29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Boğaziçi tartışmalarının anımsattıkları

Erkan Rehber

Erkan Rehber

Eski Yazar

A+ A-

Bu köşede deneyim ve ilgi alanımız çerçevesinde, çok sık olmasa da Türkiye’de yüksek öğretim sorunlarına değinmeye çalıştık. 1980 darbesinin ardından 6 Kasım 1981'de yüksek öğretim kurumları yeniden yapılandırıldı ve kısaca YÖK olarak anılan bir sistem oluşturuldu. Kendisi de hiçbir zaman özerk olmayan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) yönetiminde Türkiye yüksek öğretimi daha önceki sistemden tamamıyla farklı olarak yukarıdan aşağı otoriter bir anlayışla yeniden yapılandırıldı. Yaklaşık yarım asır geçmişi olan bu yapı iktidara gelen hükümetlerce 12 Eylül darbesinin ürünü olarak eleştiri konusu yapılmıştır. Ancak, 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasası sıkça değişiklik yapılan bir yasa olurken, hiçbir hükümet eleştirileri ortadan kaldırma yönünde temel bir değişiklik yapmamıştır.

ÖZERKLİK, SEÇİM VE ATAMALAR

Boğaziçi Üniversitesi rektör atamasıyla başlayan gösteri ve tartışmalar YÖK konusunu yeniden gündeme taşımıştır. YÖK sisteminin birçok aksayan ve mutlaka değiştirilmesi gereken yönleri varken, daha önceleri de sıkça yapıldığı gibi, yine özerklik konusu öne çıkarılmış ve buna bağlı olarak da seçim gündeme getirilmiştir. Çok sağlıklı bulmadığımız bu bakış açısını tartışmaya geçmeden kırk yıllık YÖK döneminin eleştirilmesi gereken uygulamalarından bazılarını anımsatalım istedim.

*Eğitim kurum sayısı plansız bir şekilde hızla artırılmıştır. İlk 10 yıl içinde üniversite sayısı 19'dan 57'ye, fakülte sayısı 183'den 411'e ve yüksekokul sayısı da 126'dan 389'a çıkarılmıştır. Bu sayı artışı hız kesmemiştir. Günümüzde 129'u devlet, 73'ü vakıf üniversitesi ve 5'i vakıf meslek yüksekokulu olmak üzere 207 yükseköğretim kurumu bulunmaktadır.

*Hızlı okullaşmanın öğretim elemanı gereksinimini karşılamak üzere, mevcut doktoralı elemanlar yardımcı doçent olarak atanmıştır. Süresi dolan doçent adaylarının tamamı doçentlik diplomalarına kavuşmuştur. Bu uygulanmanın yanlış olduğu anlaşılınca oldukça zor bir yabancı dil sınavı engeli getirilmiştir. O zaman günümüzde “55” e düşürülen yabancı dil barajı “70” idi. Barajın 1-2 puan altında kalan elemanların birkaç yıl kaybetmeleri bir yana psikolojik sorunlar yaşadıkları da bir gerçektir.

*Sadece süre koşulu ile doçent olanlar, beş yılını tamamlayınca yine koşulsuz profesörlük kadrolarına atanmışlardır. Birkaç aylık farkla bu yöntemle doçent olma şansını kullanamayanlar, hızlı profesör olma fırsatını da kullanamamıştır. Uygulamaların hatalı olduğu anlaşılmış ve doçentlik ve profesörlük başvurularında hız kesmek amacıyla sadece Thomson Scientific şirketinin taradığı dergilerde yayın yapma koşulu getirilmiştir. İki yıllık bir aradan sonra gelen baskılarla eski sisteme dönülmüştür. Mevcut yapıda da en önemli ölçüt yıl sınırı ve kadro varlığı gibi görülmektedir.

*“Ek ders ücreti” uygulaması tahmin edilmeyecek şekilde öğretim kalitesini olumsuz etkilemiştir.

*Her dönem siyasetin güdümünde olan üniversitelerin FETO yapılanmasının etkisi dışında kaldığı söylenemez. 2008 ve 2011’de açılan Ergenekon davalarında bazı rektör ve akademisyenler suçlanarak tutuklu olarak yargılanmıştır.

