28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Biden dış politikasında öngörülemezlik

Ali Develioğlu

Ali Develioğlu

Site Yazarı

A+ A-

Trump: “Onlarca yıldır hiç yeni savaş başlatmamış ilk ABD başkanı olmaktan özellikle gurur duyuyorum.”

Bu günlerde savaş karşıtlığı, Trump’ın temel sloganı yorgun Amerikan halkının önünde. 5 Kasım 2024 başkan seçimlerine bir yıl kala, ülkeyi uctan uca turlarken konuşmalarında Trump’ın vurguladığı üç konudan biri ülkeyi savaşlara bulaştırmamak: ‘Her Amerikalıya iş, göç akınına hayır, savaşlara para yok.’

Şimdiden kızışmaya başlayan seçim ortamında son anketler Trump’a oy vereceklerin yüzde 81’inin yoksullaşma, yüzde 73’ünün göçmen sorunu ve yüzde 55’inin de Biden’ın dış politikasına tepkiden dolayı oy vereceğini gösteriyor. Amerikan halkında 2015’ten beri, savaşlara ve göçmenlere para çarçur edildiğinden dolayı halkın yoksullaştığı görüşü oldukça yaygın.

The New York Times ve sonra CNN’in son anketleri de (ki ikisi de Biden yanlısı) Trump’ın yüzde 49’la, Biden’ı (yüzde 45) yenip yeniden başkan seçileceğini ortaya koyuyor. Seçmenin yüzde 51’i kesinlikle Biden’a oy vermeyeceğini söylüyor.

2020 seçimlerinde kilit rol oynayan eyaletler Arizona, Georgia, Michigan, Nevada ve Pennsylvania olmuşlardı. Geçen haftaki kamuoyu araştırması Trump’ın bu eyaletlerde yüzde 4 – 10 gibi büyük farklarla kazanacağını gösterdi!

Neocon ve neoliberallerin ittifakına dayalı Biden hükümeti, kaybedeceğini farkedince, Trump’ı itibarsızlaştırma ve yargılama girişimlerini son derece yoğunlaştırdı. İndependent: “Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden korkan bir "derin grup" veya bir grup güç olduğu açık. Sandık yoluyla yeniden seçilmesi korkusuyla onun tekrar aday olmasını engellemeye çalışıyorlar.”

Bazı gözlemciler 2024 seçimlerinin Amerikan tarihinin en çirkin ve en olaylısı olacağını şimdiden söylemeye başladılar. Bu gözlemciler Ukrayna, Orta Doğu ve Ukrayna’daki gelişmelerin de Biden yanlılarınca Trump’ın seçilmesini önlemek için kullanılabileceğini belirterek olası tertiplere uyarıyorlar.

Cumhuriyetci diğer aday adaylarını oldukça geride bırakan Trump, kendi partisi içindeki Irak savaşı sorumlularından George Bush, Paul Ryan gibi neocon unsurları da hedef alıyor. İktidarı ‘küreselciler’, ‘derin devlet’ ve ‘savaş kışkırtıcıları’ olarak niteleyerek, Washington’daki konuşmasında şöyle demişti: “Dışarıdaki sonu gelmez savaşlara sınırsız para vermek isteyen ama içeride savaş gazilerine yardımlarını ve emeklilik haklarını kesmemizi talep eden bir partiye asla geri dönmeyeceğiz…. Eğer hızla bir adım atmazsak Üçüncü Dünya Savaşı’nı yaşayacağız… Bu sözü verebilecek tek aday benim: Üçüncü Dünya Savaşı’nı önleyeceğim.”

Trump olgusu ABD’nin içte yoksullaşma ve dışta da gerileme sürecinin sonucu olarak 8 yıldır ortaya çıktı. Trump ve çevresindekiler de Demokrat Parti gibi zengin ve milyarderlerden oluşsa ve emekçilerle hiçbir ilgisi olmasa da bürokrası ve ordu kökenli olup da sonradan savaşlardan yararlanarak zengin olan Neoconların (yeni konservatifler) yayılmacılıklarına karşın ‘içe dönmeci ya da izolasyonist’ diye adlandırılan bir yol izliyorlar. Bu yolu, 33 trilyon dolar borçlu Amerikan devletinin bugünkü zayıflamış haline daha uygun görüyorlar.

Trump’ın yeniden kazanacağı korkusu, Biden ekibinin Avrupa Birliği yönetimlerinde kısmen hala etkili olan destekçilerini de sardı. Financial Times: “Trump'ın kazanması dünyayı değiştirir Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinin ABD müttefikleri ve küresel ekonomi açısından derin sonuçları olacağı kesin.”

