Davutoğlu İsmail...
Fenerbahçe’nin Akhisar Belediyespor karşısında aldığı yenilgi, bu aralar gündem sıkıntısı olmasa da, futbola taze kan oldu. Medyacılar, iştahla, ağızlarını şapırdatarak daldılar dumanı tüten mevzuya. Taraftarlar, Pasolig cenderesinden kurtulup, şöyle bir silkindiler. Galatasaraylılar, kendi kaoslarına ortak bulma ümidiyle kıpırdandılar.
Tabii yenilginin ötesindeki asıl mesele, kulüpte baş verdiği söylenen huzursuzluk, çekişme. Takım kaptanları, Emre ve Volkan’ın, arıza çıkardıkları, hocalarına aba altından sopa gösterdikleri, kasten Akhisar deplasmanına gitmedikleri söylentisi.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nün yapısı mâlum; mutlak monarşiyle yönetiliyor. 16 yıl 7,5 aydır, aynı kişi tarafından... Bu açıdan, diğer sivil toplum kuruluşlarından pek farklı değil. Örneğin Gençlerbirliği, 36 yıldır benzeri durumda...
Türkiye’de futbol takımları üzerinden tanımlanan kulüp başarısı, tek bir sportif kriterle ölçülüyor: 3 İstanbul kulübü için, futboldaki şampiyonlukla... Futbol Federasyonu, yakın geçmişte ödüllü Fair Play Ligi uygulaması gerçekleştirmişti; bırakın o ligin herhangi şampiyonunu, uygulamanın kendisini hatırlayanınız var mı? Oysa, bu da bir sportif ölçüt...
CAVCAV BAŞARILIYSA...
Elbette her kulübün, kendisine koyduğu hedef ve başarı çıtası farklı. Gençlerbirliği örneğinden devam edersek; 57. yılı oynanan Süper Lig’in 43 sezonunda yer alarak, devamlılıkta 68 takım arasında 6. sıradalar. Başarı mı? Kulübü yönetenlere göre başarı, çünkü esas hedefleri önce ligde kalmak.
Hele, 36 yıllık İlhan Cavcav döneminde araya sıkışmış 2 Türkiye Kupası, Lig 3.lüğü, gibi tarihe geçen sonuçları da dikkate alırsak, katmerli başarı. Öte yandan, kulüpler taraftarları ile varlarsa ve Gençlerbirliği’nin, niteliği niceliğinin önünde giden taraftarı da, genelde halinden memnunsa; üstelik her kulüp borç içinde yüzerken, KırmızıKara’nın banka hesabı 6 sıfırlıysa mesele yok demektir.
Cavcav’ın başkanlığında, 5 düzine kadar teknik direktör görev almış futbol takımında. Sadece, henüz 4.haftası oynanan bu sezonda, 3. hocası görevde Gençler’in. Resmi kitaba uygun mu, evet. Birkaçını şahsen tanıdığım bu düzinelerce yerli hocanın içinde, görevine son verildiğinde tazminat alabilen tek kişi olduğunu zannetmiyorum.
Hocalar açısından, piyasada kalıp, iş bulabilmenin koşulu bu. Düzen böyle işliyor. Peki bundan kim şikayetçi? Hakkı yenenler dahil, hiç kimse! O halde Cavcav, her konuda “doğru” olanı yapıyor demektir. İyi bir avuntu...
FUTBOLCU KİMİ İSTER?
Dönelim Fenerbahçe’ye... Akhisar maçı sonrası, takımın hocası İsmail Kartal, eleştirilerin hedefindeydi. Yeterliliği, otoritesi falan tartışılmaya başlandı. Bu eleştiri mermileri, göreve geldiği gün namluya sürülmüş, kimi tetikçiler silahlarının emniyetini dahi açmışlardı.
Peki, nasıl gelmişti göreve Kartal? Başkan Aziz Yıldırım tarafından, Ersun Yanal’a, göreve devam etme şansı bırakmayacak baskılar uygulandığında, o, Yanal’ın yardımcısıydı. Ersun Hoca ayrılınca; önce, başını Emre-Volkan-Selçuk gibi Başkan’ın gözbebeği isimlerin çektiği, Bekir ve Kuyt gibi futbolcuların da desteklediği dominantlar korosu tarafından adı dillendirildi.
Objektif koşullarda, hiçbir işveren, çalışanlarının çok istediği birisini yöneticiliğe getirmez. İşin doğasına aykırıdır, risklidir. Futbolcu, kulüpten, başkandan, hocadan çok kendisini sever, kendisini düşünür. Renk aşkı, ahde vefa gibi güzellikler, Halit Abi’nin(Deringör) devrindeydi. Bugünün futbolcularının dilindeki, “renk aşkı”nın kocaman bir yalan olduğunu kanıtlayan onlarca örnek sayabiliriz.
Futbolcu, öncelikle kendisini devamlı oynatacak, birlikte rahat edebileceği, tercihen de diş geçirebileceği, kontrol edebileceği, yeri gelirse kaprisine, şantajına boyun eğdirebileceği bir hocayla çalışmak ister. İşe başlarken, eski bir futbolcu olarak İsmail Kartal, takımdaki dominantların uzattığı “kırmızı dipli mumun” ne anlama geldiğinin ayırdında mıydı bilmem ama ciddi bir açmazla karşı karşıya olduğu kesindi.
MONARŞİDEN MEMNUNSAN...
Bir yanda, takımda “abi”likten “hoca”lığa geçişin büyük zorluğu, öte yanda yaşamı boyunca bir daha önüne çıkmayabilecek Fenerbahçe Teknik Direktörlüğü fırsatı... Kulübün monarkının, “yüzde yüz kontrol” takıntısını ve 3 Temmuz süreciyle pekişen, “öz gücüyle her şeyi başarabileceği” vehmini bilmiyor olamazdı elbette.
İmza töreninde, başkan-hoca arasındaki orantısız güç farkı, beden dillerine de yansımıştı, sözlerine de... Yücelteyim derken batırmıştı, başkan yeni hocasını. Sözün özü; Ersun Yanal, dişiyle tırnağıyla tırmanmıştı Fenerbahçe’nin başına. İsmail Kartal ise, konjonktürel destekle, paraşütle... Davutoğlu misali...
Kişisel hasletleri, kariyeri, deneyimi, yeterliliği ve becerisinin sorgulaması yapılmadan, “bizim çocuk” gerekçesi öne çıkarılarak getirildiği seziliyordu. Bu durumda, gelen de, getiren de salvolara ve işin sonuçlarına katlanacak tabii ki. Cavcav, 2 hafta önce 2.hocasını gönderdiğinde, “Haftaya takımı ben çıkaracağım sahaya” demişti. Aziz Yıldırım da aynı ekolden...
Ya Fenerbahçeliler? Onlar da, monarşik düzenden şikayeti olmayan toplum kesimleri gibi çekecekler başlarına gelenleri... Ama iyi, ama kötü...