17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Batı ya da modernite kavramları üzerine

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye'de neredeyse 200 yıldır sık sık tartışma alanımızdan hiç eksilmeyen, son zamanlarda ise “Batı” ve Modernizm” bağlamları üzerinden başlayan temel bir takıntımız olarak sanki yeniden tezahür etmiş gibi görünüyor ki bunun Türkiye için yeniden ve tarihsel kritik bir aşama olarak algılanması gerektiğini düşündüğümü daha baştan belirtmek istiyorum.

Uzunca bir süredir bazı entelektüel çevrelerde (solda, sağda, liberal'inde, neoliberal'inde, İslamcı'sında, Atatürkçü'sünde, Cumhuriyetçi'sinde, Şeriatçı'sında vb.) bu yönde büyük bir kafa ya da kavram kargaşası yaşandığı kanısındayım.

Neredeyse hepsi de sanki söz birliği etmişçesine sözüm ona “batı” kavramı üzerinden tarihsel devrimce “modernizm”e kökten karşı çıkıyor görünüyorlar.

O yüzden de yuvarlak hesap bakıldığında “batı” ile “modernite” kavramları birbirine fena bir biçimde karıştırılıp giderek iyice içinden çıkamayacakları bir çıkmaza doğru savruluyorlar.

Fakat bir yandan da çoğu yerde ya da belki dolaylı alanlarda ise konuyu bağlamlarından kopartılmış bir biçimde “aydınlanma” kavramını ya da doğrudan “aydınlanma çağı” kavramlarını da gerektikçe ve dikkatsiz bir biçimde hararetle savunuyor görünüyorlar.

Oysa “modernizm” ya da “modernite” olarak tartışma alanına sokulan kavramlarının içeriği ile “Aydınlanma çağı”nın temelinden duran ideolojik içerikler aynı içerikler.

Yani kabul edilen ya da saldırılan ya da sözüm ona savunuluyor görünen “aydınlanma çağı”nın özü olarak öne çıkan “modernizm” denilen ideolojik kavramın özünü oluşturan şey akıl, bilim, felsefe, sanat, edebiyat, kültür, uygarlık vb. değerler ile daha ileri ve akıla bilime dayalı yeni bir yaşam kurma iddiasının ta kendisi aslında.

Yani aslında siyasi, ideolojik jargondaki karşılığı ise bir zamanların çokça kullanılan fakat uzunca bir zamandır pek kullanılmayan tarihsel “Burjuva Demokratik Devrimi” kavramının da özünde barındırdığı kendisi olduğu şey tamamıyla.

Oysa her ne kadar birbiriyle bağlantılı ve üst üste çakışmış hatta neredeyse birbirinin içine geçmiş gibi görünse de “batı” başka “modernleşme” başka başka içeriklere, zamanlara, kültürel siyasal alt yapılara sahipler.

“Başka” diyorum çünkü bilindiği üzere modernleşme aydınlanma çağının keşfi ve kabulüyle tarihsel geçmişinden öne çıkarak kimlik kazandı ve özünde hukuk da, bilim de, üniversite de, liyakat sahibi uzmanlar iddiası da, modern edebiyatın, sanatın kültürün özünde taşıdığı bütün değerler de modernite ile ilgilidir.

Kaldı ki “Aydınlanma” ya da “Aydınlanma Devrimi” denilen şey de zaten öyle pat diye adına “Batı” denilen rastlantı bir coğrafyada ortaya çıkmış meçhul bir şey değil ki?

Onun da pek çok alanda olmak üzere “Doğu”ya dayanan uzun bir tarihi ve tecrübesi söz konusu.

O nedenle bunun kesinlikle tarihsel ve kültürel olarak binlerce yıllara yayılan Doğu-Batı, şu din bu din, şu ırk bu ırk, şu kıta bu kıta ya da şu uygarlık bu uygarlık ya da kültür demeden bir büyük ortak insanlık kültürü evrimleşmesi sonucunda ve birçok devlet ve kültürün dahi ömrünün yetmeyip yok olup gittiği düşünülmesi gereken uzunca bir sürede ortaya çıktığı ve halen de sürüyor olduğu tarihsel bir aralık olarak algılanması gerekiyor.

