29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Küresel salgın ve tarım tartışmaları

Erkan Rehber

Erkan Rehber

Eski Yazar

A+ A-

Küresel salgın tüm insan yaşam ve faaliyetlerini etkilerken tarımın bunun dışında kalması düşünülemez. Dünyada kabul edilen ortak görüşe göre salgın döneminde sağlık sektörü öncelikli korunması gereken sektör iken ikinci sırada gıda-tarım sektörü gelmektedir. Salgının tüm dünyada gıda üretim ve dağıtımındaki sorunları artırdığı yadsınamaz bir gerçektir. Gıda ve Tarım Teşkilatı (FAO) salgın nedeniyle dünyada sayıları bir milyarı bulan açlık sorunu yaşayan nüfusun 83-132 milyon daha artacağı tahmininde bulunmuştur. Kuşkusuz bu konu doğrudan gıda güvencesi ve gıda egemenliği ile ilgilidir.

Salgının başlangıcında getirilen sınırlamalar ve karantina önlemleri gıda üretim ve arzını olumsuz etkilese de kısa sürede bu sorunlar bir ölçüde çözülmüştür. Ancak dış satım konusundaki sorunlar daha kalıcı olmuştur. Gıda talebi açısından en önemli olumsuzluk, gıda dağıtımındaki aksamalar yanında, mevcut gelir adaletsizliği ile birlikte karantina önlemleri nedeniyle çalışma olanağını yitiren sosyal grupların satın alma güçlerindeki azalma ve gıdaya erişim olanaklarının sınırlanmasıdır. Tüm ülkeler bu sorunların yükünü azaltma yolunda kendi yapılarına göre önlemler almaya çalışmaktadır.

TARIMLA İLGİLİ SALGIN ÖNLEMLERİ

Gelişmiş ülkelerde salgın döneminde her sektöre ve çalışan kesime önemli finansal destekler sağlanırken, diğer gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye’de genel destek kısıtlılığı yanında gıda ve bunun esas kaynağı olan tarım sektörü de gerekli desteği alamamıştır. Türkiye tarımının salgın öncesinde de çok önemli üretim ve pazarlama konusunda sorunları bulunmakla birlikte, salgınla bu sorunların daha ağırlaştığı bir gerçektir. Sorunların tümünü burada sıralama olanağı yoktur.

2012’de mantıklı bir ekonomik ve sosyal gerekçeye dayanmadan yaklaşık 16 bin köyün mahalle ilan edilmesi var olan yapısal sorunlara yenilerini getirmiş ve özellikle kırsal nüfusun köyden ve tarımsal üretimden ayrılma eğilimini hızlandırmıştır. Salgın döneminde yapılan bu yanlışın farkına varılmışsa da, bu yerleşim birimlerine “kırsal mahalle” gibi bir isim verilme ve birkaç vergi istisnası dışında bir iyileştirme yapılmamıştır. Salgın döneminde çiftçiye getirilen en önemli ayrıcalık arazi ve üretim mahallerine gidebilme iznidir. Gerçekte bu durum izne konu olmayacak bir gerekliliktir. Çiftçi hayvan barınağında, bahçesinin, tarlasının başında olmaz ise zaten üretim olanağı yoktur. Tarımda borç ertelemesi ve yapılandırılması gibi uygulamaların çiftçinin mevcut finansal sorunlarını ertelemeden başka anlamı yoktur.

Maalesef, tarıma yönelik politikalar geliştirilirken, gıda güvencesi ve egemenliği gibi temel hedefler göz ardı edilmektedir. Örneğin, akla ziyan bir uygulama ile semt pazarlarının bir haftalığına kapatılmasıyla, ürünler tarlada, bahçede, yollarda heder olmuştur. Bunun zararını semt pazarlarcılarından daha çok ürünün sahibi olan çiftçiler yaşamıştır. Nasıl bir sonuç yaratacağını hesaplamadan böyle uygulamalar yapılabiliyorsa, burada defalarca tekrarladığımız bir konudaki önerimizi sunalım. “Sadece üç aylığına Türkiye’deki Ticaret Borsalarının faaliyetlerini durduralım” ve bunun tarımı nasıl etkilediğini bir test edelim. Ne dersiniz?

