29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Avrupa’daki çiftçi eylemleri

Cenk Özdemir

Cenk Özdemir

Gazete Yazarı

A+ A-

Avrupa’daki çiftçi eylemleri - Resim : 1

"Bak görüyor musun adamlardaki çiftçileri, nasıl da haklarını arıyorlar?!" 2024 senesinin ilk aylarında Avrupa'yı saran çiftçi ve tarım emekçilerinin eylemleri çokça konuşuldu. Türkiye'de ise daha çok yukarıdaki gibi hayıflanma, özenme cümleleriyle yorumlandı bu eylemler. Aslında bu protesto eylemleri Avrupa'da artık görmeye alıştığımız "tarımsal sorunlar" konulu olağan çiftçi eylemlerinin ötesinde artık uluslararası, ekonomik, siyasi ve çevresel konuları da içermektedir.

Dünyada özellikle 1970'lerde ve 1980'lerin başında ABD/NATO merkezli neoliberal ekonomik sistem ülkelerin başına gerek seçimle gerekse askeri darbelerle göreve getirilen elemanları sayesinde yayıldı. Atamayla getirilen Amerika'da Reagen, Fransa'da Mitterrand, İngiltere'de Tatcher, silah zoruyla başa geçirilen Şili'de Pinochet, Türkiye'de Evren ve Özal bunun örneklerindendir.

Bu sistem bizim gibi ülkelere ne yaptı? Bu sistem milli devletleri yıkmak için gümrük kapılarını açtı, devleti sahadan çekip piyasayı sermayeye terk etti, işçi haklarını geri aldı, sendikaları, işçi-köylü örgütlerini kapattı, örgütsüz toplumda emek sömürüsünün önünü açtı. Birçok KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsü) gibi tarımsal KİT'ler de satıldı, peşkeş çekildi ya da etkisizleştirildi. Bugün gelinen noktada Türkiye'deki tarımın büyük sorunlarının sebebi budur.

Yemin, gübrenin, ilacın, tohumun, elektriğin, mazotun pahalı olmasının sebebi devletçi ve halkçı politikaların terk edilmesidir. Bugün AKP'nin Türkiye'nin ekonomi ve tarımda sorunları çözememesinin temel nedeni de bu neoliberal sistemi devam ettirme ısrarı ya da seçimidir.

ÇİFTÇİ SAYISI DÜŞÜYOR

Gelelim Avrupa'ya. Avrupa'da durum biraz daha farklı tabii. Sömürü sisteminin anavatanı olan Avrupa, kendi işçisi ve köylüsüne sömürdüğü ülkelerden elde ettiği ganimetten bir miktarını ‘sus payı’ olarak verdi. Payını alan Avrupalı işçi, köylü sustu, sınıfını unuttu ve oturdu... Ama son yıllarda ayaklanmaya, hakkını aramaya başlayan Avrupalı üreticiler, emekçiler neden protesto eylemleri düzenliyorlar? Çünkü kapitalizmin çocuğu emperyalizm dönüp dolaşıp yine kendi emekçisini, köylüsünü yok etmeye başladı.

Avrupa'nın örgütlü çiftçisi bile ABD/NATO'nun dayattığı bu savaş ve sömürü düzeninde ayakta kalmakta zorlanıyor. Ülkemizdeki gibi Avrupa'da da küçük çiftçiler yok oluyor. 2005'den günümüze kadar AB'deki çiftçi sayısı yüzde 50'ye yakın oranında azaldı. Yani Avrupa'da da işler bizdeki gibi yolunda gitmiyor aslında.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyaya egemen olma hayaliyle silah zoruyla hegemonya kurmaya çalışan ABD artık eski gücünden çok uzak. Türkiye'nin de içinde bulunduğu Asya ülkeleri ekonomik ve askeri olarak güçlendiler. Asya, sahip olduğu doğal kaynaklar, insan gücü ve paylaşımcı kültürü ile üretmeye ve ekonomik olarak ABD'yi geçmeye başladı ve hatta geçti. Vietnam'da, Afganistan'da, Suriye'de, Türkiye'de yenilen ABD, kazanamayacağı bir savaşı sürdürmek ısrarıyla sonunu hazırlamaktadır.

