18 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Çağımızın Siyasi Vebası: Muhalefetçilik

Şehmus Yıldırım Gençer

Şehmus Yıldırım Gençer

Site Yazarı

A+ A-

Türkiye’de kendisine ne kadar demokratik, sosyalist, özgürlükçü, insan hakları savunucusu -listeyi uzatabiliriz- diyen kesim varsa son dört-beş yıldır bir hastalığa tutuldu. Öyle bir hastalık ki her siyasi kırılmada nüksediyor, her toplumsal meselede ortaya çıkıyor. Maalesef hastalığa tutulan kişilerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Hastalığımızın adı: Muhalefetçilik!

Öyle basit deyip geçmeyin, insanı binbir türlü hale sokuyor. Birçok tüketim ürünü gibi bu hastalık da ithal. Öyle bir muzun içerisinde, nereden ve nasıl geldiğini bilinmiyor da değil. Adresi belli; Amerika. ‘’Her taşın altından Amerika mı çıkacak be kardeşim’’ seslerini duyar gibiyiz, ama evet. Çağımızda, milli, kamucu, devletçi uygulamalara düşman olan yegane kuvvet, emperyalizmdir.

Amerika, 1940’lardan bu yana Türkiye’de hükümetlerin kendisine muhtaç kalmasını istedi. Bu doğrultuda, Türkiye ekonomisini çıkmaza soktu, Türkiye’nin devletçi politikasını her önüne geldiğinde eleştirdi ve serbest piyasa sopasını olur olmadık yerlerde çıkardı. Ülkemizin dışa bağımlı olması için, yardım paketleriyle ‘’imdadına koştu’’. Sovyetler tehdidine karşı, Türkiye’nin yüzünü Avrupa-Atlantik sistemine dönmesi için canhıraş çalıştı. Türkiye’yi Ortadoğu’da petrol bekçisi yapmak için komşularımızla toprak bütünlüğü ve karşılıklı yardımlaşma temelindeki ilişkilerimizi sarstı.

Emperyalist kuvvetler, Kurtuluş savaşımızda başaramadığını, 1940’lardan sonra başarmaya çalıştı. Sözün kısası, ülkemizin üretimini baltaladı, kamucu-devletçi ekonomisini çöpe attı, emperyalizm karşıtı dış politikamızı, emperyalizmin yedek kuvveti haline getirdi. Dış politikamızın temelini İngiliz-Atlantik ittifakı oluşturdu. (1) Fakat Türkiye’yi dize getirmek, ülkemizi tam teslim almak kağıt üzerinde yazıldığı kadar kolay değildi. 1940’lardan bu yana, hükümetler üzerinde etkisi olan emperyalizm günümüzde bu etkisini her geçen gün yitirmektedir.

Emperyalizmin Yedek Lastiği

Ülkemiz, bağımsız bütünlüğünü sürdürebilmesi, bölgemizde nefes alabilmesi, ekonomik refahını sağlayabilmesi için, geçmişte bulunduğu Atlantik sistemini terk etmek mecburiyetinde kaldı. Dünya ölçeğinde, askeri ve iktisadi alanda her geçen gün yenilen emperyalizm, Türkiye’de de bir yenilgi aldı. Tabi bu süreç takdir edersiniz ki, kısa cümlelerle özetlediğimiz gibi kolay gerçekleşmedi. Türkiye 2014’den bu yana Atlantik sisteminden kopuşun sancılarını yaşıyor. Fakat ülkemiz, geri dönüşü olmayan bir rotaya girmiştir. Bu rota, 1919’da girdiğimiz bağımsızlık rotasıdır.

2014’den bu yana Amerika, Türkiye’de her geçen gün bir önceki günden daha da geri mevziye düşmektedir, daha da çaresizleşmektedir. Adeta yaralı bir hayvan gibi çırpınmakta, yarası arttıkça daha da vahşileşmektedir. Fakat doğanın döngüsü gereği, ölümü yakındır.

Kan kaybeden emperyalizm, Türkiye’de umudunu artık siyasi iktidarda değil, başka kuvvetlerde arayacak, ,ilk aklına gelen, yıllardır içli dışlı olduğu, beslediği büyüttüğü bu yaşa getirdiği PKK yani HDP olacaktı. Türkiye’nin çıkarına olan, milli menfaatlerimizin yararına olan ne varsa karşısında konumlanmaya yemin etmiş HDP’nin rolü artık Amerika için çok daha önemliydi. Onu süslü kıyafetlerle bezemesi, altın varaklı tepsilerle Türkiye’nin önüne çıkarması lazımdı. Onu o kadar boyamalıydı ki, geçmişin bütün kirini pasını üzerinde göstermesin, görmek isteyenlere de mani olsun.

