17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

40 yıl önce 40 yıl sonra...

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Yarın 11 Temmuz 2018. Akademisyen, sanat tarihçi, eleştirmen, yazar ve çevirmen Bedrettin Cömert’in (27 Eylül 1940 - 11Temmuz 1978) katledilişinin üzerinden tam kırk yıl geçmiş.
Türkiye’nin siyasi tarihinin en kritik, en yıkıcı, kanlı Amerikancı darbelerinden birisi olarak tarihimize geçen 12 Eylül 1980 darbesine hazırlık planları kapsamında bir kaos kurgusu olarak gerçekleştirilen bu cinayet, dönemin bir dizi siyasi cinayetlerinin başlangıç yıllarına denk düşer.
Cömert’ten üç ay önce de savcı Doğan Öz katledilmişti. Cömert’ten sonra 79’da Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, gazeteci Abdi ipekçi ve bilim adamı Cavit Orhan Tütengil, 80’de TRT yapımcısı, gazeteci Ümit Kaftancıoğlu, eski başbakan Nihat Erim ve DİSK başkanı Kemal Türkler, 90’da Türk Hukuk Kurumu Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy, Prof. Dr. Bahriye Üçok, Turan Dursun ve gazeteci Çetin Emeç, 92’de Musa Anter , 93’de Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, 94’de Onat Kutlar, daha sonraları Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Hrant Dink vd. katledildi.
Fakat öyle ya da böyle bu planlı cinayetlerin hemen hepsi de “faili meçhul” olarak kaldı.
Böylece Türkiye planlı olarak adım adım bir siyasi kaosa sürüklendi: Amerikancı 1980 askeri darbesinin arkasından 1990’da ideolojik saldırı, 2000’li yıllarla birlikte başımıza musallat edilen BOP projeleri Ergenekon, Balyoz, ODATV ve 15 Temmuz darbeleri oldu biliyorsunuz.
Türkiye’nin bugünkü siyasi açmazlarında da karşı karşıya kaldığı bölünme ve var olup olmama sendromunda da önemli etkileri olan bu kaos planı Bedrettin Cömert cinayeti 11 Temmuz 1978 Salı günü sabah saat dokuza doğru gerçekleşti. Cömert, o sıra hem Hacettepe Üniversitesi’nde çıkan terör olaylarını araştırmak için kurulmuş komisyonun hem de Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Başkanlığı’nı yapmaktaydı. Bu yüzden de ölüm tehditleri almaktaydı.
O sabah saat 08:45’de Ankara Gaziosmanpaşa’daki evlerinden çıkan Cömert ve İtalyan eşi Maria yolda yolunu kesen iki katil tarafından çapraz ateşe tutuldular. Kendisi olay yerinde can verdi. Eşi ise ağır yaralandı.
Eğer katledilmeseydi o gün Türk Dil Kurumu’nun XVI. Kurultayı’na katılacak ve E. H. Gombrich’in ünlü kitabı Sanatın Öyküsü’nün çevirisiyle kurumun 1977 Çeviri ödülünü alacaktı.
TAM BİR ‘KAFAYI MI YEDİN SEN’ NEREDESİN TÜRKİYE HİKAYESİ?
Toplumumuz yüz küsur yıldır bir “ulus olma” savaşı veriyor. Bir türlü sona ermeyen bu içi - dışı birbirine karışmış savaşın nihai sonuna doğru hızla ilerliyor.
Bunları yeniden tekrarlamak istemem. Fakat şunun altının özellikle çizilmesi zorunlu: Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyetin’e evrilişimiz ve bunun da bir bağımsızlık ve modernleşme / aydınlanma merkezli tarihsel bir sıçrama ile gerçekleşmesi tarihi önemdedir. Çünkü “ulus devlet” olma yoluna girmiş olan Türkiye, her ne kadar “bir ileri iki geri” yapıp dursa da bu çağdaşlaşma savaşı günümüze de geleceğimize de damga vuran bir dizi git - gel zemini üzerinde gerçekleşiyor ve -ne olursa olsun- halen de bütün hızıyla devam ediyor. Açıkçası 24 Haziran 2018 seçim sonuçları da bunun en son göstergesi.
Fakat bu öyle kolay yaşanmadığı gibi her kritik aşamanın arkasından da bireysel, ailesel, toplumsal, kültürel, ailevi trajik sonuçlar yaşıyoruz ve öyle görülüyor ki daha da yaşayacağız...
Burada Bedrettin Cömert cinayetini yeniden anlatmak, anısını canlı tutmak ve saygıyla anmak onun kim olduğundan ve öneminden söz etmek istemedim. İnternet ortamında bunun bilgileri fazlasıyla var. Benim derdim o değil. Fakat 2000’li yıllarımızı sözde fikirleriyle kirletmiş olan ikinci cumhuriyetçi neoliberal sözde demokratlarımızın hani şu “Türkiye kendi geçmişiyle yüzleşmeli” fetvaları var ya onun için ben bu yazıda size Cömert ailesi üzerinden yaşanan büyük iki yüzlülüğü, insani, ulusal, toplumsal, kültürel aymazlığın ve kıymet bilmezliğin sağır bir toplumun trajedisine dikkat çekmek istiyorum, o kadar.
O hain cinayetin ardından Vezirköprü Müftüsü Hafız Nuri’nin torunu Bedrettin Cömert’in eşi Maria Agostina, İtalyan Büyükelçiliği’ndeki işine her gün polis koruması altında gidip geldi. Fakat süren tehditlere ancak bir yıl dayanabildi ve iki oğlu Ergun ve Kemal’ın geleceği ve can güvenlikleri için Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Önce Fransa’ya sonra da memleketi İtalya’ya yerleştiler. Ergun zamanla belirli sözcükler dışında Türkçe’yi unuttu. Kemal ise hiç öğrenemedi bile. Kitaplarını okuyamadıkları babalarını hep annelerinden dinlediler. Bir daha da babalarının uğruna canını vermiş olduğu Türkiye’sine hiç dönmediler, dönemediler.
Bu her anlamda tam bir Türkiye trajedisi aslında. Cömert’in dede tarafından gelen “müftü, hafız” tanımlamasını altını çizmeyi özellikle tercih ettim. Çünkü söz konusu kültürel katmanlar ile -sanki o kültüre karşıymış gösterilen ya da öyle algılatılmaya çalışılan doğal iki farklı kültürel kuşağın nasıl da birbirinin devamı olduğunu göstermek istedim aklımca.
Daha ne diyeyim? “Kafayı mı yedin sen” neredesin ey Türkiye?