17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Büyük tıkanıklık ya da harmandalı...

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

İdeoloji bağlamında “tıkanıklık” kavramı ilk olarak bir burjuva demokratik devrimi olarak tanımlanan Aydınlanma Devrimi (modernizm) için daha 1. Dünya Savaşının külleri sönmeden kullanılmaya başlandı.

Bunu da esas olarak adı ve içeriği belirgin biçimde olmak üzere ilk önce “eleştirel teori” tanımlamasıyla şu ünlü Frankfurt Okulu düşünürleri (Theodor W. Adorno, Walter Benjamin, Max Horkheimer ve Herbert Marcuse vd.) tarafından öncülük edilen sosyoloji, siyaset bilim, psikanaliz, tarih, estetik, felsefe, müzikoloji vb. farklı disiplinlerden oluşan “Toplumsal Araştırma Enstitüsü” üyeleri yeni bir “düşünce akımı” girişimi bağlamında kullandılar bilineceği üzere. Tarihsel Modernitenin Avrupa'da bir dizi iç çatışma sonucu (200 yıl kadar) giderek büyük bir dünya savaşına yol açması ve bu büyük savaşta milyonlarca insanın ölümü ve sosyal, toplumsal, siyasal, kültürel olarak o ana kadar oluşmuş ana ilkeleri üzerine kurulu yapının çökmesi, Avrupalı düşünürlerde ve siyasetçilerde büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştı.

İşte tam da bu koşullarda başını esas olarak Adorno, Horkheimer ve Marcuse'un çektiği bu grup

yine savaşın külleri arasındayken esas olarak sanat tasarımı ve mimarlık eğitimi vermek üzere Almanya'da kurulmuş bulunan Bahaus Sanat Okulu sanatçılarının da modernite üzerine öne sürdükleri eleştirilerini geliştirip kuramlaştırarak sonu 1950'li yıllarda artık iyice dönüştürülüp kullanışlı bir enstrüman haline getirilen postmodernizm kılıklı neoliberal bir sonuca yol açtılar. Çünkü yine bilineceği üzere Almanya'da iktidarı Hitler'in ele geçirmesi üzerine Frankfurt Okulu düşünürleri canlarını kurtarmak için soluğu Amerika'da alacaklardır. Doğal olarak savundukları kuramsal iddiaları postmodernizm de yine Amerika'nın 2. Dünya Savaşı'nın hemen arkasından dünya hegemonyası için planlamış olduğu Yeni Dünya Düzeni programının ideolojik zemini haline yükselecektir evrimleşerek.

Bunun öncülüğünü ise sonradan hala Avrupa'da kalmış fakat yeni dünya merkezi ABD ile ilişkiler içine girmiş “Yeni Fransız Düşünürleri” olarak da anılan başta Jean-François Lyotard

Michel Foucault, Jacques Derrida Jean Baudrillard vd. yapacaklardır bilerek ya da bilmeyerek.

Gerek Frankfurt okulu, gerek Yeni Fransız Düşünürleri gerekse 1. savaş sonrası ortaya çıkan ve 2. savaş sonrasında ABD siyasetinin içerisinde yer bulan bazı Avrupalı düşünürler artık modernitenin “tıkandığı” bu yüzden de modernin yerini “sonra”sı olarak tanımladıkları postmodernizmin aldığını öne sürmeye başladılar. Böylece farkında olarak ya da olmayarak bütün dünya düşünce tarlalarını ABD devletinin de destekleriyle ekip biçmeye başladılar.

Özellikle 80'li yıllarla birlikte yükselmeye başlanan ve 90'lı yıllarda doruğa çıkarak bütün düşünce, sanat, kültür ve siyaset alanlarını tepe tepe kullanan bu “tıkanma” fırsatçısı sözde düşünsel kuramsal iddialar 2000'li yıllardan sonra kendisi de tıkanarak artık günümüzde sözü dahi pek edilmeyen bir postmodernizm çöplüğüne dönüştü giderek.

