17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

AKP futbola neden abanıyor?

Çetin Susan

Çetin Susan

Eski Yazar

A+ A-

2017 Mart’ında, 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine ev sahipliği yapmak için başvuruda bulunan Türkiye, UEFA’nın Eylül ayında vereceği kararı bekliyor. Diğer aday, Almanya. Türkiye’nin 9 kentindeki 10 stadyum şampiyona için aday gösterildi, aralarında İzmir yok! Stadı yok da ondandır diye düşünenlerdenseniz, hatırlatırım ki temeli bile atılmamış ‘yeni’ stadıyla Ankara adaylar arasında.
AKP’nin belli aralıklarla depreşen büyük spor organizasyonlarına talip olma hevesi, en son 2020 Olimpiyat Oyunları karar toplantısı için cumhur cemaat Arjantin’e gittikleri döneme rastlamıştı. Dönemin başbakanının başını çektiği uçaklar dolusu ‘önemli’ şahsiyet, fevkalade iddialı Güney Amerika çıkarmasını gerçekleştirdiğinde, tarih 2013’ün Eylül’üydü... Fakat bu ‘Neo-Osmanlı’ harekâtı geri tepti ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi(IOC) Oyunları Tokyo’ya verdi.

Gezi Direnişinin AKP liderinde yarattığı onulmaz tahribata, bir de olimpiyat hayalinin suya düşmesi eklenmişti. Küstüler ve ‘şike var, gayri bu işte biz yokuz’ dediler. Lakin bu ‘daha da gelmem’ gösterisi, bir kandırma ama “kendini kandırma” operasyonuydu. Boşa giden çabaların reaksiyonuydu. Tabii el mecbur olduğundan, alışmadık bünye tövbe tutmadı. Niye ‘el mecbur’, anlatacağım.

ARJANTİN FAŞİZMİ

Madem konu Arjantin’e uzandı, oradan devam edelim. Yıl 1978... Arjantin’de ‘başkomutan’ Jorge Rafael Videla’nın yönetime el koymasının üzerinden iki yıla yakın zaman geçmiş. Faşizm doludizgin... İşte bu Arjantin, futbolda 1978 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapıyordu. Adı diktatörlüğün Ölüm Mangaları’nın listesinde yer alan, dönemin yakın tanığı Uruguaylı gazeteci ve yazar Eduardo Galeano, bakın o günleri nasıl anlatıyor:

“Buenos Aires’in Monumental Stadı’ndaki açılış töreninde marşlar çalınırken, General Videla, Havelange’ye(FİFA Başkanı) nişan taktı. Oradan birkaç adımlık mesafede Arjantin’in Auschwitz benzeri işkence ve yok etme merkezi Mekanize Piyade Okulu’nda bir takım masum işler çevrilmekteydi. Ve oradan birkaç kilometre uzakta da uçaklar mahkûmları diri diri denizin dibine yolluyordu.

FİFA Başkanı, televizyon kameraları karşısında, ‘Sonunda dünya Arjantin’in gerçek görüntüsünü görme fırsatı bulacaktır.’ diyordu. Özel davetli (ABD Dışişleri Bakanı)Henry Kissinger de şöyle konuşuyordu: ‘Bu ülkenin parlak bir geleceği var.’ Açılış vuruşunu yapan Alman ekibin kaptanı Berti Vogts, birkaç gün sonra şöyle bir açıklamada bulunuyordu: ‘Arjantin, hukukun, düzenin hâkim olduğu bir ülke; ben siyasi mahkûm falan görmedim.’ Kupayı alma anında Hollandalı oyuncular, Arjantin diktasının şeflerini selamlamayı reddettiler.”

KURAL: HER ŞEY GÖZ KAMAŞTIRICI OLACAK!

Bilirsiniz, diktatörlerin iplerini elinde tutanlarla beraber, destekçileri, işbirlikçileri, yandaşları, yancıları, yalayıcıları, ispiyoncuları, ayakçıları falan da hızla oluşur çevrelerinde. Yani şaşılacak bir şey yok aslında bu satırlarda. Devam ediyor Galeano:

“Basın merkezi son derece modern, statlar muhteşem, havaalanları yepyeni; kısacası her şey göz kamaştırıcıydı. Gelirler ve giderlerse tam bir devlet sırrıydı. Milyonlarca dolarlık masraf ve savurganlık olduğu muhakkaktı ama masrafların yekûnu hiçbir zaman açıklanmadı. Bir taraftan da insanları yok etme planları tam gazla uygulanıyordu. ‘Nihai çözüm’ adını verdikleri planlarıyla binlerce Arjantinliyi iz bırakmadan katlettiler; ölenlerin sayısı hiçbir zaman tam olarak bilinemedi; kim öğrenmeye çalışıyorsa, her ne hikmetse yer yarılıp içine giriyordu.”

