26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

El Greco’nunki ve Deli Selim’inki hangi deliliktir?

Caner Karavit

Caner Karavit

Gazete Yazarı

A+ A-

Geçen hafta Trakya’nın en önemli kültürel etkinliklerinden Hıdırellez ve Kakava şenliklerini birlikte kutladık. Genellikle, bu tarz kültürel etkinliklerde birkaç sanat veya zanaat unsurunun ön plana çıktığını görürüz. Trakya’nın kültürel şenliklerinde ön plana çıkan sanatlar genellikle yüksek ritimli müzik ve danslardır. Hal böyle olunca bu geleneksel etkinlikleri anmadan geçmek olmaz.

1980’lerin başıydı. Manisa’da askerlik yapan kardeşimi ziyarete gitmiştim. Kardeşim beraberinde iki Edirneli arkadaşıyla geldi. Ziyaret saati bitince, biraz sıkılarak: “Edirne’ye gönderilecek eşyalarımız var” dediler, “Ben götürürüm” dedim. Edirne’ye döndükten birkaç gün sonra, valizleri yüklenip emaneti teslim etmek için Küçükpazar’daki bir kahvehaneye gittim. Valizleri alacak kişiyi beklerken, kahvedekilerden birisiyle sohbeti koyulttuk. Kahvehaneden ayrılırken muhabbet ettiğimiz kişiye kim olduğunu sordum: “Bana ‘Deli Selim’ diyorlar.” dedi. İlk defa duyduğum için, özgün mahallelerde renkli kişilere verilen bir lakap olduğunu düşündüm. İstanbul’a döndükten sonra, Trakya havalarını özlediğimden bir kaset almak istedim. Eskiden müzik kasetleri, özellikle yerli kasetler, işporta tezgahlarında satılırdı ve çoğu kopyaydı. Baktığım tezgahtaki bir kasetin kapak fotoğrafı tanıdıktı. Kaset, kahvede sohbet ettiğim adamın, yani “Deli Selim”indi. Hangi albümüydü hatırlamıyorum, ama içinde “Mastika”, “Kuru Fasulye 2,5 lira”, “Lakoste Marey” gibi parçalar vardı.

El Greco’nunki ve Deli Selim’inki hangi deliliktir? - Resim : 1
Girit El Greko Parkı’ndaki “Dansçı” heykeli

‘DELİ SELİM’İ TANIR MISINIZ?’

Aradan birkaç yıl geçti, bir okul gezisine katıldık. Akademili (Güzel Sanatlar Akademisi) yıllarımızda zaman zaman tarihi kentlere okul gezileri yapılırdı. Bu seferki gezi Edirne’ye idi ve ilk tarihi mekan Muradiye Camisi’ydi. Camiyi gezdikten sonra dışarı çıktık. Etrafımızı Çingene çocukları sardı ve merakla: “Abi neredensiniz, kimsiniz?” diye sormaya başladılar. Küçükpazar’a bu kadar yakın düşmüşken, sorularına soruyla karşılık verdim: “Deli Selim’i tanıyor musunuz?”. Sitemkar bir ifadeyle: “Kim tanımaz ki!” dediler. Öyle ya, bu da sorulacak soru muydu? Edirne’ye gelip koca Deli Selim’i tanıyor musun denir mi? Neyse, arkadaşlarıma biraz hava atarak: “Deli Selim benim tanıdığım.” dedim. Çocuklar: “Çağıralım mı abi?” dediler. Umutsuzca: “Gelir mi acaba?” diye sordum, “Bir bakalım” deyip gittiler. Pek umudum yoktu, Deli Selim’in mütevazi bir insan olduğunu duymuştum, ama bazen çalgı ortamından sıkılınca basıp gidecek kadar da başına buyruktu. Aradan çok geçmedi, uzaktan Deli Selim ve ince saz ekibi göründü. Birkaç yıl önceki sohbetimize güvenerek: “Beni tanıdın mı?” diye sordum. Yüzüme baktı: “Tanıdım.” dedi. Gerçekten tanımış mıydı, yoksa kırmamak için mi öyle demişti, bilmiyorum. Ama bize tükürüklü “aluvyon sol gırnatayla” nefis bir 9/8’lik ziyafeti çekti. Hep birlikte coşkuyla oynadık.

