17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir ‘çağdaşlık’ kaosu

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

TAM anlamıyla büyük bir tarihsel kopma parçalanma ve dağılma çağında yaşıyoruz! Sanki herkes, her şey yıkık dökük, her ideal her değer her kafa tarumar. Zihin, his, kültür yıkık, bilim kopuk. Artık bilimsel akıl ile duygusal zeka, insani - toplumsal duyum ile toplumsal aklın yaratıcılığı ve koruyuculuğu birbirlerinden öylesine uzaklaştırılmış ve yabancılaştırılmış

ki neredeyse hem bir türlü yan yana bile gelemiyorlar hem de birbirini sürekli yok ediyorlarmış gibi sanki?

Sanki ufkumuzu göz gözü, gönül gönülü görmez akıl ermez yoğun sisler kaplamış. Çıkmış olduğumuz her yola sanki koskocaman kara kapkara aşılmaz hissi

veren sarp dağlar dikmişler!

O kapkara, heyula dağların ardında ne var? Ya dağ dağ değilse artık ve nedense insan vazgeçmişse ütopyalarından?

Ya ufkumuza halı serilir gibi serilmiş o sözde ovalar ova değil de büyük bir çöl ise? Ya da biz atımıza binip de ufka doğru sürdüğümüzde çöl dahi

kaybolmuşsa ve artık bizler aslında ne olduğunun bile farkında olamıyorsak?

Çünkü nasıl oluyor da bu yüce dağların sürekli kalınlaşarak irileşen görüntüsü, kadim kaderleri, öz dilleri ve kavramları neden bu kadar flu ve titrek? Yaşanan

her şey, oluşan her manipüle bilgi ve olgu sanki küt bir bıçak gibi sonsuz acıtıp duruyor ruhlarımızı? Sağa sola kıvırtıp durmaktan aşırı laçkalaşmış diplomatik dilin altında

ve gizli arka odalarında neler oluyor, neyin hesapları yapılıyor?

Çünkü gelecek denilen parıltılı umut ve yaşama heyecanımızın tepesine sanki bir heyula Cangoloz çökmüş de hep birlikte altında kalmışız gibi? Para,

mal, makam, ün için ödenmedik bedel, uçurulmadık baş bırakılmıyor sanki? Alacak verecek mal paylaşımı yüzünden kardeş kardeşi, ortak ortağı, sevgili sevgiliyi,

kadın kocasını, kocası karısını kurşunluyor. Sözde kendilerini kurtarıyorlar ama kendi gerçek zeminleri ötekini yok ediyorlar. Çünkü fikir fikri, kuram kuramı,

dil dili, kültür kültürü, ulus devlet ulusu ve devleti sürekli vuruyor. Hem yaşadığımız çağın hem içinde bulunduğumuz coğrafyanın en ağır ve en yakıcı en yıkıcı

kaosu bu.

Her kavram her form bu büyük kaosun öldürücü izlerini taşıyor ama ne yaparsa yapsın ortaya fazlaca yeni ve sahici bir şey kuramıyor ne yazık ki?

Bu durum bütün diğer alanlarda olduğu gibi siyasette de, onun toplumsal zemini kitleler arasında da, çağdaş sanat ve kültür alanlarında da aynı biçimde sanal bir biçimde yinelenip duruyor.

İşin ilginci; bu sonsuz yanılsama tarihsel bir biçimde sadece Türkiye’de ya da tek bir kültürde ya da coğrafyada değil aynı süreçte sanki bütün dünyada birden gerçekleşiyor.

BİR ÇOCUKLUK HASTALIĞI

Adını doğru koyalım: “çağdaş sanat ve siyaset” arasındaki gidişli gelişli tarihsel kadim ilişki 1990’lı yıllarla birlikte bütün dünyada uluslararası neo liberal küresel

sermayenin ideolojik kültürel enstrümanı olarak yeniden örgütlenmesiyle birlikte “anti sanat”a doğru evrildi.

Hep yazıp söylediğim gibi bu yüzden de günümüzde “çağdaş sanat” diye anılan kavramın adı da neoliberal ideolojiler eliyle planlı ve bilinçli bir biçimde

“güncel sanat” kavramına dönüştürüldü. Öte yandan yine aynı merkezler ve benzer yollarla modernist sürecin müze görevlisi küratör - alanın birçok

kavramında yapıldığı gibi - yeniden tasarlandı ve bu neoliberal “küratör”ler bu çizginin küresel kültürel distribütörleri enstrümanları olarak görev yapmaya başladılar.

Bana kalırsa bu örgütlenme, çağdaş sanatın söz konusu oldu bittisine karşı çıkan çevrelerde bile ister istemez bir tür (Lenin’den ödünç alarak kullanayım) “çocukluk

hastalığı”na yol açmıştır. Tıpkı Lenin’in söz konusu “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı” kitabındaki ünlü eleştirel tezinde olduğu gibi bizzat Marx

ve sözde sol argümanlar kullanılarak hem de. (9. İstanbul Bienali küratörleri Vasıf Kortun - Charles Eshe ikilisinin ortak bienal metinleri tipik örneklerdir.)

Burada “çocukluk hastalığı” kavramını özellikle kullanıyorum; çünkü bu hem “çağdaş sanat”ın, sanat tarihinin tarihsel, felsefi ve kültürel zemininden koparılmasına hem tamamıyla uluslararası güncel neoliberal küreselleşme projelerine dahil olmasına, hem de kavram ve form olarak “Ye İç Tüket!” estetiğine yöneltilerek insani - toplumsal içeriğinin boşaltılmasıyla sonuçlanmıştır.

Böylece de sanatın kendi tarihsel gelişiminin içerikleri ve formlarının kendi özel içsel gelişmeleri ve sonuçları bilinçli bir planla manipüle edilmiş olacaktır. Bu nedenlerle 20. yüzyıl başlarında sanat da dahil hemen bütün alanlarda ortaya çıkan öncü hareketlerle günümüzdekiler arasında -bazı dilsel girişim benzerlikler dışında- bir benzerlik ya da yakınlık görmüyorum. Aksine tam bir “karşılık” (anti) söz konusu.

Çünkü toplumsal ve siyasal olana karşı çıkarak müdahale etmeye çalışan tarihsel avangartlar -katılalım katılmayalım- dilsel olarak da, ideolojik olarak da sisteme tamamıyla muhaliftiler. Kurgusal “güncel sanat” yandaşları ise doğrudan neo liberal küresel siteme angajeler. Hatta, daha da kötüsü daha çıkışlarından itibaren doğrudan küresel sistemin o sistem tarafından kurgulanmış bir parçası, enstrümanı durumundalar.

Yani siyasi olarak da, bir “güncel” sözde çağdaş sanat tavrı olarak da bana kalırsa her şey birbirine karışmış ve çapraşık anti çağdaş siyasal sanatsal tavırlar söz konusu.

O yüzden de kullandıkları kavramlar formlar ve dilsel stratejilerin de ideolojik olarak “çağdaş” olanla bir ilgisi zaten olamaz ve olmayacaktır da. Kritik an: artık bütün yeni ve devrimci çağdaş siyaset- sanat - kültür alanlarında her anlamda yeniden yeni bir kavramlaştırma, arınma ve saflaşma dönemine giriliyor ki iyi biline!