78’de Arjantin ilk Dünya Şampiyonluğuna uzanmadan önce, 4 farka ihtiyacı olduğu finalisti belirleyecek maçta, grubunu lider bitirmiş Peru’ya 6 fark atmayı başarıyor(!) ve Peru takımı ülkesine dönüşünde taşlanıyordu. FİFA-Arjantin konsorsiyumu için, her yol mübahtı! Söz tekrar Galeano’da:

“Bütün şampiyona boyunca birkaç kez tökezleyen Arjantin, yerel muhabirler tarafından zorunlu olarak göklere çıkarıldı. Ne oyuncuları ne de teknik direktörü eleştirmek söz konusuydu. Ülkenin dışarıda yaygın olan kötü imajını örtmek amacıyla, dikta rejimi bu konularda uzmanlaşmış bir Amerikan şirketine yarım milyon dolar ödemekten kaçınmadı. Burson-Marsteller şirketi uzmanlarının raporunun başlığı şöyleydi: Ürünler için geçerli olan, ülkeler için de geçerlidir.”

FİFA, FAŞİZMİN YANINDA...

“Dolarları buhar edip yok etmede, ani servet yaratmada bir hokkabaz gibi ustalaşmış olan Amiral Carlos Alberto Lacoste, kendisine rakip olabilecek bir başka asker kökenli kişinin esrarengiz bir cinayete kurban gitmesinin ardından Dünya Kupası’nda tek adam durumuna geldi. Lacoste, muazzam meblağları kimseye hesap vermeden kullanıyordu; galiba bu meblağların bir kısmı dalgınlık eseri cebine girmişti.
Diktanın Maliye Bakanı Juan Alemann, kamu kaynaklarının sorumsuzca harcanması konusunda bir takım yersiz sorular ortaya attığında, amiral alışılmış uyarılarından birini daha yapmakta gecikmedi: ‘Kabak başlarında bir bomba gibi patlayacak olursa sızlanmasınlar.’ Gerçekten de Arjantin seyircisi Peru’ya atılan 4.golü çılgınca alkışlarken Alemann’ın evinde, kimin tarafından yerleştirildiği belli olmayan bir bomba patlayıverdi.

Dünya Kupası’nın sonunda Amiral Lacoste, organizasyonda göstermiş olduğu çabaların bir ödülü olarak FİFA’nın başkan yardımcılığına getirildi.”

BETONA GÜVENMEK

Aradan geçen 40 yıl ve aradaki 13 bin kilometreye rağmen, Arjantin’le ne çok şeyimizin benzeştiği dikkatinizi çekmiş olmalı. Neyse ki, ülkemizde ne faşizan uygulamalar var ne de diktatörlüğe öykünen yöneticiler... Türkiye’ye dönelim. 15 yıllık AKP iktidarının, kendince hanesine yazdığı hemen her şeyi oldu. 15 Temmuz ‘destanı’, Afrin ‘destanı’, Davos ‘destanı’, Ergenekon-Balyoz ‘destanları’, Açılım ‘destanı’... Atatürk’ü, bayramları yasaklayacak, ulusal marşı beğenmeyecek hadsizliklere kadar götürdüler işi...

Ama şöyle dünyanın gözünü dikip izleyeceği, milyarlarca insana ulaşacak, egoyu uzaya fırlatacak bir fırsat yakalayamadılar. Bunun en kestirme ve etkili yolunun, olimpiyat veya Dünya/Avrupa futbol şampiyonaları olduğunu bildiklerinden, ısrarla talip oluyorlar. Bu işin bir yönü.

Diğer yandansa; ülkenin gerçek manzarasının, evrensel gelişmişlik kriterleri açısından felaket durumda olması harekete geçmelerini tetikliyor.

Peki neye güvenip de talip oluyorlar Avrupa Şampiyonasına derseniz, çimentoya... Evet, çimentoya, yani betona... Sorun kafada elbet; zannediyorlar ki, 20 tane stadı diktik mi, iş tamamdır! Kapasitesi sınırlı yandaşlar da şaşkın şaşkın; bunca beton döküldü, stat yapıldı, futbol niye gelişmiyor diye sızlanmıyorlar mı?

REZİL OLMUŞTUK

Bakınız, 2013’te çok önemli bir turnuvayı, FİFA’nın dünya ölçeğindeki 2. büyük organizasyonu olan 20 Yaş altı Dünya Futbol Şampiyonası’nı düzenledi Türkiye. İstanbul dâhil 7 kentteki “futbol aşığı” yurttaşlarımızın ayağına, 5 kıtadan 24 seçkin ülkenin takımı geldi. Başka deyişle, dünya futbolunun gelecek 10-15 yılına damga vuracak genç yıldızlar.