Kaybedeceği bir savaşa girmek için peşine AB'yi de katan ABD, bu uğurda Ukrayna'yı da ateşe atmaktan geri durmadı. Ukrayna'da ABD saldırganlığına karşı direnen Rusya'ya zarar vermenin yollarından birinin de Rusya'ya ambargo uygulamak olduğunu düşünen ABD, AB'li yandaşlarını da Rusya ve Çin ile ticaret yapmamaları konusunda ikna etti ya da zorladı. Sonunda gelinen noktada Rusya'nın doğalgazına, petrolüne bağımlı olan AB, ABD'den çok daha pahalıya gelen LNG (Sıvılaştırılmış Doğal Gaz)'ye mahkûm oldu. Asya ile olan ticareti zarar gören AB, ekonomik olarak zorluğa düştü. Bunun etkisiyle Avrupa'nın en büyük gücü olan Almanya'da dahi bütçe açık vermeye başladı. ABD düştüğü çukura Avrupa'yı da çekmeye çalışıyor ama buna AB ülkelerinde itiraz edenler de var; mesela çiftçiler itiraz edenlerin başında geliyor.

MERCOSUR ANLAŞMASI

Avrupa'daki çiftçi protestolarını ilgilendiren bir diğer konu ise MERCOSUR yani Güney Amerika Ortak Pazarı ile AB arasında yapılması planlanan fakat tam olarak hayata geçirilemeyen ticaret anlaşması. Brezilya, Arjantin, Uruguay, Paraguay ve Venezüella'dan oluşan MERCOSUR ile AB arasında yapılması planlanan ticaret anlaşmasına göre Avrupa'ya gelecek canlı hayvan, et, tavuk, meyve, kahve, şeker gibi gıda ürünlerinde vergilerin kaldırılması planlanıyor. Bu durum, doğal olarak Avrupalı çiftçilerin hiç hoşuna gitmiyor. Özellikle Fransız çiftçiler bu konuda tepkiliyken Almanya, Güney Amerika'ya yapılacak olası bir otomotiv ihracatı nedeniyle memnun görünüyor. 2000 yılında Meksika ile ticarete başlayan AB, MERCOSUR ile tam bir ticarete başlayamadı çünkü Avrupa ülkelerinin tamamı bu ticarete sıcak bakmıyor ve dolayısıyla anlaşmanın altına imzasını atmıyor. Yani anlayacağınız AB'de çıkarlar çatışıyor, anlaşmazlıklar büyüyor.

Diğer yandan Avrupa daha doğrusu "Batı" yine dünyayı kurtarma maskesini takıp yeni bir anlayışı, yeni bir görevi insanlığın önüne sürdü: Avrupa Yeşil Mutabakatı. Bu kapsamda "Yeşil Kurallar" ortaya kondu ve çevreci örgütlerle beraber "Sera gazı emisyon hacmi ve karbon salımı"nı düşürme hedefiyle AB'de "çevreci yasalar" çıkarıldı. Fosil atık kullanmayı bırakma, metan gazı salımına etkisi olan büyükbaş hayvancılığı azaltma, tarımda kullanılan bazı herbisitleri (yabancı ot ilacı) yasaklama gibi eylemler hayata geçirilmeye başlandı. Bu yeşilci hareketle 2030 yılına kadar sera gazı emisyon hacmini yüzde 50'lere kadar indirilmesi amaçlandı.

AVRUPALI ÇİFTÇİNİN İSTEĞİ

Fosil yakıtlarla sanayileşen, hayvancılıkla nesillerini et ve süt ile besleyen Avrupa, ne olduysa birdenbire çevreci kesildi, tam da Asya ülkeleri, üretimde atağa kalkmış ve Batı’yı sollamaya başlamışken?! Bu, tartışmaya açık ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Biz konumuz olan Avrupalı çiftçilere bakalım; ne istiyorlar neden lastik yakıp sağa sola gübre fışkırtıyorlar?

Avrupa'da çiftçi eylemleri yeni değil eski senelerden beri kitlesel olarak ortaya çıkar ve çiftçilerin talepleri nispeten karşılanır ve haklarını kazanırlar, eylemler biter. Mesela 2015 yılında Fransız çiftçiler ülkeye giren ithal ürünleri protesto ettiler, tarım işçileri ve sendikalar yollara döküldü. Bunu aynı sene Belçika, Yunanistan ve Bulgaristan'daki çiftçi eylemleri izledi. 2019 yılında Fransız ve Alman çiftçiler eylem yaptılar. Fransızlar tarım politikalarını ve bazı tarım ilaçlarının yasaklanmasını, Almanlar ise çevreci kanunlarla tarımda kısıtlayıcı ve baskıcı politikaları protesto ettiler. Alman çiftçiler ayrıca ithal ürünlerle rekabet edemedikleri konusunda da öfkeliydiler.

