27 Temmuz 2024 Cumartesi
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Batı kaynaklı sözcüklere karşılıklar

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Bir yerde yayıncı, editör dostlarla sohbet ediyorduk. Milliyetçi kesimi iyi bilen bir editör arkadaş dedi ki:
“Dil devrimini, yeni sözcükleri milliyetçilerin desteklemesi gerekirken, solcular destekledi.”
Evet, yeni sözcükleri sol eğilimli yazarlar daha çok kullandılar, yeni sözcüklerin yaygınlaşmasında onlar öncülük ettiler diyebiliriz. Ancak 1980’den önce TDK’nin başında yer alan yöneticilerin solculukları tartışılır bana göre. Örneğin, TDK’nin yazım kılavuzlarında çok etkili olan iki bilim insanımız, biri Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu, diğeri Prof. Dr. Doğan Aksan… Onlara “solcu” diyebilir miyiz acaba? Prof. Dr. Gündüz Akıncı, Pof. Dr. Macit Gökberk uzun yıllar TDK’nin yönetiminde bulundular, başkanlığını yaptılar, bu hocalarımız solcular tarafından daha çok “demokrat” olarak nitelendirilmişlerdi.

“Sol” yaftalaması biraz da Kurum yöneticilerini yıpratmak için kullanıldı. Dahası “solcu” bile sayılmayacak kişilere “komünist” demekten çekinmediler. Aynı çevreler eski Kurum’u yıpratmak için Atatürk’ün uzman olarak atadığı Agop Dilaçar adını dillerine dolamışlardı. Ermeni kökenli bu yurttaşımızın yaşamöykünden Atatürk’e faşist diyenlerin alacakları dersler var. Agop Dilaçar Kurum’da sadece bir uzmandı, engin bilgisinden hepimiz yararlanırdık, yönetimde hiçbir zaman çok etkin bir yeri olmadı. Onun bir özelliğinden daha söz edeceğim. Bizim dil uzmanlarımız edebiyatı iyi izlemezler, Dilaçar ise tersine edebiyatı, dünya edebiyatını iyi bilirdi. Kurum kütüphanesinde kulak verdiğim bir söyleşisinde edebiyat bilgisiyle beni gerçekten şaşırtmıştı.

Milliyetçi kesim öz Türkçe sözcüklere sahip çıkmaları gerekirken hep karşı çıktılar. Bunlardan biri Prof. Dr. Muharrem Ergin idi. Ergin, gençliğinde Nihal Atsız’ın yakınında bulunmuş bir milliyetçi. Yağmur Atsız, anılarında genç Ergin’den hayranlıkla söz etse de ben nedenini pek anlayamadım. Muharrem Bey, kuru bir uzmandı, anlatımı iyi değildi, edebiyatı iyi izlediğini sanmıyorum. “Koordinasyon” yerine kullanılan “eşgüdüm” sözcüğüne karşıydı örneğin. “Hayvanlar güdülür” gibi bir gerekçesi vardı. İyi de “kuyruk” da hayvanlarda olur, ama hayatımız hep “kuyruk”larda geçiyor. Kuyruğa girdiğimizde bir hayvanın peşine mi takılıyoruz?

“Göbek” sözcüğü insan ve hayvan için kullanılır, ancak kentlerde yolların birleştiği yerlere de “göbek” diyoruz. Dil böyle bir şey, kendine göre bir mantığı var. “Koordinasyon” gibi bir sözcüğün dilimize girmesinden önce milliyetçilerin rahatsız olması gerekmez mi? Muharrem Bey, TRT’deki bir konuşmasında “-in” ekinin görevinden söz ederek “değinmek” sözcüğünün bile yanlış türetildiğini anlatmıştı uzun uzun.

Ardından hemen söz alan Prof. Hasan Eren, “Bu konuya ben de değineceğim” diyerek “değinmek” sözcüğüne sahip çıkmıştı. Muharrem Ergin’in dil bilgisi, dil bilinci buydu işte, neden bu kadar büyütüldüğünü doğrusu anlayamamışımdır. “Vokal”, “konsonant”, “datif”, “ablatif” gibi terimlerle dilbilgisi kitabı yazdı, kendi alanının terimlerini bile Türkçeleştirmek gibi bir derdi olmadı.

Rahmetliyi bir ağabeyimizin doçentlik seçici kurulunda tanımıştım. Doçent adayının dersini dinledikten sonra söz almış, “Adayımız bu aşamada da başarılı olmuştur.” diye kısa bir konuşma yapmış, o gün kullandığı yeni sözcüklerle hepimizi şaşırtmıştı. “Aday”, “aşama”, “başarı” demişti, bunlar yeni sözcüklerdi.

Toplantıdan sonra bir asistan arkadaşımız, bizim bölümdeki nerdeyse bütün odalara uğramış, “Muharrem Ergin ‘aşama’ dedi,” diye kapı kapı dolaşmıştı.

Dil Devrimi bu aşamalardan geçti işte!..

Bu devrimi eleştirenler bir de hep Arapça, Farsça sözcüklere karşılıklar bulunduğunu, Batı’dan gelen sözcüklere karşı durulmadığını söylerler. Bu da yanlış. Size sayısız, yüzlerce, hatta binlerce örnek verebilirim:

Otorite (yetke), abone (sürdürüm, sürdürümcü), absorbe (emilim), absürt (saçma, usdışı), adaptasyon (uyarlama), acente (temsilcilik), ajite etmek (kışkırtmak), akreditasyon ((denklik, yetkilendirme), algofobi (ağrı korkusu), aliterasyon (ses yinelemesi), angaje (bağımlı), analoji (benzeşim), burjuva (kentsoylu), deist (yaradancı), aristokrat (beysoylu), asimetrik (bakışımsız), homoseksüel (eşcinsel), ampirik (görgül, deneysel, deneyimsel), anksiyete (kaygı), defans (savunma), metamorfoz (başkalaşım), jeolog (yerbilimci), katarakt (akbasma, perde), kompüter (bilgisayar), konsey (danışma kurulu, meclis), kontak lens (yapışır mercek), kontrol (denetim), laparoskopi (karın görümü), laptop (dizüstü), legal (yasal), life style (yaşam biçimi), memory (bellek, hafıza), egzersiz (alıştırma), eklektik (seçmeci), ekoloji (çevrebilim), empati (eşduyum), enformatik (bilgiişlem, bilişim), enteresan (ilginç), epistemoloji (bilgi kuramı, bilgibilim), eskrim (kılıç oyunu), erezyon (aşınma, aşındırma), etnoloji (budunbilim), fobi (korku), fonetik imla (sesçil yazım)…

Eskiden TDK binasına girdiğinizde kapısında “Genel Yazman” yazan bir makamla karşılaşırdınız; “Batı sözcüklerine karşılık bulmadılar” diye eleştirenler daha sonra 12 Eylül darbesiyle Kurum’u ele geçirince, “yazman” tabelasını kaldırıp “sekreter” yazdılar.

Türkçe Türk Dil Kurumu (TDK) Atatürk Hüseyin Nihal Atsız TRT