17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir göç türküsü

Selçuk Ülger

Selçuk Ülger

Site Yazarı

A+ A-

Tiyatro sanatçısı ve müzisyen Fikret Çeşmeli dostumun Stokholm'den postaladığı “Alev Alev Kar ve Kupkuru Yağmur” kitabı hafta boyunca elimdeydi. Öz yaşam gibi görünse de, hüznün, sevincin, yalnızlığın ve umudun iç içe geçtiği yanık bir göç türküsüydü yazdıkları aslında. Çocukluğundan beri yanından hiç ayırmadığı bağlamasıyla değil, yüreğinin emrine girmiş sağlam kalemiyle söylüyordu türküsünü bu kitapta Fikret Çeşmeli...

Konya'nın Kozanlı köyünde doğup büyümüş yüzü temreli, kekeme bir bozkır çocuğu, henüz yeni yetmelik çağında ekmek derdine düşmüş babasının ardından çıkıp İsveç'e geliyor. Köyünün mavi göğünde uçan kırlangıçlar kadar özgürken, bir anda sisler, puslar içinde kaybolmuş Stokholm'un göçmen işçilerle dolu bir kenar mahallesinde buluyor kendini. İnsanlar, binalar, sokaklar, durmamacasına yağan yağmur, hatta ağaçlar bile yabancı. Yer yatağına düşen sabah güneşi, horoz sesleri, kapıda adını seslenen neşeli okul arkadaşları artık rüyalarına damlayan gözyaşlarında...

Birkaç kelime İsveççe öğrenebilmek için İsveçli bir arkadaş arıyor yıllarca. Bulamıyor. Sığındığı tek gerçek dostu, babasını bir Türkiye izninde zar zor razı edip arabalarının bagajında getirdiği bağlaması oluyor. Zaman içinde o bağlama, Fikret'te üçüncü bir göz açıyor: Sanat gözü!..

Kavgacılığı, huysuzluğu, haytalığı, çalıp söylediği Anadolu türkülerinin tınaz yellerinde kaybolup gidiyor...

Sahnelere çıkacak kadar ustalaşıp konserler veriyor. Bir konserine, onu dinlemeye gelen tiyatro eğitimcisi Mazlum Kiper ve Türkçe öğretmeni Kenan Gündoğdu, Fikret’teki gizil tiyatro yeteneğini gözlemliyorlar. Çok geçmeden, Keloğlan Çocuk Tiyatrosu'nun sahnesinde buluyor kendini Fikret. Göçmenliğin ağır yükleri altında ezilen babası, “Yaptığın şu tiyatro mu, soytarılık mı, neyse onu bırak da, işimizin gücümüzün ucundan tut, biraz para kazan!” diye çıkışsa da, tutkuyla bağlandığı tiyatro sahnelerinden artık kimse indiremiyor Fikret'i...

Köyündeki bakkaldan çay isteyene kadar canı çıkan kekeme çocuk, bağlamasıyla türkü söylerken, sahnede en zor rolleri oynarken bülbül kesiliyor. Aşık Veysel'le başlayan türkü yolculuğu onu çağdaş şiirimize de yakınlaştırıyor. Şiir tutkusu, müziğini, besteciliğini besleyen bir pınara dönüşüyor. Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Behçet Aysan, Metin Demirtaş, Özkan Mert... gibi tanınmış şairlerimizin bazı şiirlerine bir de Fikret can suyu veriyor bağlamasıyla...

Ve taşlarını, dikenlerini kendi elleriyle temizleye temizleye adımladığı zorlu yollar, İsveç'in büyük tiyatrolarına çıkartıyor Fikret'i. İsveççe oynanan tiyatrolarda önemli roller üstleniyor Fikret. İsveç'in tanınmış oyuncularıyla dostluklar kuruyor. İsveç Devlet Tiyatrosu, Uppsala Şehir Tiyatrosu ve Gävleborg Halk Tiyatrosu gibi İsveç’in önde gelen tiyatrolarında başarısıyla adından söz ettiriyor...

Fikret Çeşmeli gibi üstüne çöken karanlıkları sanatın ışığıyla aydınlatan göçmenlerin yazdığı her satır çok değerli. Hatta, bir belge niteliğinde. Masa başında üretilmiş yapay öyküler değil çünkü anlattıkları; göçün, göçmenliğin zor yıllardan süzülüp gelen yaşanmışlıklar...