Fakat günümüzde modernizm (aydınlanma devrimi) karşıtlığı yine de büyük bir zihinsel, ideolojik kafa karışıklığıyla halen devam ediyor ne yazık ki.

DÜŞÜNSEL KÜLTÜREL PANDEMİ

Bana kalırsa her tıkanıklık işleyip duran bir sistemin doğal sorunudur ve olağan bir durumdur. Çaresi ise esas olarak sağlıklı ve doğal bir biçimde toplumsal düşünsel sanatsal kültürel ve ahlaki bir müdahaledir kısaca.

Takip edip okuyanlar bilecektir: Türkiye'de Coronavirüs tedbirlerine geçildikten sonraki süreçte bu köşede 31 Mart, 14 Nisan, 28 Nisan, 12 Mayıs ve 26 Mayıs tarihlerinde bu köşede yer alan yazılarımda da belirtmiştim aslında.

İnsanlık tarihi aynı zamanda biyolojik salgın hastalıkların da tarihidir. Daha da ileri gidelim ve şunun adını doğru koyalım: kadim insanlık tarihi yine aynı zamanda toplumsal, düşünsel, kültürel ve ahlaki olarak “tıkanma” ve bunun sonucu oluşan pandemilerin (küresel salgın”ların da tarihidir.

Bu köşede ya da başka platformlarda da sürekli olarak yazmaya ve söylemeye çalışıyorum: hepimizin ucundan kıyısından bildiğimiz kadim Nuh Efsanesi de esas olarak bir “tıkanma” ve bunun sonucu dönemin tanrıları tarafından verilmiş bir büyük ilahi “ceza” pandemidir aslında. İnsanlık bugün de tarihsel olarak büyük bir toplumsal dönüşme aşamasındadır. Çünkü çok tanrılı süreç kendi içinde “tıkanmış” ve artık insanlar denetlenemez, yönetilemez hale gelmiştir. Dönemin siyasal sistemi (Çoklu Tanrılar) ise bu süreci Hz. Nuh'la birlikte konuşup planlayarak bütün insanlığı toptan cezalandıracaklardır.

Bir bakıma bu ceza da tıpkı günümüzün Coronüvirüs pandemisi gibi bir şeydir aslında.

Bu büyük ölümcül cezanın temelinde ise büyük insanlık tarihinin yaklaşık olarak M.Ö. 10.000'li yıllarda mağaralardan çıkıp düzlük sulak arazilerde tarım topluluklarına evrilmesiyle ilgisi var.

Hatırlayalım: efsanede da anlatıldığı üzere Nuh'un tufandan önce bir gemi yapması ve gemisine insan da dahil her canlı türü hayvan ve bitki türlerinden sonradan yeni baştan üreyebilmek için birer çift alması temel imgesi de zaten buradan geliyor.

Fakat bilindiği üzere bu ceza nafiledir. Çünkü insanlık ilerlemeye devam edecek ve o cezayı da “tıkanma” sürecini de aşacaktır tarihsel olarak.

Yine ünlü Babil Efsanesi'nin içeriği de öyle bir öyküye dayalıdır bilindiği üzere.

Bu iki büyük bilinebilir (bir tür pandemi) ceza ve cezaların alt edilmesi süreçleri sonuçta Çok Tanrılı Dinler sürecinin giderek Tek Tanrılı Dinler sürecine evrilmesiyle sonuçlanacaktır.

Yine Antik Çağ yine bir tür o sürecin erken aydınlanma formu olarak tezahür etse de Orta Çağ da bu erkenliğe indirilmiş büyük bir küresel cezadır sonuçta. Yani aslında Ortaçağ da bir tür siyasal, toplumsal, kültürel bir coronavirüstür aslında?

Peki yazının başlığında yer alan Harmandalı kavramı mı? Eğer öne geçen güncel bir konu olmazsa onu da bir sonraki yazıda anlatayım izniniz olursa?