26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Onlar çıktı biz girdik!

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

A+ A-

Yunanistan istatistik rakamlarıyla oynayarak, yani AB’yi de dünyayı da ekonomik göstergelerinde hile yapmak suretiyle aldatarak, el parasıyla tüketip, gününü gün ettikten sonra 2008 yılında tarihinin en kötü ve ağır ekonomik krizine ve çöküşüne girdi. Yunan halkı tavernalarda “sirtaki” yaparak, uzun-uzun “siestalar” yaparak yaşadığı “tatlı hayattan” uyandı. Yoksullaşan, işini kaybeden, emekli maaşını bile alamayacak duruma gelen Yunan halkı büyük bir toplumsal sosyal ve ekonomik kriz ve dram yaşamak zorunda kaldı. IMF ve AB karşıtı söylemleriyle iktidara gelen Çipras ise yeni düzene boyun eğdi, biat etti.

Çipras’ın sözde solculuğu “kravat” takmayan “isyankâr delikanlı” görünümünden öteye geçmedi, geçemedi.

Ve ağır işsizlik-borç yükü altında ezilen ve “resesyona” giren Yunan ekonomisi tam 8 yıl sonra ancak resesyondan çıkış sinyalleri vermeye başlayabildi. Bunları yazmamın sebebi; Türkiye’deki gidişata dikkat çekmek istememdir.

Üretimden kopuk, sıcak para ile ağır biçimde borçlanan Türk ekonomisinde hala ithalat ve tüketimi kamçılayan “sözde” tedbir ve teşebbüslerin durumu daha da kötüleştirmesinden endişe etmemdir.

Çünkü Yunanistan bile artık resesyondan çıkarken, Türkiye uzun süredir yaşadığı “durgunluk içinde enflasyon ve işsizlik” sürecini maalesef daha da derinleştirmeye başladı. Arazi rantçılığı ve yap-sattan ibaret bir ekonomi anlayışı, yatırım yapamayan ve sadece ithalat ve borçlanma yoluyla tüketen bir çıkmaz sokakta ilerliyor. Kuşkusuz ki, dünyadaki “uzun ekonomik durgunluk” da bizim ekonomik gidişatımızı olumsuz etkiliyor. Ancak Türkiye’deki, siyasi kamplaşma ve kutuplaşma, terör saldırıları, darbe girişimleri, laiklik karşıtı hareketler vb. ekonomide istikrarı ve yatırım ortamını bozuyor ve zehirliyor.

Bu nedenle dünyada negatif yönde ayrışıyoruz ülke riskimiz yüksek görünüyor. TL hızla değer yitiriyor. Kredi derecelendirme kuruluşları “yatırım yapılamaz” notları veriyor.

Öyle ki, Fransa-İngiltere-ABD 10 yıl vadeli tahvillerini yüzde 1-1.5 faiz oranı ile ihraç ederken, Almanya, Japonya, İtalya 10 yıl vadeli tahvillerine “binde 5” bile faiz vermezken, Türkiye 10 yıl vadeli tahvilleri için yüzde 10-11 faiz ödemek zorunda.


TÜKETİM VE BORÇ YORGUNUYUZ

Genç nüfusumuzun arzu ve beklentileri yüksek hatta sonsuz. Ama Türk ekonomisinin onlara verebilecekleri sınırlı ve yetersiz.

Türkiye’de tasarruf oranları emsal ekonomilerle kıyaslandığında son derecede düşük.

Hindistan ve G. Kore’de yüzde 35, Çin’de yüzde 50 civarında olan tasarruf oranı, Türkiye’de yüzde 13-14’e kadar inmiş vaziyette.

Bunun anlamı, yetersiz tasarruf, aşırı tüketim, yetersiz yatırım, aşırı dış kaynak ihtiyacı demektir.

Tüketerek büyümeye çalışmak, kalıcı gelir artışı ile desteklenmediği için hane halklarını ağır biçimde borca batırmış durumda.

2002 yılında yüzde 2 civarında olan hane halkı borçlarının milli gelire oranı, şimdilerde yüzde 55’lere kadar yükselmiş durumda.

Tüketici kredilerinin bugün (ihtiyaç, araç, konut vb.) 400 milyar TL’yi aşması, Türk milletinin tam bir “tüketim toplumuna” doğru dönüştüğünün açık bir göstergesi niteliğinde.

Üretmeden tüketen, tasarruf etmeden borçlanan bir topluma dönüşüyoruz. Borçlanarak adeta çocuklarımızın istikbalini bugünden tüketmiş oluyoruz.

426 milyar doları bulan toplam dış borçlarımız ise alarm veriyor. Bunların çevrilmesi artık hem daha zor hem de daha maliyetli olacak gibi görünüyor. Türkiye ekonomisi sağlıklı büyümüyor, büyüyemiyor.

Olan da “kof” bir büyüme olduğu için, insanımızı zenginleştirip, ülkeyi kalkındıramıyor. Tüketerek büyümenin, insanların gelir düzeyi sağlıklı ve kalıcı bir biçimde artmadığı sürece sonunun olmadığını kimse görmek istemiyor.

Nitekim hala sıcak para girişlerinden medet umuluyor, ithalata dayalı aşırı tüketim körükleniyor. İhracat yerinde sayıyor, yatırımlar ise azalıyor.

Emir-komuta ile faizleri düşürmeye çalışarak, insanlar taksitle borçlanmaya, taksitle tatile, taksitle karın doyurmaya teşvik ediliyor.

Tüketmek moda gibi, statü gibi gösteriliyor ve görünüyor.

Öyle ki, tüketim harcamalarının milli gelir içinde oranı yüzde 70’i aşmış durumda.

Hâlbuki gerçekçi kur uygulanarak, üretim ekonomisine yönelik adımlar atmak, insanların harcanabilir gelirlerini kalıcı olarak arttırmak, kumarhane kapitalizminden karma ekonomik modele doğru yönelmek gerekiyor. İstikrar, güven, hukuk devleti gerçekçi kur olmaz ise, faizler zoraki düşürülse bile para yatırıma yönelmiyor. Buna benzer durumlara “likidite tuzağı” deniyor.

Bu öyle bir tuzak ki, ABD, AB, Japonya trilyonlarca parayı basıp, piyasaya sürdükleri halde bu para kalıcı-istihdam yaratan yatırımlara yönelmiyor, aksine kısa vadeli spekülatif alanlara park ediyor.

Son söz, insanlar ağır borç yükünden ve aşırı tüketim yarışından bıktı ve yoruldu artık!

Uyarılarımızı ve önerilerimizi iyi niyet ve samimiyetle, bilgi ve deneyimlerimize dayanarak ısrarla yazıp-söylüyoruz. Ama ortada duyan ve dinleyen pek görünmüyor, ne dersiniz?