Öte yandan da, açıkçası kültürel komplekse kapılmanın ya da böbürlenmenin alemi yok ama “aydınlanma” kavramın da zaten ilk olarak Doğu uygarlıklarında ortaya çıktığı, çünkü insanlığın tarihinin de zaten Doğu'da/Ortadoğu'da başladığı hatırlanmalıdır.

Örneğin, Doğu kültürlerinde yer alan ve bütün dünya kültürlerinin kökleri olan İran'da Pers İmparatorluğu döneminde Zerdüşt (M.Ö. 628-551), Küçük Asya olarak anılan Anadolu'da Aydın Miletus'lu Thales (M.Ö. 625-547), Hindistan'da Siddartha Gautama ya da diğer adıyla Buddha (M.Ö. 563-545), Çin'de Konfüçyüs (M.Ö. 551-479), Lao,Tzu (M.Ö. 6. Yüzyıl) ortaya çıktılar ve “Batı” da dahil bütün dünyayı etkileyip kökten biçimlendirdiler.

Burada özellikle hinli düşünür Siddartha Gautama'nın öteki adı Buddha'nın “bilgi ağacının dibinde, mistik bir tecrübenin ardından gerçeği kavrayarak aydınlandı. Kendisine de bu nedenle uyanmış, aydınlanmış anlamına gelen Buddha isminin verilmiş olduğu”nu hatırlatmakla yetinelim.

MODERNİN MODERNLİK ÖNGÖRÜSÜ

Tabii ki modern ele alış ve yapma geleneği bir yeni yol olarak esas olarak “Batı”da “vücut buldu” ve felsefi literatüre oradan girdi. Bu konuda bir tartışmaya gerek yok, anlamı da yok böyle bir tartışmanın. Fakat modern tıp kavramının da, modern bilim kavramının da hatta sosyalizm, kapitalizm gibi kavramların bile bu dönemde tarihsel olarak ortaya çıktıklarını kabul etmemiz gerekiyor.

Açıkçası çağsal olarak zaten daha öncesi bir zamanda çıkmaları olası değildir. Çünkü “devrim” formunda ve içeriğinde olgunlaşma zamanı henüz gelmemiştir.

O yüzden de bu bağlamlar üzerinden hareketle çıkma/olma marifetinin aslında tek başına “Batı”da gerçekleştiği halde tamamıyla “Batı” da değil batının da doğunun da geçmişin de muhtemel gelecek tasarımlarının da içerisinde yer aldığı tarihsel çağda gerçekleşebildi bu.

Hatırlayalım “Naif Sosyalizm” kavramından “Bilimsel Sosyalizm” kavramına hatta krallık ya da imparatorluklardan “parlamento/meclis” kavramlarına geçiş dahi alabildiğine karmaşık melez biçimlerde tezahür etmiş olsa da ancak bu modernleşme sürecinin belli bir aşamasında, o da tarihsel tamlıklar ya da devrimlerle gerçekleşme olanağı bulabildi.

Bana kalırsa bu süreç “modernizm”in doğduğu ve tamamlandığının düşünüldüğü topraklarda ve ulusal ya da küresel kültürlerde ve Avrupa'da dahi devam ediyor ve göreceksiniz önümüzdeki süreçte yeniden yeni bir “modernleşme” sürecine geçilecek.

Tıpkı şu karmaşık sancılar içinde kıvranan Türkiye'de olduğu gibi “geriye doğru gittiği” yönündeki endişelerin yerini almaya yönelen yeni Atatürk ve Cumhuriyet Devrimi iddialarının iktidara yeniden oturacağı gibi yeni bir “devrim”, dünyanın önünde yeni bir olanak olarak duruyor.

Ben buna şiirsel bir söylemle: “Geliyor gelecek olan!” demek yanlısıyım doğrusu.

Yine bana kalırsa dünün devrimci Avrupa'sının demokratik devrimci geleneğini manipüle eden ideolojik ve kültürel olarak çökmüş günümüzün “gerici” Avrupa'sının yerine -oldukça şaşırtıcı ve zor olsa da- bu değişimin öncülüğünü de sözünü etmiş olduğum devrimi yapabilmiş, doğu-batı, geçmiş-gelecek, geleneksel-modern vb. bağlamları çözebileceğini düşündüğüm Türkiye gibi yeni bir içerik ve forma ve düzene kavuşacak güçler yapacaklar göreceksiniz.