Trouw, Hollanda: “Trump'ın kazanması halinde, Putin’le daha iyi ilişki istemesi ve savaşa doğrudan katılma derdi olmamasından dolayı, en fazla Avrupa ve Ukrayna’nın endişe duyması gerekir. … Asya’daki amerikan müttefikleri Japonya, Güney Kore ve Avustralya da onlarla sadece ticaret ilişkisi istediği için Çin yayılmasına maruz kalacaklarından dolayı çekinecekler. Çoğu Arap lideri yeniden memnun kalacaktır.”

Ukrayna’da endişe şimdiden başladı zaten. Zelenski’nin dış gezilerini yoğunlaştırması, silah yardımıyla yetinmeyip milyarlaca dolarlık kredi talebini sıklaştırması, bir yandan Avrupa Komisyonu Başkanı Von der Leyen’in dünkü yeni desteğiyle AB üyeliğine soyunması diğer yandan da Trump’ı geçen hafta Ukrayna’ya davet etmesi bundan kaynaklanıyor.

Amerikan Temcilciler Meclisi’nde sayıca etkili olan Trump’ın Cumhuriyetçileri bir süredir Biden’in Ukrayna’ya harcadığı milyarları kısıyorlardı. Biden ekibi bunun üzerine, İsrail’i bahane edip, İsrail ve Ukrayna için birleşik bir yardım paketi hazırlayarak meclise sundu. Ancak Trump’çı muhalefet ve Amerikan halkındaki tepki nedeniyle 106 milyar dolarlık bu yardım paketinin onaylanması beklenmiyor. Cumhuriyetçi Parti, iktidara geldikleri takdirde, iç politika elverdiği kadarıyla İsrail’e belirli bir yardım yapabileceklerini, ancak Ukrayna’ya hiç yapmayacaklarını belirterek, bu iki farklı yardım paketini birleştirme şeklindeki Biden taktiğine karşı koyuyor.

BİDEN DIŞ POLİTİKASINI İSTİKRARSIZLAŞTIRAN KÜRESEL OLAYLAR

İçte Trumpçı yükselmenin yanısıra, birden patlak veren Filistin-İsrail savaşı da Beyaz Saray’ın küresel stratejisini sarstı ve zayıflama belirtilerini belirginleştirdi. 7 Kasım sonrası, ABD başta olmak üzere Batı dünyası tamamen Netanyahu’nun yanında yer aldı, muhalif sesler bastırılmaya ve gösteriler engellenmeye çalışıldı. Ancak fanatik dinci kesimlerce desteklenen Netanyahu’nun Gazze saldırılarının gün geçtikçe vahşileşmesi, binlerde çocuğun soykırımı andıran bir biçimde katledilmesi ve hastahanelerin yerle bir edilmesi, ABD, İngiltere, Fransa ve hatta Almanya’da protestolara katılanlarının sayısını yüzbinlere çıkartmaya başlayınca, Batılı hükümet çevrelerinde de yavaş yavaş politika revizyonları gözlenmeye başlandı. Washington engeline rağmen, Rusya, Çin, Türkiye, Arap dünyası ve Brics ülkeleri başta olmak üzere 120’yı aşkın ülkenin tepkisi sonucu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan ateşkes çağrısı yapılması da Batı hükümetlerinde tereddüdlere ve siyasi çatlaklara yol açan önemli bir etken oldu.

7 Kasım Salı günü Tokyo’da yapılan G7 (ABD, İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya) zirvesine de İsrail-Filistin savaşının damgasını vurduğunu ve bu yedi ‘büyükler’ arasında ciddi çatlakların oluşmakta olduğu görüldü! Bu ‘çatlaklar’ ve siyasi revizyon adımları henüz G7 ülkelerinin İsrail politikasında köklü bir değişme getirmiyor ama, zirvenin sonuç bildirgesinde Gazze’de ‘insanı yardım amaçlı bir mola’ verilmesi isteniyor. Bildirgede ateşkes hala istenmiyor, hala sadece Hamas ve İran suçlanıyor olsa da bu mini bir görüş revizyonudur! Üstelik bildirge Netanyahu’nun Gazze’nin askeri güvenliğini İsrail’in üstleneceğini ilan ettiği anlara rastladı. Bu resmi işgal ilanına karşı Washington bile usulen karşı çıkma ihtiyacını duyacaktı. Zirvenin sonunda Blinken’ın şu ifadeleri dikkat çekti:

