların hiç birini gördünüz mü? Hayır, çünkü yapılan doğru işi anlatabilmek için buna gerek yoktu.
FETÖ ile birlikte memleketin altını üstüne getirirken hep dini kullandılar. Türk Ordusu’nu hapsedip, kışlalarını basarken şeyhler, imamlar, mollalar çünkü anlatmak için buna ihtiyaç yoktu…
Ne zaman sıkıştılarsa, aynını yaptılar, 2010 referandumunda da cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de…
Şimdi başkanlık sistemi için referanduma gidiliyor. Kendi tabanlarına bile diyecek sözleri yok.
Ve imamlar, şeyhler, meleler tekrar çıktı piyasaya… Eski Refah Partili Şevki Yılmaz mesela, “hadis var, evet çıkacak siz de evet oyu verin” diyor. Hizbullahçı Metin Kaplan, “hâkimiyeti Allah’a vereceğiz” diyor. Bir AKP yöneticisi, “bu referandum değil, camilerimizi basanlarla hesaplaşmamızdır, evet deyin” diyor.
Örnek çok… Çünkü söyleyecek sözleri yok.
Halkı şimdiden bölen ve Türkiye’yi kargaşaya sokan başkanlık sistemini başka nasıl yutturacaklar?

RAKKA MESELESİ
Kep altı - Resim : 3
Kısa yoldan anlatacağım.
Müezzin ezan okurken delinin biri minareye çıkmış. Ezanı yarıda bıraktırarak, “haydi gel aşağı atlayalım” diye müezzini ikna etmeye çalışıyormuş. Biraz da eliyle zorlamaya başlayınca akıllı müezzin, “dostum” demiş, “buradan aşağı atlamak da iş mi, beş yaşında çocuk bile yapar. Asıl iş aşağıya inip oradan yukarıya atlamak, gel onu yapmaya çalışalım…”
Deli bakmış müezzin haklı, “haydi” demiş ve aşağı inmiş…
Demem o ki, burnumuzun dibindeki PYD bölgeleri dururken 200 km aşağıdaki Rakka’ya atlamaya çalışan hükümeti ikna etmek için bir müezzin bulalım olmazsa…
Sultan Polat
Payitaht Abdülhamit dizisinde Sultan’a İngiliz elçisini tokatlatmışlar. Elbette tarih böyle değil, ama mesele o senaryoyu yazan kültür.
Menderes’in öğrencileri tartaklamasını, Erdoğan’ın Soma’da vatandaşı yumruklamasını hatırladım. Polat Alemdar kafası. Kutsuyor Abdülhamit’i, ama bir sultanın nasıl davranacağını bile bilmiyor. Abdülhamit, bütün yanlışlarına rağmen en azından gerçek bir sultandı, Polat Alemdar değil…
Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları