30 Nisan 2024 Salı
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Artık bu oyunun tadı kalmadı (!)

Ekrem Ataer

Ekrem Ataer

Gazete Yazarı

A+ A-

Dede usanmıştır artık. Her geçen gün farklı bir anlayışın, farklı seslerin, farklı nazarların üzerine geldiğini hisseder. Uyum sağlamaya çalıştıkça onu devleştiren değerlerden uzaklaştığını, direndikçe de etrafının ondan yüz çevirdiğini, onu eski ve köhne gördüğünü düşünür. Enderûn’un duvarlarında başka sesler çınlamaktadır. Kulaklarının dibinde dans eden notalar ona geçmişe dair hiçbir şey hatırlatmadığı gibi geleceğe dair umut da vermez. Çıldıracak gibidir… Onlara benzemeye kalktıkça kendini tanıyamaz. Sonunda verir kararını, Enderûn ahalisi ile helalleşir, giyer harmanisini ve arkasına son bir kez bakıp çıkar kapıdan. Bir daha da hiç dönmez. Yakalandığı kolera hastalığından kurtulamayarak 29 Kasım 1846’da Mina’da vefat eder. Mekke’deki Hz. Hatice’nin ayak ucuna defnedilir.

Artık bu oyunun tadı kalmadı (!) - Resim : 1

Hammâmizâde İsmail Dede mûsıkî alanında Osmanlı Türkiye’sinin en önemli isimlerinden biridir. Mûsıkîde modernleşme konusu açıldığında ona atfedilen ve neredeyse atasözü haline gelen bir de kelâmı vardır; “Artık bu oyunun tadı kalmadı.” Bu sözün Enderûn’daki mûsıkî kuramını alt üst eden Padişaha ve Batı öykünmeci modernizasyona karşı sarf edildiğini bilsek de Ahmet Hamdi Tanpınar “Yaşadığım Gibi”de bu cümleyi şöyle yorumlar: “Bu, sade efendisini kendisine lâyık görmeyen bir saray adamının sözü değildir. Daha ziyâde bir âlemin tükendiğini, bir zevkin, bir anlayışın, bir yaşama tarzının sona erdiğini ilândır.”

Tanpınar sonuna kadar haklıdır!

* * *Artık bu oyunun tadı kalmadı (!) - Resim : 2

Ulusal Marşımızın ve daha birçok dizelerin sahibi Mehmet Akif de paltosunu giyip çıkmıştır kapıdan (!) ve bu millet bir daha da görmemiştir yüzünü. Çelebidir Akif, sükûtu en etkili ikrar bilenlerdendir. Vatanseverdir, ehl-i dildir, kelâm ve kitap sahibidir. Yana yakıla anlattığı ‘’Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer’’ bu sefer onun mu canını acıtmıştır? Ya da ‘’Medeniyyet denilen tek dişi kalmış canavar’’ mı düşmüştür peşine? Bilemeyiz.

* * *

‘’Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan’’ bu güzel memleketi bizlere hatırlatan Nâzım neden arkasında bir vapur düdüğü bırakarak karşı sahile geçmiştir. Son demine kadar neden saçlarının akında, yüreğinin infarktında ve alnının çizgisinde saklamıştır memleket hasretini.

Attila İlhan’ın neydi o kasketini eğip, müstehzi gülümseyerek devlerin aslında nasıl cüce olduğunu anlatırken ki güveni. Yalçın Küçük’ü çileden çıkartıp masaya yumruğunu vurdurtan kalp ağrısı neydi?

Cemil Meriç’e Bu Ülke’yi yazdıran, Ruhi Su’yu operanın konforundan fabrika sirenlerine çeken neydi?

Saymakla bitmez…

Artık bu oyunun tadı kalmadı (!) - Resim : 3

* * *

Ve bugün…

Nedir bu tarif edilemeyen tatsızlığın, yavanlığın sebebi? Yeni diye zorladıklarımız neden üzerimize bir türlü oturmayan urba gibidir, sakil ve biçimsiz. Kumaş mıdır bizden olmayan, kesen makas mı yoksa terzi dükkanının çalışanları mı?

Bu kadar zengin başka bir millet, başka bir kültür olmadığı halde nedir bu içe kapanma ya da yolunu şaşırıp darmadağın olma.

Teoman’dan Mete’ye, Selçuklu Türkeli’nden, Kayı’nın Osmanlı’sına ve oradan da Cumhuriyet Türkiyesi’ne akan süreçteki göz kamaştırıcı, öncü ve devamlılığa dayalı gücün ne zaman farkına varacağız?

Ne zaman Korkut Ata mesellerinden Eflâtun Cem Güney’e, Hüseyin Baykara sohbetlerinden, Enderûn iklimine, Herât Okulu’ndan Cumhuriyet Üniversiteleri’ne bağlanan damarın aynı damar olduğunu göreceğiz?

Gurur duymamız gereken ‘Alla Turca’ terimini dahi geleneksel helâ ile eş tutarak aşağılama zilletinden çıkarıp, bir iftihar noktası olduğunu ne zaman anlatacağız?

* * *

Emperyalizmin ve kapitalizmin ‘geleceksen yok et kendini öyle gel’ dayatmasının ve projesinin farkına varmanın tek yolu özgüven tazelenmesidir. Özgüvenin ayağa kalkması için de tarih içindeki yol haritamızın farkına varmak gerektir.

O farkındalık ve özü ayakta tutmak için Kaşgarlı kâğıda mürekkebe sarılmıştır… Hacıbektaş Dergâhı yeni bir coğrafyada yeni bir devlet oluşumunun virajında onun için inşâ edilmiştir. Yunus onun için şiirler yazmıştır, Geyikli Baba onun için değişim sürecinin tam da ortasındadır. Siyasetnâme tam da bunun için yazılmış, Ahmed Yesevi’nin nefesi, hiç gelmediği Anadolu’ya onun için ulaşmıştır. Onun için Gâziyanlar, Âhiyanlar, Bâcıyanlar, Abdalanlar otağın dört direğini omuzlamışlar, geçmiş ile geleceği harman etmişlerdir. Yeniyi yaratırken var olanın özünü ve özgüvenini korumak kollamak için. Yeniyi var olanın üzerine inşâ etmek, kızılca günden başı dik ve özgüvenli çıkabilmek, tanınmaz hale gelmemek için.

Mustafa Kemal’in Millî Mücadele sonrasında “Asıl Kurtuluş Mücadelemiz Şimdi Başlıyor” diyerek işaret ettiği tam da budur. Bunun için kurumlar tesis edilmiştir.

Kalemle Kılıcın, Mızrapla Mızrağın Yol Haritası…

Türklerin kültür ve sanat alanında göz kamaştırıcı yol haritası üzerine yaklaşık yıllardır belge, bilgi ve envanter topluyorum. Karşıma çıkan devasa birikimin heyecanına sizleri de ortak etmek ilk hedeflerim arasında. Buna bağlı olarak Bilim ve Ütopya Dergimizde önümüzdeki aydan itibaren bu yol haritasını sizlerle paylaşacağım. Satırlara tanık oldukça, öncesinde yaşananlarla günümüzün çorak ikliminin sebeplerini birlikte arayıp bulacağız. İnancımız odur ki; ileriye sağlam bakabilmek ve programlayabilmek için geçmişi kazanç ve kayıplarıyla masaya yatırmak elzemdir. Satırlarımızın bazen şaşkınlık, bazen takdir, bazen kızgınlık, bazen de reddiyelerle karşılaşacağına hazırlıklıyız. Çalışmamızda toplumların kutsalları ile herhangi bir kavgamız olmamakla birlikte; hiçbir tabu, idol, ilah ve tartışılmaz kimlik anlayışına da mümkün olduğu kadar izin vermeyeceğiz. Türk kültürünün İslam öncesi ve sonrasındaki muazzam zenginliğini hissettikçe, ihtiyacımız olan özgüvenin tesis olacağına inancım sonsuzdur. İşte o zaman mazoşist bir ruh hali ile ‘Burası Türkiye’ diye kendimizi hor görmeyi bırakıp ‘Burası büyük medeniyetler kuran Türklerin son kalesi Türkiye’ diyebileceğiz. İşte o zaman; her gün yurtdışına kapağı atmak hayaliyle yaşayan gençler değil, ülkesinde özgüvenle üretim alanlarının başına geçen bir nesil yaratacağız.

Tüm bunların sanatla, kültürle, hele ki müzikle ne alakası var diye merak edenlerin merakını Bilim ve Ütopya Dergimizdeki yayınlanacak makaleler dizimiz ve açacağımız tartışma ile gidereceğiz diye düşünüyorum.

“Tarih içinde Türklerin Kültür Sanat Yürüyüşü ve Türk Modernleşmesi”

Öyleyse Aydınlık Kültür Sanat yazılarımız yanında Bilim ve Ütopya Dergisi’ndeki tartışmaya da hepinizi bekliyorum…

Nazım Hikmet Mehmet Akif Ersoy Hammâmizâde İsmail Dede Osmanlı Müzik