“Şu an, G7'nin bu kriz karşısında bir araya gelmesi ve bizim gibi net bir sesle konuşması açısından çok önemli bir an.“ Oysa ne net konuşmuşlardı ne de aralarında fikir birliği vardı! Mesela, Japon Başbakanı Fumio Kishida İsrail’e destek ziyareti yapmadığı gibi Gazze’ye zaten 65 milyon dolar insani yardım vaadinde bulunmuştu. Arap petrolüne bağımlı olan Japonya, İsrail ve Filistin arasında net bir pozisyon almaya çekiniyordu. Almanya ve Fransa da ilk açıklamalarının aksine şimdi daha ihtiyatlı davranmaya başlamışlardı. Büyüyen kitle gösterilerinden, sorunun AB iç işlerine yansıyacağından, savaşın yayılma olasılığından ve savaşla birlikte yeni bir mülteci dalgasının çığ gibi büyümesinden korkmaya başlamışlardı. Ayrıca ABD’den farklı olarak onlar için Avrupa’nın kendi bağrındaki Ukrayna sorununa odaklaşmak öncelik taşıyordu.

G7 zirvesi de göstermiştir ki, Biden ekibi herşeye rağmen İsrail’in arkasında koşulsuz durmayı sürdürürse, bu durum G7’nin diğer ülkelerinden de koparak yalnızlaşmasını getirebilir. ‘İnsani yardım molası verme’ isteği G7 içerisinde, en azından ABD’nin ateşkese karşı tavrını zayıflatan bir karar olmuştur.

İsrail’in Gazze saldırısı’yla birlikte Orta Doğu’da Amerikan etkisinin artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağı yeni bir döneme girildi. Batılı bazı önemli gözlemci ve politikacılar, Biden’ın İsrail politikasını değerlendirirken Beyaz Saray’ı şu sözlerle uyarmaya başladılar: “Putin ve Çin, ABD’nin karşısında sanki, dünya çapında bir az gelişmiş devletler cephesi varmış ve orada hepsi birmişler gibi bir imaj yaratmaya çalışıyor!” Bu sözlerle bu gözlemciler Biden’ı Washington’un yalnızca hızla karşı cephede mevzilenme sürecine giren Orta Doğu’da değil, tüm dünyada yalnız kalma olasılığına karşı uyarıyorlar.

Ayrıca ansızın patlayan İsrail-Hamas savaşında Washington’un koşulsuz İsrail yanlısı tavır alırken, Doğu Akdeniz’e çatışmanın bölgeye yayılma riskini taşıyan donanma ve askeri güç yığarak çocuk katliamına göz yumması, Amerikan halkında giderek artan tepkiye ve kutuplaşmanın hızlanmasına neden oldu. 2024 seçimleri nedeniyle zaten derinleşecek olan toplumsal kutuplaşma ve cepheleşme, İsrail sorunuyla birlikte erkenden ivme kazandı.

İsrail nedeniyle Biden hükümetine karşı artan tepkinin de Trump’ın hanesine yazılacağı tahmin edilebilir. Ama nüfusa oranı yüzde 2 olan süper zengin Yahudi bağışlarının Biden’e akacağı da düşünülürse, hangi tarafın seçimlerde daha kazançlı çıkacağı henüz kestirilemiyor. Bu konuda netleşen bir nokta varsa, o da İsrail’e ilişkin Biden politikasının önümüzdeki dönemde yalnızca küresel gelişmelere ve bölgedeki gelişmelere değil, iktidarı Trump’a kaybetmemeye de endeksli olacağıdır.

Biden hükümetinde, yeniden esmeye başlayan Trump rüzgarına iktidarını kaptırma korkusu derindir. Bu nedenle sonuna kadar destekledikleri Netanyahu’yu dahi gözden çıkarabilirler. Öte yandan neoconların Afganistan savaşı Amerikan bütçesine 1,2 trilyon dolara malolmuştu. Bu para, savaşlardan beslenen Amerikan silah sanayisine geri döndü, neoconlar yararlandı, bunu tekrarlamak isteyebilirler.

DIŞ POLİTİKADA STRATEJİNİN 3 AYAĞI DA TOPALLIYOR!

Netanyahu ve İsrail politikası, zayıflayan Biden iktidarının gücüne göre şekillenecek. 3 yıl önce iktidara geldiklerinde Pentagon’la birlikte küresel stratejileri şu üç ayağa dayalıydı: 1. Trump döneminde Avrasya’ya kayan Avrupa’yı stratejik ortak olarak yeniden kazanmak. 2. Ukrayna’nın arkasında durarak hem Rusya’yı zayıflatmak hem de Avrasya’yı istikrarsızlaştırmak 3. NATO’nun benzerini Pasifik’te de kurarak, Çin ve Rusya’yı bir sandöviç taktiğiyle Doğu ve Batı’dan sıkıştırmak.