İşe önce HDP’yi parlatmakla başladı. HDP Eski Eş Başkanı, Selahattin Demirtaş’ı, türkücü, bağlamacı Selo yaptı. Demirtaş’ı parlatarak seslendiği kitle, Unkapanı plakçıları değil, kendisine sosyal demokrat hatta Atatürkçü diye nitelendiren kitleydi. O kadar güzel süsledi ki sanki Öcalan’ın heykelini dikeceğiz diyen o değildi. Muhalefet hastalığının bu kitleler üzerindeki tetikleyicisi Demirtaş yani HDP idi. En güzel muhalefeti, Erdoğan’a en sert eleştirileri o yapabilirdi. Hem bağlama da çalabiliyordu, daha ne olsun! 2014, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana sözde muhalif kitleyi yavaş yavaş ısındırdılar ve maalesef hastalığın amansız ellerine düşürdüler.

Tabi HDP tek başına yetmedi. Amerika, Türkiye’de eski şaşalı günlerine dönmek için daha fazlasına ihtiyacı vardı. İşte Yıllardır AK Parti düşmanlığı ile gözünü bürümüş, 2014’den önce AK Parti’ye neden muhalefet ettiğini unutan bir kitle karşısındaydı.

Hastalığın Belirtileri Neler?

Hastalığın tanımını ve kimlerde zuhur ettiğini/edebileceğini yazdık. Peki hastalığın belirtileri neler?

- HDP sevgisi,
- Kör AK Parti düşmanlığı
- Milli değerlere yabancılaşma
- Avrasya düşmanlığı
- Amerika ve AB hayranlığı
- FETÖ ile mücadeleyi sulandırma

Hastalığın Sonuçları

- Doğu Akdeniz’de, Suriye’de, Ege’de Amerika’yla aynı safta olma
- Mustafa Kemal’in Askerleriyiz sloganını militarist bulma
- PKK militanlarını özgürlük savaşçıları ilan etme
- Türkiye’yi uluslararası arenada küçük düşürme
- Sözde Ermeni soykırım yalanını kabul etme
- PKK’nın kaçırdığı gencecik evlatlarımıza ses çıkarmama, ses çıkaran aileleri görmezden gelme
- PKK’nın taşeron kolu ‘’Ateşin Çocukları İnisiyatifinin’’ yaktığı ormanları görmezden gelme, gık çıkarmama
- Yeni açılım süreci tekliflerinde bulunma
- İçeride yatan FETÖ’cüleri mağdur ilan etme
- Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü savunduğu için Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nu ve Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ı hain ilan etme

Buradan da görülebilir ki muhalefet etme hastalığı, vatandaşlarımızın hissiyatını değil, emperyalizmle mücadeleden rahatsız olanların, ona öfke besleyen Türkiye düşmanlarının hissiyatını yansıtmaktadır. Açıkça denebilir ki bu muhalefet tarzı, kişi ve kurumları Türkiye toprağından koparmaktadır.

Peki bu hastalık neden şimdi ortaya çıktı? Aslında hep vardı, bu kadar belirgin değildi ve emperyalizm Türkiye’deki bu silahını kullanmayı çok gerek görmemişti. Ta ki 2014 yılına kadar. 2014’de başlayan ve 24 Temmuz 2015 ile kesin bir noktaya ulaşan terörle mücadele süreci artık küresel merkezleri çaresiz bıraktı. Türkiye’nin topraklarını savunma uğruna verdiği mücadeleyi bir şekilde baltalamak için gayri nizami harp yöntemlerine her zamankinden daha fazla sarıldı. Bu hastalığa yakalanan ve tedaviyi reddeden hastaların savrulduğu yer apaçık Türkiye düşmanlığı çizgisidir.

Hastalığımızın tedavisi var mı, mümkün mü? Tıpta, tedavisi henüz bulunamayan hastalıklar olsa da bu hastalığımızın tedavisi mümkün. Panzehiri mevcut. Öncelikle, adeta psikologların hastanın çocukluğuna iner gibi hastalığın köküne ineceğiz. Orada şu soruyu soracağız; Neden ve neye muhalefet ederiz?