GEMİNİN EN UCUZ AMA EN PAHA BİÇİLMEZ YERİ

Otostoptu, trendi, beyin pişiren komünist dönem otobüsleriydi derken, 1998’deki uzun Balkan turumun sonlarında, Girit yolculuğu için Atina’nın Pire limanına indim. Gemi için bilet almak üzere pasaportumu biletçiye uzattım. Biletçi kadın Türk pasaportunu görünce hemen bir yerlere telefon etti. Sanırım polise telefon etmişti. Bir gece önce oteldeki televizyondan izlemiştim, Yunanistan’da bir yerlerde orman yangını çıkmış ve failinin Türkiye’den geldiğine dair şüpheler vardı. Gemi kalkmak üzereydi ve biletçi kadın telefondakiyle konuşmayı uzatıyordu. Nihayet karşı taraftan onay geldi ki, biletimi verdi. Ben de koşarak gemiye yetiştim. Geminin en ucuz yeri en üst kattaki güvertesiydi. Akşamüzeri olmasına rağmen hava sıcaktı. Üst güvertenin esintili yerini seçerek uyku tulumumu serdim. Yerleştikten sonra etrafımı seyretmeye başladım. Kimler yoktu ki: içki içenler, sevişen çiftler, gitar çalanlar, yaşları 40-45 arası dövmeli hippiler… Gece olup geminin üst güvertesine karanlık çökünce, ay parladı Ege denizinin üstüne. Gitarlar ve melodileri rüzgarın sesine karışmaya başladı. “Geminin en ucuz yeri, ama en paha biçilmez yeri” diye düşündüm. Müzikti, esintiydi derken dalmışım. Sabahın erken saatlerinde yüzüme vuran güneşin ışıklarıyla uyandım, uzaktan Girit adası görünmüştü. Hanya Limanı’na inip merkeze doğru yürüdüm ve mütevazi ucuz bir otele yerleştim.

El Greco’nunki ve Deli Selim’inki hangi deliliktir? - Resim : 2
Deli Selim ve ince saz ekibi, Edirne Muradiye Külliyesi önü (1982)

NEŞE VE HÜZÜN BİR ARADA

Girit’te kaldığım günlerde her sabah kahvaltımı alıp, ünlü Giritli ressam El Greco’nun Parkı’na gitmeyi alışkanlık haline getirmiştim. Parkta bir adet şeftali ve konserveyle kahvaltımı yaparken, parkın müdavimlerini izlemeyi seviyordum. Önce, sırt çantasıyla bankta uyuyan adam uyanırdı, bir kutu konserve yiyip tekrar uyurdu. Saat 11.30’da ise, El Greco’nun resimlerindeki kafasının yanı tıraşlı rahiplere benzeyen yaşlı bir adam parkın içinden geçip giderdi. Sabahın ilerleyen saatlerinde de kuzey Avrupalı olduğunu tahmin ettiğim bir çift, keman ve çellosuyla klasik müzik konseri verip para toplardı. Bu çift yine bir sabah konsere başlamıştı ki, İki Giritli çingene çocuğun parka gelmesiyle neye uğradıklarını şaşırdılar. Klasik müzik çalan Kuzeyliler’in, 9/8 ritimli güçlü darbuka sesiyle baş etmeleri imkansızdı ve çantalarını toplayıp kaçtılar. Çocukların yanına gittim ve müziklerini dinlemeye başladım. Bir ara “spastika, mastika” ya da ona benzer bir şeyler söylemeye başladılar. Bu, Deli Selim’in meşhur parçası “Mastika”nın Yunanca’sıydı. Ben de “Mastika”nın Türkçesi’yle onlara katılınca, şaşırdılar. Ben Türkçe, onlar Yunanca şarkıyı birlikte söylemeye başladık. Öyle coşkuluydu ki parktaki herkes oynayacak zannettim. Ama, konserveci hala bankta uyuyordu, Greco’nun resimlerindeki rahibe benzeyen adam ise çoktan uzaklaşmıştı ve Kuzeyli müzisyen çift ise bir daha gelmemek üzere kaçmıştı. Gözüm parkta başka birilerini ararken, biraz ötedeki heykele takıldı. Parkın girişindeki bu heykel, belli belirsiz uzun kolları, bacakları ve ince vücuduyla Greco’nun figürlerinin Giritli yorumu gibiydi. Uzun kollarının uzandığı yerde ise, sanki bacaklarının arasına sıkıştırdığı bir darbuka duruyordu ve belli belirsiz elleri sanki 9/8’lik vuruşlar için sabırsızlanıyordu. Heykelin ruh hali ise, El Greco’nun “Apokalipsin Beşinci Mührü” resmindeki kendini bir oyun havasının ritmine bırakmış figürüne benziyordu. Heykelin genel duruşu, oyun havalarının dinamik ve neşeli ruhunu yansıtıyordu. Ama yüzüne düşen gölgenin neden olduğu bir de hüznü vardı. Heykelin yarattığı ruh hali ve Çingene çocuklarının ritimleri beni uzaklara götürmüştü. Dedim ya, parkta El Greco’nun ruhu var gibiydi, aslında bir çeşit delilik haliydi bu. Kazancakis’in Zorba romanındaki gibi: “Her insanın kendi deliliği vardır, bana da öyle geliyor ki, en büyük delilik, bir deliliğe sahip olmamaktır.”