Bunlardan birincisinde şimdiye kadar başarılı oldular ve bu aslında çok önemliydi ABD açısından. İkincisinde sağladıkları ufak tefek başarıların bile bir Pirüs zaferi olmaktan öteye gidemeyeceği, 2 yıldır kangrenleştiği, Zelenski’nin son gezi ve yalvarmalarından artık anlaşılabiliyor. Üçüncüsünde ise, bazı Pasifik NATO’su kurma adımlarıyla Japonya ve Güney Kore’yi içeren birkaç ittifak oluşturabilseler de küresel güçlerinin artık dünyanın artık birçok cephesinde çarpışmaya yetmediği acı gerçeğiyle yüzleştiler! Batı medyasını bu yıl şu başlıklı makaleler kapladı: “ABD dünyanın birden fazla cephesinde aynı anda savaşabilir mi?”

Bu son nokta önemlidir, şöyle açalım: Biden hükümeti kurulduğunda Blinken doktrini diye adlandırılan bir stratejiden söz ediliyordu. Dışişleri Bakanı Blinken’a göre, ABD artık çok cephede birden savaşmamalı, bir–iki yere yoğunlaşmalıydı. Bu nedenle Orta Doğu’ya yönelik dikkatini ve gücünü şimdilik azaltarak, Pasifik’e kaydırmalı ve 2008’den beri bir dünya gücü haline gelen Çin tehlikesi üzerinde toplamalıydı. Ancak o zaman Pasifik NATO’su kurulabilir, Çin tecrid edilebilir ve küçültülebilirdi.

Ama Orta Doğu’dan güç kaydırırken önce oraya da biraz çeki düzen vermek ve kazığını sağlama bağlamak gerekiyordu. Bu nedenle Blinken politikası, son iki yıldır, Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail’i barıştırmak ve bölgede bu şekilde bir ‘Pax Amerikana’ sağlamak üzerine oturdu. Çin bu olayın farkındaydı.

Ama ne oldu? Tersine Suudi Arabistan İran’a yakınlaşmaya başladı! Bu yakınlaşmada Çin aracı rol oynadı.

Ve Hamas saldırısının arkasından fanatik Netanyahu hükümetinin soykırımı anımsatan boyuttaki kanlı katliamı, Blinken’ın bu planını tamamen rafa kaldırmıştır. Suudi-İsrail yakınlaşma planı çökmüş, yeni ‘Pax Amerikana’ daha doğmadan ölmüştür! Hatta yakında onlarca yıldır hayali bile mümkün olmayan bir şey olacak: İran lideri Suudi Arabistan’a gidiyor!

PASİFİK YERİNE AKDENİZ’E DÖNMEK KOLAY İŞ DEĞİL!

Bu yeni ve beklenmedik gelişme karşısında Biden hükümeti hem Pasifik’te yoğunlaşmasını engellemeyecek hem de Orta Doğu’da kalan etkisini sürdürebilecek yeni bir çözüm arıyor. Trump’ın yükselişi ile dünyanın İsrail’e artan tepkisi de sorunun üstüne tuz biber ekiyor.

Neocona-neoliberal ittifakı Biden hükümeti iktidara yeni geldiğinde, ayağını yorganına göre uzatmayarak ABD’nin son yıllardaki yeni boyuna posuna yakışmayan maceracı yayılma hayallerini sürdürmemeleri için uyarılmıştı. İsrail katliamı sonrası şimdi bu nedenle son 2-3 haftadır çelişkili karar ve açıklamalar içindeler, yeni stratejilerini tam olarak belirleyemediler henüz, ne yapacaklarını kendileri de henüz bilmiyor!

Zayıflayan Biden hükümeti, Trump’ın yükseldiği yeni bir seçim dönemine girerken, sadece Amerikan halkının iki kampa bölüneceği bir iç politika günlerine değil, küresel politikasında da bölünmeler yaşayacağı günlere doğru ilerliyor.

Pasifik’te askeri güç yığmaya tam odaklandığı sırada, Doğu Akdeniz’e donanma yığmak zorunda kalmak kolay iş değil! Bu durum ABD’yı, eski Trump dönemini tamir ederek dünyaya açılmaya tam kalkışırken iç politikaya tekrar hapsedeceği gibi, olası yeni askeri çılgınlıkların da Biden’a bir faydası olmayacak.

İsrail olayında Biden hükümeti ‘oyun kurucu’ değil, ‘tepki verici’ şimdilik.

ABD dış politikası gelenekle yenilik arasındaki bir sırat köprüsünden geçiyor.

ABD Amerika Birleşik Devletleri NATO Demokrat Parti