Siyasi partilerin muhalefet amacı, iktidar partisinin her yaptığını bir dogma gibi yanlış kabul edip, eleştirmek değildir. Bu muhalefet tarzını yürütenler var fakat onların iktidar olma şansı yoktur. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ten örnek verelim. 1897 Türk-Yunan savaşında henüz lise yıllarında olan Atatürk, okulundan çıkıp, savaşa katılmak istemiştir. Peki bu savaşa katılma kararını verirken ‘’bu savaşa Abdülhamit’in hatalı politikaları yüzünden başımıza geldi, ne olacaksa olsun’’ demiş midir? Hayır. Çünkü orada esas önemli olan, vatanımızın ve toprak bütünlüğümüzün teminatıdır. Dış sorunları, içteki küçük hesaplaşmalarla çözemeyeceğimizi henüz 16 yaşındayken bizlere göstermiştir. Yine İttihat ve Terakki Cemiyetin 1906 yılında esas amacının ülkeyi özgürlükçü bir siyasal düzene kavuşturmak olduğu vurgulanmıştır. (2)

Ya da Birinci Dünya savaşı yıllarında, Osmanlı’yı, İngiltere’nin himayesine veren Padişah Vahdettin’i kurtuluş mücadelesine çekmek isterken neyi amaçlamıştır? Vahdettin’e en sert eleştirileri yapmış, köhnemiş Osmanlı düzenini değiştirmeyi amaçlamıştır ama bağımsızlık için o köhnemiş sistemden yararlanabildiği ölçüde yaralanmayı amaçlamıştır. İşte sorumlu muhalefet budur. Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş savaşımızı Vahdettin’i yıkmak, Osmanlı’yı devirmek için değil, İngiliz emperyalizmini topraklarımızdan defetmek, bağımsız bir vatanda yaşama arzusu ve hedefiyle yola çıktı. Muhalefetinin özünü oluşturan işte bu vatan sevgisiydi!

Kimin İçin Muhalefet

İyi de biz muhalefet edemeyecek miyiz, her muhalefet ettiğimizde emperyalist kuvvetlerin sözcüsü mü olacağız? Diye yükselen soruları duyar gibiyiz. Elbette hayır. Önemli olan soru, muhalefeti kimin için yapıyoruz? Milletimizin çıkarları için mi yoksa küresel merkezlerin çıkarları için mi?

Türkiye’nin teröre karşı haklı mücadelesine muhalefet ederken, hangi kuvvetlerin talebini dile getiriyoruz? Oğlunun askerden dönüşünü bekleyen annelerimiz için mi yoksa terör örgütüne binlerce tır silah veren ABD’nin mi?

Eğer iktidar olmayı, hükümeti zayıflatacağım uğruna her adımı eleştirmekte ararsak her yol mubah haline gelir. Fakat zayıflattığımız esas şey hükümet değil, vatanın ta kendisidir.

Milli mücadele dönemimizde, Atatürk’e muhalefet edenler yok muydu? Onlarcası vardı. İstanbul’da üniversite kürsülerinden Mustafa Kemal’i itibarsızlaştıran, gazete sayfalarında kurtuluş mücadelesini küçümseyen onlarca yazı yazılmıştır. Burada esas amaç, Mustafa Kemal’i eleştirmek değil, Türkiye’nin bağımsızlığının karşısında emperyalistlerin sesi olmaktır.

Muhalefet Kime Karşı Sorumlu

Muhalefetin de sorumluluğu vardır. O sorumluluk, Türk Milletine, coğrafyamıza, tarihimize, geleceğimize, vatanımızadır. Türkiye’nin toprak güvenliğini, iktisadi özgürlüğünü riske atacak her yaklaşıma muhalefet geliştirmeliyiz. Muhalefetimiz Türkiye’nin zayıflamasına karşıdır.

Sorumlu muhalefet, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, üretimini daha kararlı savunmaktır.

Sorumlu muhalefet, Türkiye’yi teröre teslim etmeden, bağımsızlık rotasında ilerletmektir.

Sorumlu muhalefet, Türkiye’ye Doğu Akdeniz’den, Suriye’nin kuzeyinden yönelen emperyalist tehditlere karşı ortak tavır almaktır.