Geldiler de ne oldu? Rezil olduk!.. 52 karşılaşmanın seyirci ortalaması, kampanyalara rağmen 5 binlerde kaldı! Geçmişteki 17 şampiyonanın en düşük seyirci sayısıydı bu. 30 yıl önce Meksika’da, üstelik 16 takım katıldığı halde bu sayı 36 bindi. Rusya ve Arabistan’da 20, Kanada ve Şili’de 22, Avustralya’da 15, Kolombiya ve Mısır’da 25 bindi ortalama seyirci.

Bir de uluslararası sabıkamız var ki, futbol tarihine geçmiştir. Tarih 10 Eylül 2013, yer İstanbul Kasımpaşa Stadı. Türkiye ve İsveç Ümit Milli Takımları Avrupa Şampiyonası elemelerinde karşılaşıyorlar. 19.00’da başlayan maçın 23.dakikasına gelindiğinde her şey normal seyrederken İspanyol hakem maçı durduruyor. Sebep, stada dolan biber gazı! Ta, Taksim’de polis öyle bir gazlıyor ki ortalığı, maç ancak 1 saat 40 dakika sonra tekrar başlayabiliyor. Ötesi, Milli Takım’ın hocası Abdullah Ercan’ın, “Biber gazından etkilendik” açıklamasını Futbol Federasyonu sansürlüyor.

Kendi ülkesinde, milli takımının kalecisini maç başlamadan küfürden bezdirip, sahadan kaçırtan; yine küfürden ve sahaya müdahaleden hemen her hafta birkaç tribünün kapatıldığı bir ülke değil mi burası? Varsayalım ki, İsrail şampiyonaya katıldı, 7/24 hamaset pompaladığınız, ‘yerli-milli’ diye diye doldurduğunuz seyirciden nasıl koruyacaksınız sahadakileri? Kendi kalecinizi bile koruyamazken...
Bunları, ülke standartlarımızı hatırlatmak için yazdım. Beşeri vizyon açısından böyle bir ülkede yapmak istiyorlar Avrupa Futbol Şampiyonası’nı... Sloganları: Çimentomuz da var, paramız da hamdolsun!

AKP futbola neden abanıyor? - Resim : 1

DÜNYA LİGİNDEKİ YERİMİZ

Evrensel gelişmişlik kriterleri demiştik, oradan sürdürelim. Dünya liginin neresindeyiz bakalım? OECD’nin ‘2017 Kaliteli Yaşam Endeksi’ verilerine göre, 35 üye ülke arasında; uzun çalışma süresi ve işsizlikte birinci, eğitime katılım, kişisel zaman kullanımı, kişi başına düşen oda sayısı, hane halkı zenginliği ve çevresel su kalitesinde sonuncuyuz. Başka bir endekse göre, ‘taklit ürün’de Dünya 2.si...
Gelir dağılımındaki adaletsizlikler, yoksulluk, açlık sınırının altındaki asgari ücret, işsizlik, iş cinayetleri, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne konulan engeller, kurucu lidere ve Cumhuriyet değerlerine saldırılar, kadınlara negatif ayrımcılık, yasa dışı bireysel silahlanma, niteliksiz gerici eğitim, yargı üzerindeki baskılar, medya ve internet sansürleri, yandaşlara peşkeş, torpil, kayırma, rant paylaşımı, yolsuzluklar, usulsüzlükler, toplumu kutuplaştıran sistematik söylem ve uygulamalar, fiilen yok edilen kuvvetler ayrılığı ve denetim mekanizmaları, anayasa ve yasa ihlalleri, seçim güvenliği, çevre katliamları...
Sorunlar say say bitmiyor, uzatmayalım. Ne yalanla, palavrayla, göz boyamayla, ne illüzyonla bu tabloyu gözlerden kaçırabilirsiniz. Mızrak çuvala sığmıyor! Bunu dünya görüyor, Türkiye yaşıyor. Yapılacak şey, geçici mutluluklarla günü kurtarmak, dikkatleri dağıtarak tabloyu pembeye boyamak olabilir ancak. Bu makyaj için Arjantin diktası, Burson-Marsteller’e yarım milyon dolar ödememiş miydi?
Diyelim aldınız organizasyonu, hangi yüzünüzü göstereceksiniz? Marmaray, köprü, cami... Başka? Deniz, kum, plaj? Ama hangi plaj? Harem-selamlık tesisleri, içki yasaklı kent çarşılarını falan gösterecek misiniz mesela?..
Aslî amaçları; çuvala sığmayan mızrağı, futbol şalıyla örtebilmektir. Elleri buna mecbur... Çok yaşayası yandaş yazar demiş ki: Spor, artık bir ülkenin gelişmişlik kriteri... “Futbol”un aklı ve vicdanı olsa, Türkiye’yi mi seçerdi, Almanya’yı mı?