30 Nisan 2024 Salı
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ey Ürdün! Eşeği beraber gömmedik mi?

Mehmet Yuva

Mehmet Yuva

Gazete Yazarı

A+ A-

Ürdün, Suriye sahasına sürülen çok kimlikli dini-dar terör ordusunun eğitilmesi, donatılması, finanse edilmesi, sevkiyat ve koordine edilmesinde aktif bir rol üstlendi. Suriye-Ürdün-İsrail üçgeninde yer alan Suriye’nin güney cephesini silah, ağır askeri mühimmat ve militan ile doldurdu. Bu bölgeden kaçanlara sınır bölgelerinde kamplar kurdu. Kamplarda kalan kızların, dini evlilik örtüsü altında, seks ticaret merkezleri olarak kullanıldığı aşikar oldu.
Ürdün Krallığı, Suudi, ABD, İngiliz ve İsrail istihbaratı başkent Amman’da ve Suriye sınır bölgelerinde ortak Operasyon Odaları adı altında terör ordusuna gerekli desteği sağlayan merkezler inşa edildi. Ürdün Krallığı Suriye’nin güneyinde güvenli ve uçuşa yasak bölge talep etti. Suudi ordusu ile Suriye’ye müdahaleyi sıkça dile getirdi. Özetle Suriye Madalyonu’nun bir yüzünde Ürdün diğer yüzünde Türkiye vardı. Suriye için üstlendikleri misyon aynıydı.
Sayın Bin Davud, Peygamber soyundan geldiğini iddia eden İngiliz ve İsrail dostu Sultan 2. Abdullah’ı 27 Mart’ta Ürdün’de ziyaret etti. Hükümet Başkanı Sadrazam Abdullah Ensour tarafından resmi törenle karşılandı. Ürdün’de Hükümetin Sadrazamını (Başbakan), Bakanları ve Erkan-ı Devlet Ricalini Ürdün Kralı 2.Abdullah tayin ediyor.
Sayın Bin Davut Türkiye-Ürdün İş Forumu’na katıldı. Stratejik isteklerini paylaştı. “Ürdün’ün istikrarı bizim için oldukça önemli. Eminiz ki Ürdünlü dostlarımız da Türkiye için aynı düşüncededir. İpek Yolu üzerinde bu coğrafyanın ayağa kalkmasını istiyoruz. Ürdün’le deniz seferleri başlatmayı düşünüyoruz.
“Akabey ile İskenderun arasında Ro-Ro seferleri düşünüyoruz. Amman’a metrobüs projelerine talibiz. Kızıldeniz’le Ölü Deniz Arasındaki Su Projesine talibiz” dedi.
Bu taleplerin ne kadarı gerçekleşir zaman gösterecek. Ancak tam da Davutoğlu’nun Amman’da bulunduğu esnada Sultan 2.ci Abdullah Türkiye’ye ve İsrail’e karşı müthiş iddialarda bulundu. İsrail’in terörist olarak kabul edilen El-Nusra’ya ev sahipliği yaptığı ve desteklediği ifadesinin İsrail’e rağmen yapıldığına ihtimal vermiyoruz.

GEMİYİ TERK ETME HAZIRLIĞI
Lakin Sultan Abdullah’ın Türkiye için dile getirdiği iddialar bizi şaşırtmadı. Suriye meselesinde Ürdün’ün gemiyi terk etmeye başladığı ve Suriye faturasını, efendilerinin teveccühüne binaen, halen batan geminin feleğinden kurtulamayan ve değerli yalnızlık türküsü söyleyen Türkiye’ye kestiğini görüyoruz. Davutoğlu’nun business yapmak istediği Sultan, Türkiye Avrupa’ya bilinçli olarak terörist ihraç ediyor, IŞİD petrolünü Türkiye’ye satıyor, Türkiye bölgeyi bir Radikal İslam’a dönüştürmek istiyor, “Türkleri (Ankara’nın sorumluluğunu) Kosova, Arnavut devlet başkanlarına ve Somali’ye sorun” diyor. Sultan, ABD’li Senatörlere, Suriye ve bölgenin istikrarsızlaştırılması ve terör ihracında Türkiye’nin sahip olduğu aktif rolü anlatıyor.
Sultan’ın kankası Bin Davud’un bu iddialara cevap vermemesi ve Türkiye’deki malum medyanın iddialara üç maymun kalması manidardı. Ne mi diyebilirdi? Ey Sultan Abdullah! diye başlar ve şu anlamlı hikayeyi anlatabilirdi:
“Evvel zaman içinde 2 yakın arkadaş varmış. Çok kıymet verdikleri bir eşek varmış. Ecel gelmiş ve eşek ölmüş. Kıymetlilerine şirin bir mezar yapmışlar, ardından mezarın etrafını duvarla çevrelemişler. Her gün mezarı ziyaret etmiş, çiçek bırakmışlar dua etmişler. Bunları gören yakın köy sakinleri mezarın sırrı ve hikmetini sormuş. 2 arkadaş, burada çok kıymetli, ermiş ve bilge bir varlığımız yatıyor demiş. Bu sefer köylü mezarda yatanın ermişliğinden medet umar olmuş. İşin başında az olan ziyaret sayısı gün geçtikçe artmış. Gelenler yemek ve poara bırakmış dilekte bulunmuş. 2 arkadaş bu işe çok sevinmiş ve çok kazanmış. Çok kazanınca mangırları paylaşımda sorun yaşanmaya başlanmış. Karşılıklı ithamlar olmuş. Arkadaşlardan birisi, ‘Aha şu mezarda yatan ermiş üzerine yemin ederim ki paradan çalmıyorum’ demiş. Diğer arkadaş ağzı açık dinlemiş: Ula demiş eşeği beraber gömmedik mi? Beraber gömmeseydik eşşeği bana bile ermiş diye yutturacaksın be şerefsiz demiş.”
Bu öyküyü anlatır ardından kükrer, “Ey İngiliz asıllı çakma Sultan, Suriye’nin altına dinamit döşeyelim diye bu yola beraber çıkmadık mı?” diye sorabilir.