Özerklik konusu da bu sorunlardan sadece biri olmasına karşın, neredeyse diğer temel sorunları gölgeleyecek şekilde öne çıkarılmaktadır. Çok geniş bir kavram olan özerklik farklı şekillerde açıklanabilir. Özerkliği kurumsal açıdan, “bir kurumun yönetim ve işleyişiyle ilgili kararların oluşturulmasında tüm paydaşların söz sahibi olmasıdır” şeklinde tanımlayabiliriz. Bu tanıma göre kuruluşundan beri ne YÖK’ün ne de ona bağlı kurumların özerk olmadığını belirtmek yanlış olmayacaktır. Tüm yetkiler, yukarıdan aşağı tümüyle siyasi irade, YÖK başkanı, rektör, dekan, bölüm başkanı vb. idarecilere bırakılmıştır. Son yıllarda olumlu gibi gösterilen, üniversitelere bazı yetkilerin devri, rektör yetkilerini artırmaktan başka bir uygulama değildir. Bu yapı nedeniyle özerkliği gündemde tutmak anlamlı olabilir. Ancak özerkliği seçime bağlamak son derece yanlış olmaktadır. Bu yaklaşımın sadece seçimi (sandığı) demokrasi sayan sağlıksız kültürün bir yansıması olduğu açıktır. Tüm yetkileri elinde bulundurduktan sonra bir idareci veya rektörün seçimle veya atamayla göreve getirilmesi bir fark yaratmayacağı gibi bunun özerklikle de ilgisi yoktur. Yani sorun veya çözüm seçim olmayıp, yetki tekeli, başka bir anlatımla yetkilerin tek elde toplanmasıdır. Nitekim geçmişte özerkleştirme adına getirilen seçim uygulamaları üniversitelerin kimyasını tümüyle bozmuştur. Yaşanarak görüldüğü gibi seçimle gelen rektörler, ikinci dönemde seçilebilmek için bir siyasi grup lideri gibi çalışmışlar, üniversitelerde keskin gruplaşmalar olmuştur. Bu olumsuz deneyimlere karşın “mutlak yetki” konusunu ihmal ederek, hala seçim tartışması yapılması çok ilginçtir.

BOĞAZİÇİ DENEYİMİ VE BİR ÖNERİ

Daha önceleri de dışarıdan veya seçimlerde en düşük oy alan adayların rektör atanması gibi çok farklı ve uç uygulamalar söz konusu olmuştur. Ancak hiçbir uygulama Boğaziçi Üniversitesi'ndeki gibi ülke düzeyinde yaygın bir tartışma ortamı yaratmamıştır. Türkiye’de Üniversitelerin gündeme taşınması gereken çok temel ve yaşamsal sorunları varken, bu farklı ve yaygın tepki maalesef yine geleneksel özerklik-seçim sorununa bağlanmıştır. Tartışmasız özerklik de önemli bir sorundur. Ancak bunun yolu tüm yetkileri (olağanüstü) elinde bulunduran idarecinin seçimle gelmesi değildir. Tam özerklik için özellikle akademik kararların aşağıdan yukarı, bölümler, fakülteler, üniversiteler ve en tepede YÖK düzeyinde demokratik seçimle gelen, öğretim elemanları, öğrenciler ve çalışan temsilcilerinden oluşacak KURULLARA bırakılmasıdır. Üniversite ve YÖK düzeyinde STK temsilcilerinin katkılarının sağlanması özerklik ve demokrasi anlayışının toplumca benimsemesine de yardımcı olacaktır. Amaç öğretim-araştırma ve bilgileri ulusal ve uluslararası paylaşımda kaliteyi artırmak ise, çözüm için şu kritik soruyu yanıtlamak gerekir: Mevcut sistemden kalite çıkar mı? Önerimiz siyasi iradenin son günlerde sıkça ve ağırlıklı olarak dile getirdiği anayasa değişikliği ve demokratikleşme yönündeki irade beyanlarına da dayanarak YÖK’ün aşağıdan yukarı doğru yeniden özerk ve kalite üreten bir yapıya kavuşturulmasıdır.