17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bin Yaşa Balaban!

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Balaban 97 yaşında. İsmiyle, hayatıyla, devrimciliğiyle, ısrarlı duruşuyla, inadıyla her şeyiyle her anlamda dimdik ayakta. Sırtında taşıyageldiği yarım asırlık onurlu tarihi ve başarı öyküsüyle günümüzün sağa sola yamulmuş umutsuzlarına hala ışık ve umut saçmaya devam ediyor.
Balaban (İbram Ali), 1921 yılında Bursa Osmangazi’ye bağlı Seçköy’de dünyaya geldi. Daha on altı yaşındayken kapıldığı güncel hayal, ideal ve gerçeklik girdabında daha ne olduğunu bile tam anlamadan hapse düştü ve üç yıl Bursa Cezaevi’nde hapis yattı. Hapisteyken ilk eşi olacak olan Fadime hanımın taliplisi koğuş arkadaşı köylüsünün bir grup arkadaşı tarafından bıçaklandı; ölümden döndü.
Hapisten çıktıktan sonra da yılmadı, inat etti ve Fadime hanımla evlendi. Fakat hasımları onu yine rahat bırakmadılar. Ailesine, eşine, kendisine yönelik tehditler ve saldırılara daha fazla dayanamayarak girdiği silahlı çatışma sırasında hasmını öldürünce on yıl ceza alarak yeniden cezaevi’ne girdi. O hapisteyken giderek bir kan davasına dönüşen bu karşılıklı inatlaşma yüzünden babası öldürüldü. Arkasından da eşinin ve karnındaki ilk çocuğunun öldükleri haberini aldı.
Cezaevinde acıya dayanmayı ve direnmeyi öğrendi. İçeride Nâzım Hikmet ile tanıştı ve hayatı değişti. Ondan resim, sanat, sanat tarihi, felsefe, tarih ve siyaset dersleri aldı. Sonradan Orhan Kemal’in de katılacağı bu yoğunlaştırılmış derslerle Bursa Cezaevi’ni bir akademiye dönüştürdüler.
Nâzım Hikmet “Memleketimden İnsan Manzaraları” şiirlerini, Orhan Kemal halktan insanların hikayelerini ve romanlarını yazarken Balaban da başta hapishane arkadaşlarının portreleri olmak üzere yaşadıklarını, kendi köyünün hayalindeki kırlarını, tarlalarını, çalışan insanlarının hayatlarını resimlerine aktararak cezaevinin dışına taşıp dünyaya ulaştılar.
Balaban, böylece önce “İbram Ali”den “Ressam Ali”ye, sonra da “Ressam Ali”den “BALABAN”a doğru uzun bir yola çıktı.
SANCILI BİR TÜRKİYE TARİHİ
1950 genel affıyla Bursa Cezaevi’nden çıkıp da köyüne dönerken yanında Nâzım’ın hapisteyken her biri için şiirler yazdığı İlkbahar, Mapushane Kapısı, Harman isimli üç önemli tarihsel resminin yanı sıra Cinayet, Yol, Suda Dombaylar ve Doğum resimleri de vardı.
1950’li yıllar Türkiye’nin siyasi tarihinde bir kırılma noktasıdır. Dönem için “çok partili dönem” kavramı kullanılsa da aslında -bir bakıma- tam bir DP (Demokrat Parti) / ABD yıllarıdır. Bu süreç aynı zamanda Türkiye’nin bir tür “Küçük Amerika” yapılma siyasi aymazlığı ile NATO’ya sokulduğu, ülkenin, toplumun, siyasetin, kültürün derinden dönüştürüldüğü bir süreçtir. Buna bir de ABD’nin Rusya’ya karşı açtığı küresel yoğun “Kültürel Soğuk Savaş” da eklendiğinde -bütün NATO üyesi ülkelerde de olduğu gibi- süreç Türkiye’de de sürekli ABD merkezli “cadı kazanları”nın kaynatıldığı, muhalif sol siyasi bir çok aydının, sanatçının, kültür adamının “komünizm” suçlamasıyla karşı karşıya bırakılıp linç edildikleri tekinsiz bir sürece evrilecektir.
Balaban’ın resimleri sadece Nâzım tarafından değil, Orhan Kemal, Sinan Korle, Abidin Dino, Celal Esat Arseven, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Azra Erhat, Elif Naci, Sabahattin Eyüboğlu, Fakir Baykurt, Mehmet Kemal, Tanju Cılızoğlu, Zahir Güvenli, Melih Cevdet Anday, Çetin Altan, Radi Fish, Yaşar Kemal, Fahir Aksoy, Sezer Tansuğ, Şevket Süreyya Aydemir, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Mustafa Ekmekçi, Oktay Akbal, Muzaffer Erdost, Mehmet Kemal, Zühtü Bayar, Dursun Akçam, İlhan Selçuk, Çetin Altan, Ahmet Köksal, Kaya Özsezgin, Elif Naci , Mehmet Ali Aybar, Doğu Perinçek, Mihri Belli vd. birçok yazar, gazeteci ve aydınlar tarafından da milli bağımsızlıktan yana, aydınlanmacı, halkçı, devrimci bir sanat olarak değerlendirildi.
Bazılarınca “köylü” olarak tanımlanıp sözde küçümsenmeye çalışılan Balaban, sanatımızda 1960’lı yıllarda ilk ve tek sanat manifestosunu yayınlayacak ve artık hep ismine, ustasına, tarihine yakışır biçimde sol, milli, aydınlanmacı, çağdaş bir siyasi çizgide yer alacak ve sapmayacak ve bunun bedelini fazlasıyla ödeyecektir.
2008 yılında 87 yaşında olduğu halde bu siyasi çizgiyi bastırmaya yönelik Ergenekon, Balyoz, ODATV kumpasları davalarına karşı Silivri Mahkemesi önünde yapılan protesto gösterilerine aktif olarak katılacak, basına özel açıklamalar yapacak ve tepkisini göstermekten geri durmayacaktır.
Ne kadar ilham verici bir hayat, mücadele ve başarı azmi değil mi?
Geçtiğimiz hafta içinde İstanbul Mecidiyeköy’de bulunan ASTORİA AVM’deki CORPUS Galeri’de “Balaban’a Uzun Ömürler ve Saygılar!” başlıklı “Balaban Baskı Resimleri Sergisi” açıldı. Açılışa -97 yaşında olmasına rağmen- kendisi de katıldı.
Sergide Balaban’ın resimleri arasından seçilerek inkjet baskı tekniğiyle bizzat kendisinin denetiminde gerçekleştirilen 30 baskı resim sergileniyor.
Bugünlerde Balaban’a bakmaya o kadar çok ihtiyacımız var ki Balaban herkese iyi gelecek.
Hay isminle ve varlığınla bin yaşa sen Balaban emi!