Sorumlu muhalefet, Suriye’yle İran’la, Irak’la, ilişkimizi bağımsızlık temelinde örüp, emperyalist teröre karşı beraber mücadele edilmesini desteklemektir.

Sorumlu muhalefet, Türkiye’nin geldiği ekonomik buhranı görüp, yakınmadan çözüm üretmek ve iktidarın derhal çözüme yönelmesi için teşvik etmektir.

Sorumlu muhalefet, gençliğin gelecek sorununu görüp, kaygıyı daha da arttırmak değil, o kaygılara derman olacak programı Türkiye’nin önüne koymaktır.

Sorumlu muhalefet, gerektiği zaman ben daha iyi yaparım diyebilme iradesine sahip olmaktır!

Amerika’nın ithal ettiği bu hastalık, bu hakikatlere rağmen gözlere perde çekmeyi amaçlamaktadır. Gözlerindeki perdeyi kaldırmak istemeyenler, Amerika ile aynı kaderi paylaşmaya mahkumdur.

Emperyalizmin savaş taktiklerinde, milli mücadele veren ülkelerde iç muhalefeti canlı tutmak esas alınmıştır. Kurtuluş savaşı yıllarında İngiltere, Osmanlıyla mücadele için 3 yöntem belirlemiştir. İlki Müttefik kuvvetlerin doğrudan doğruya harekete geçmesi, ikincisi Yunanlıların kullanılması, üçüncüsü ise, Antlaşmayı (Sevr’i) olduğu gibi kabulden yana Türklerin kullanılması. (3) İlk iki seçeneğin ekonomik ve politik engelleri olduğundan kaynaklı, üçüncü seçenek devreye sokulmuş ve milli mücadelenin karşısında ayrılıkçı hareketler örgütlenmiştir. Emperyalist kuvvetler, bu özü farklı biçimlerde olsa da hala uygulamaktadır. Günümüzde teröre karşı yürütülen muhalefet 1920’lerin bir benzeridir.

Bu koşullar altında gençlerin, ülkemize, ailemize, dostumuza sorumluluk duymadan muhalefet etme şansı ne derece var? Şu anki mevcut ekonomik sistemin reçetesinin en ağır kesildiği fakat o reçetenin oluşmasında belki de en az paya sahip olan gençlik, Türkiye’nin sorunlarına sırtını dönme lüksüne sahip mi? Olamaz!

Milli Mücadele yıllarında ve Cumhuriyet’in ilanından sonra gençliğin en büyük görevi Hakimiyeti Milliye’yi canla başla savunmaksa (4) bugün de en büyük görevi iç cephedeki birliği sağlamaktır.İç cephede birlik, Türkiye’nin bu haklı savaşında kazanılacak zaferin en büyük parçası olacaktır. Sırtını, ülkesine güvenle yaslayan Mehmetçik, Türk Milletini özgürleştirecektir.

Türkiye, emperyalizmle savaştıkça özgürleşiyor. 1940’larda başlayan 1980’de anayasayla önümüze konan ve 2000’lerde zirve yapan dünya ekonomisiyle bütünleşme adı altında dayatılan serbest piyasa ekonomisinin faturası ülkemize ve gençliğe en ağır şekilde kesilmektedir. Kaybetmekte olan emperyalizm, ülkemizin toprak bütünlüğünü hedef almaktadır. Gençliğin sorunları ve eylemleri de bu gerçeklikten bağımsız olamaz ve bunlardan bağımsız köklü çözümler de önerilemez. (5)

Türk gençliğinin, muhalefetçilik hastalığına karşı panzehiri var. Arkasında, şereflerle dolu şanlı tarihi, Dünya mazlum milletlerinin örnek aldığı, emperyalizme karşı ilk ve en büyük mücadeleyi vermiş büyük bir lideri var. Türk gençliğinin amentüsü olan Bursa Nutku ve Gençliğe Hitabe hala günceldir.


KAYNAKÇA

1. Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi Cilt4, 1979, s.1585.

2. Aykut Kansu, 1908 Devrimi, İletişim Yayınları, 2017 İstanbul, s.63.

3. Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi Cilt1, 1974, s.152.

4. Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Gençliği, Kaynak Yayınları, 2004 İstanbul, s.290.

5. Fulya Gürses/Hasan Basri Gürses, Dünya'da ve Türkiye'de Gençlik, Der Yayınları, 1979 İstanbul, s.71.

Atatürk