Türkiye’de tarım politikalarını oluşturanlarda her bir üretici ailenin bir tarım işletmesini temsil ettiği anlayışı yoktur. Bu nedenle, salgınla ilgili destek yardımları söz konusu olunca, küçük işletme ve esnaf kapsamında çiftçiler dikkate alınmamış ve sınırlı da olsa 3-5 bin lira gibi karşılıksız ödemelerden çiftçiler yararlandırılmamıştır. Henüz geç değildir. Sulama suyu elektrik bedelleri vb. cari borçların, işletme büyüklüğüne göre en azından 3-5 bin liralık bir miktarı affedilmelidir.

TARIM GÜNDEMİ

Salgının gölgesinde mayıs ayında “dünya çiftçiler günü” kutlanırken tarımın kronikleşmiş sorunlarından örneklerle karşılaştık. Tarlada, bahçede para etmeyen ürünlerin tüketiciye katlanan fiyatlarla ulaşması sorununu “karpuz” örneğiyle yaşadık. Öne çıkan olaylardan birisi de “özel sektörün düşük fiyat dayatması” karşısında çay üreticisinin yükselen isyanıydı. Mayıs ayı yağış yetersizliği nedeniyle yaşanan kuraklık diğer bir gündem konusu oldu. Kuraklıktan etkilenen il sayısının 41’e çıktığı ve haziranda yeterli yağış olmaması durumun daha da yaygınlaşacağına işaret edilmiştir. Kuşkusuz tarımın sorunları bunlarla sınırlı değildir. Değerlendirmemizi bu çerçevede yapmaya çalışalım.

Üreticilerin ürün fiyatları ve ödeme koşulları gibi konularda, sanayici, tüccar, ihracatçı gibi alıcılar karşısında zayıf durumda olduğu yalın bir gerçektir. Çözüm örgütlenmeden geçmektedir. Çay piyasasında yaşanan sorun bunun bir örneğidir. Çay-kurun oldukça rasyonel bir fiyatla piyasaya girmesine karşın, üretilen çayın tamamını alma olanağı bulunmamaktadır. Bu durumda piyasadaki diğer alıcıların ilan edilenin yarısı düzeyinde bir fiyat ve bir yıla yakın vadeli ödeme koşuluyla ürün almak istemeleri üreticiyi mağdur durumda bırakmıştır. Sektör yapısı incelendiğinde bölgede önde gelen 11 sanayi kuruluşunun bir dernek çatısı altında birleştiğini görmekteyiz. Buna karşın sayıları yaklaşık 200 bin ve ortalama 4 dekar çaylık alana sahip küçük üreticiler ise tümüyle örgütsüz bir durumdadır. Bu sorunun tek çözümü üreticilerin sınırlı sayıda ve güçlü alıcılar karşısında “sözleşmeye dayalı bir üretim modeli” içinde örgütlenmeleridir. Uygun çözüm için bu örgütler, fiyat başta olmak üzere tüm satış ve ödeme koşullarını üretim öncesinden üretici yararına oluşturacak pazarlık gücüne sahip olmalıdır. Aksi durumda bir başarıdan söz edilemez. Bunun en açık örneği süt sektörüdür. Sütte sözleşmeli üretim zorunlu hale gelmiştir. Süt üreticileri de önemli ölçüde birlikler altında örgütlüdür. Ancak süt üreticisinin maliyet artışları karşısında süt fiyatlarının düşük olması konusundaki şikâyetleri son bulmamıştır. Çünkü mevcut örgütler üreticiye pazarlık gücü kazandıran bir yapıda değildir.

Kuraklık sorununun çözümü konusundaki önerimizle yazımızı tamamlayalım. Kuraklık sorunu sadece bu yıla ilişkin olarak ele alınıp, söz konusu illerdeki üreticilere destek gündeme alınabilir. Kanımızca kalıcı çözüm, kuraklık riskinin tarımsal sigorta kapsamına alınmasıdır.