Etle tırnak olmuş Anadolu insanını sürekli ayrıştırmak, birbirine düşürmek isteyenlerin etniksel, mezhepsel oyunlarına da düşmemeyi başarmış Fikret Çeşmeli dostum. Ülkesine, bayrağına, köylülerine, çocukluğunun coğrafyasına, sanatın incelttiği o evrensel ruhla bakmayı başarmış çünkü:

“Sıkça “Kürt müsün, Türk müsün?” sorusuyla karşılaşıyorum. Benim dedem Kürt. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Sarıkamış’tan Kulu'nun Kozanlı köyüne göçmüş. Hiçbir şeyi yokmuş. Hem iç güveyisi girdiği ailenin hem de tüm köyün saygısını kazanmış. Dedemi severdim. Bize çocukken geldiği topraklardaki ağalık düzenini ve köylülerin hiçbir şeyinin olmadığını, hep ağa için çalıştıklarını anlatırdı. Dedemin kardeşleri de gelip Kozanlı’ya yakın bir Kürt köyü olan Yeşilyurt’a yerleşmişler. Ama bana sorulan “Kürt müsün, Türk müsün?” sorusunu ayrıştırıcı olduğu için sevmiyorum...” *

Tiyatro sahneleri, dilini çözmekle, güzelleştirmekle kalmamış, has bir yaşam yoldaşı da bahşetmiş ona. İlk kez bir oyunda 'kral' rolünde oynayan Fikret, “kraliçesini” şöyle anlatıyor kitabında:

“Açık kestane rengi dalgalı saçları omuzlarına dökülmüştü. Başında tacı vardı. Yeşil iri gözleri hafiften ürkek bakıyordu. İstanbul Türkçesi inci gibi dökülüyordu dudaklarından. Titreyen sesinden heyecanlı olduğu anlaşılıyordu. Üstündeki bordo renkli kraliçe kostümü ona ne çok yakışıyordu.

O, sahnede tiradını yaparken, ben kapı aralığından onu izliyordum. Tekli koltukta oturmuş nakış işliyordu. 'Ne güzel bir zamanlama' dedi tiyatro hocası beni kapıda gördüğünde. 'Sahne alma sırası tam da sana gelmişti!'  Kolumdan tutup sahneye götürdü; beni kraliçeyle tanıştırdı: 'İşte sana bahsettiğim Fikret bu! Senin yeni kralın. Daha önce bir iki kişi kral rolünü denemiş bırakmışlardı. Kraliçeyi oynayan kızın adı Hülya'ydı. Bu grubu çalıştıran tiyatro hocamız da bir zamanların Yeşilçam oyuncusu Yıldız Kafkas'tı... Hülya ile kısa bir sahnemiz vardı. Ben kral olarak sahneye girip kraliçenin ellerini tuttum ve şöyle dedim: 'Eğer insanların her dileği olsaydı, o zaman yaşamanın ve mücadele etmenin bir anlamı kalır mıydı Kraliçem?'

Kraliçenin elindeki iğne parmağını kanattı. Elinde nakış yaptığı iğneyi ve kumaşı bir yana bırakıp parmağındaki kana baktı. Kral ve kraliçe sarayın büyük penceresinin önüne oturmuş dışarda yağan karları seyrediyorlardı... 'Eğer kızımız olursa, dilerim saçları simsiyah, yüzü şu yağan kar gibi beyaz ve dudakları da parmağımdaki bu kan gibi kırmızı olsun' dedi Kraliçe...” **

Kral ve kraliçe bu sahnede sevdalanıp kısa süre sonra evleniyorlar. Kraliçenin betimlediği güzellikte üç kızları oluyor... Evlilik öyküleri de çok ilginç, kitabın içinde ayrı bir kitap gibi. Merak edenler kitaptan okusunlar artık...

Ben okurken Fikret Çeşmeli'nin dostu, kardeşi olmanın sevincini yaşadım...

 * Fikret Çeşmeli ile kitabı üstüne söyleşi. Aydınlık Avrupa, Tülin Uygur, Stockholm.

** Alev Alev Kar ve Kupkuru Yağmur.

    Alternatif Yayınları, İstanbul, Ekim 2021. 208 sayfa.