FARKLI DUYGULARI BİRLİKTE İFADE EDEBİLME KÜLTÜRÜ

Peki, Greco’nunki ve Deli Selim’inki hangi delilikti; yakıştırılan mı, sahip oldukları mı? “Greco’nun deliliği, ressamın başka tuvallere getirdiği karşıt yorumdan ve sanatçı kişiliğinden kaynaklanan ağırlığını ve yüceliğini karalamayı amaçlamaktadır.” der Barres. Ya Deli Selim’in deliliği? O da bir karalama mıydı? Belki de, başı buyrukluğundan ya da “müzik aletlerinden çıkan sesin notadan değil, kafadan çıktığını” söylemesindendi. Bu yüzden, Deli Selim’in icrası başka bir gırnata ustası tarafından komik bulunmuştu. Ama, bana göre bu yorum oldukça sığdır. Deli Selim’in oyun havalarının 9/8’lik ritmi son derece neşelidir, ama aynı zamanda içerisinde hüznü de barındırır. Yani dinlediğiniz yere bağlıdır müziği. Eğer kulağınız, gırnatanın ağzındaki tükürükleri görecek kadar 9/8’lik ritme yakınsa, bu ritim efsaneye göre “Selimiye’nin çimlerini bile oynatır.” Ama, uzaklaşırsanız durum değişir. Bu aynı, biz çocukken geceleri “Araplar Mahallesi”ndeki düğünlerden bayır yukarı tırmanarak bize ulaşan yorgun 9/8’liğin içimizde yarattığı duygulara benzer. Araya giren hava, hızlı ritmin doğrusal hareketini rüzgar dalgalarıyla yavaşlatır, uzatır ve iç ses düşüren notalara dönüştürür. Az önce sizi fıkır fıkır oynatan ritim, derinlemesine hüzne dönüşür. İşte, bu çelişkili gibi duran duygu farklılıkları, bu coğrafyada yaşanmış olan olayların yarattığı karışık duyguları (tamamen hüzne teslim etmeden) birlikte ifade edebilme kültüründen kaynaklanır. Nasıl ki ruhun hüzünlü hallerinden Blues’un mavi notaları çıktıysa, kalbin aksak ritminden de 9/8’liğin “Edirne Kırmızısının” notaları doğmuştur. İşte, gırnata virtüözü Deli Selim’in müziği böyle bir şeydir ve aynen Greco’nun deliliği gibi, diğerlerine karşıtlık oluşturduğu için “deli” sayılır. Edirne’nin klarnet virtüözü ve üstadı Deli Selim’i sevgiyle anıyorum.