2023 Aralık ayında Almanya'nın 2024 bütçesindeki 17 milyar euro açığı kapatmak için tarım desteklemelerini azaltma planlarını duyurması Almanya'da çiftçilerin ayaklanmasına yetti. Ondan sonra eylemler bütün Avrupa'ya sıçradı ve faklı ülkelerden farklı talepler yükselmesine rağmen, ortak taleplerin konusu "maliyetlerin yüksekliği, gelirdeki düşüş" oldu. Mazot desteğinin azaltılması, girdi maliyetlerinin artması, çevreci kanunlarla yeni çiftliklere ruhsat verilmemesi, mevcut çiftliklerin ruhsatını kaybetme endişesi gibi birçok talebi gündeme getiren Avrupalı çiftçilerin bu sene yeni bir sorunu daha vardı: Rusya-Ukrayna sorunundan sonra AB'nin Ukrayna'ya kota ve vergi muafiyeti getirmesi, Ukrayna'dan Avrupa'ya yapılan tarım ürünleri ithalatının artırılması. Ukrayna çiftçisine tanınan bu ayrıcalık zaten türlü sorunla uğraşan Avrupalı çiftçiyi hepten delirtmeye yetti.

Avrupalı çiftçilerin talepleriyle Türk çiftçisinin talepleri de aslında örtüşüyor. Sorunları benzer, sorunlarının kaynağı da aynı. Dünyaya ABD'nin dayattığı neoliberal ekonomik sistem her yerde çiftçiyi, emekçiyi tehdit ediyor, küçük işletmeleri bitirip tarımı büyük şirketlere, sermayeye devretmeye, tarımsal üretimi endüstrileştirmeye çalışıyor. Çiftçiler işte aslında bu sisteme karşı direniyorlar. Bir de ABD'nin Rusya'ya ve Çin'e karşı yapmaya çalıştığı zorbalığa Avrupa'yı da alet etmeye çalışması çiftçisinin sorunlarını daha da büyüttü. Rusya'dan petrol alamayan, Ukrayna'dan vergisiz, kotasız tarım ürünü alan, yine Güney Amerika'dan tarım ürünlerini vergisiz almaya çalışan Avrupa, kendi çiftçisini ABD planlarına kurban ediyor ama AB çiftçisinin boynunu bıçağın altına uzatmaya niyeti yok, direniyor.

TÜRKİYE DERSLERİ

Peki, Türkiye olarak biz bu eylemlerden hangi dersleri çıkarmalıyız? Bize bu eylemler neyi işaret ediyor? Yazımızın başındaki cümleye yani haklarını nasıl aradıkları konusuna dönersek, burada örgütlü bir çiftçinin ne kadar önemli olduğu noktasına varırız. İyi de Türkiye'de hiç mi çiftçi eylemi olmuyor? Oluyor tabii olmaz mı, bir yerde birkaç çiftçi domateslerini yollara döküyor, başka bir yerde birkaç çiftçi yol kapatma eylemi yapıyor, bir üreticimiz sütünü bir bankanın önünde yerlere döküyor, bir ilimizde çiftçimiz narenciye ağaçlarını söküyor... Ama hiçbiri örgütlü olmadığı için ses getirmiyor, talepleri dinlenmiyor, üretici lehine hızlı ve çözüm odaklı adımlar atılmıyor. Hemen şu akla gelebilir; "Ülkemizde bu tür eylemler provokasyona alet olursa sonu iyi olmaz." İşte provokatif eylemlerin önüne geçmek için de örgütlenme şarttır. Böylece üretici taleplerini doğru bir şekilde, bölücülüğe, gericiliğe sapmadan vatansever duygularla ortaya koyabilir.

Payımıza düşen diğer önemli bir nokta ise tam bağımsızlıktır. Ülkenin geleceğini Brüksel'e, Washington'a bağlamak, bunun için ikili ve/veya gizli anlaşmalar imzalamak en nazik tabirle büyük bir hatadır, gaflettir. AB kapılarında yıllarca bekleyen, ABD'den medet uman bir ülke ekonomisini de -ve tabii ki tarımını da- geliştiremez. Türkiye Brüksel'den, Washington'dan değil Ankara'dan yönetilirse büyür. ABD'nin peşine takılan AB'nin durumu ortadadır. AB çiftçisinin isyanı aslında Atlantik sisteminin, üretimi değil rantı, sömürüyü, zorbalığı, paylaşma ve işbirliğini değil hırsızlığı, talanı, yalanı dayatan anlayışına ve politikalarınadır.

Dünya artık eski dünya değil. Çok kutuplu, sömüren değil üreten ve ürettiğini de hakça paylaşan bir düzene doğru gidiyoruz. Mustafa Kemal 3 Ocak 1922’de şöyle diyor:

“Bütün mazlum milletler zalimleri bir gün mahv ve yok edeceklerdir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır.”

Atatürk 1933 yılında ise şöyle diyor:

“Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir.”

Avrupa Çiftçi ABD NATO