17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

'Fabrika ayarlarına geri dönmek' ya da 'kendi olmak'

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Android telefon, bilgisayar ya da tablet gibi cihazları olanlar bilecektir ya da bilmeleri gerekir.

Bazen cihazların ya aşırı yoğunluktan yorulup kafası kaosa girdiğinde ya dışarıdan gönderilen bir virüs saldırısı ya da buna benzer bir etken yoluyla üzerinde yüklü programları teknik bir çöküşle karşı karşıya kaldığında çözüm yolu olarak “reset atma” yoluna gidilir.

Yani cihazın yeniden işler hale gelmesi için bir tür “fabrika ayarlarına geri döndürülmek”ten başka çare kalmaz.

Ancak bu çağda bu teknolojik dijital sistem için geçerli olan bu işlem bir tür içinden geçiyor olduğumuz dijital teknoloji çağının sık sık ve vazgeçilmez bir çözüm hatta neredeyse günlük temel ritüellerinden birisi haline dönüşmüş durumda.

Dahası son zamanlarda bu durum aynı zamanda gerek küresel dünya ekonomisinin yönetim çevrelerinde gerek neo liberal küresel sözde kavram ve içerik tasarlama merkezlerinde hatta şirazesini çoktan kaybetmiş sözde felsefi zihinsel düşünsel kültürel sanat çevrelerinde bile kuramsal olarak dahi aşırı derecede işlerlik kazanmış durumda.

Hani şu “Tarihin Sonu ve Son İnsan” safsatasının mucidi Japon asıllı Amerikan derin devletinin maaşlı kavram üreticisi Francis Fukuyama'nın 1990'lı yılların dünya hegemonyası stratejisinin kuramsal enstrümanı olarak üretmiş olduğu bu sözde dünya ve gelecek tahlili tez bile özellikle 2000'li yıllardan itibaren dolaylı bir biçimde “yanılma” mazaretiyle birlikte sahibi tarafından bile düşünsel olarak çoktan “reset”lenmiş durumda.

Onun peşinden giden hem bizdeki hem dünyadaki bir türlü kendi olamamış ve zögün bir şey üretemiş sözde düşünürler de doğal olarak kendilerine “reset atmış” durumdalar zaten.

Yine aynı neo liberal küresel çevrelerin yanı sıra bizdeki hayranların da pek sevdikleri Avrupa'lı sosyolog ve felsefeci Slavoj Zizek de benzer “reset”çilerden.

Zizek, Mart'tan beri devam eden uluslararası ölçekteki yaygın koronavirüs salgınına karşı bazı görüşlerine “reset atmak”ta kaçınmıyor görünüyor en son söydekileriyle:

“Umut edilebilir ama paradoksal bir şekilde! Umutsuzluğun cesaretini savunuyorum. Umut etmek istiyorsak, eski hayatımızın bittiğini kabul etmeliyiz. Yeni bir normal icat etmeliyiz!”

Ona kalırsa, yine kendisinin ifadesiyle: “Gerçeklikle olan temel ilişkimiz kökten kopmuş” durumdaymış.

Biliyorsunuz neredeyse her gün gece gündüz her saatte her kanalda koronavirüs salgını üzerine sürekli konuşuluyor. Koronavirüs vaka sayıları, karantinalar, ölümler, hastalığı atlatanlar, aşı teorileri, ilaç pazarları, muhtemel öngörüler gırla.

Geçenlerde televizyonda konuşulurken bir Bilim Kurulu üyesi dile getirdi: “başkalarını korumak için ağzımızı, kendimizi korumak içinse burnumuzu kapatmamamız gerekiyormuş.”

Düşünsenize üstelik de bunu aynı kişi olarak aynı anda ve aynı birkaç araçla yapmak zorundayız: sosyal mesafe, maske, temizlik ve görünmeyen tanınmayan henüz yeterince bilinmeyen koronavirüsle yaşayacağımızdan korktuğumuz ilişki süresine dikkat ederek yapabilecek imişiz?

Bir de şuna buyurun isterseniz? Gerek 1990'lı yıllarla birlikte giderek azgınlaşmış “tek dişi kalmış” neo liberal emperyalist küresel güçler ile ideolojik siyasal bireysel toplumsal ve kültürel olarak ağzın söylediğini kulağın nedense bir türlü duymadığı duysa da duymazdan geldiği bir toplumda bu nasıl olacaktır ki gel de çık işin içinden?

Öyle ya neredeyse çeyrek bin yıldır hem bizde hem dünyada hala “birey” olamamış yani bir türlü bireyselleşememiş sözde kimlik ama kimliğini giderek yitirmiş “insan” ile onca sözde toplumsallaşma iddialarına projelerine rağmen ya tümden çökmüş ya yolunu yitirmiş şaşkın sürülere dönüştürülmüş sözde toplumların ya da yeterince uluslaşamamış ulusların yanı sıra yine bir türlü düşünsel empati ve kültürle bireyselleşememiş toplumlar ile bireyi es geçen hatta yer yer bastıran bir kaos ikliminde hangi ülkede olursa olsun bu nasıl başarılacaktır dersiniz?

KENDİ OLMAK / HAKİKİ OLMAK / ÖZGÜN VE YENİ OLMAK / HEM BİREY HEM TOPLUM HEM ULUS VE BİR VARLIK OLARAK İNSAN OLMAK / YA DA İMKANSIZ OLANDAN İMKANLI OLANA...

İster bireysel, ister toplumsal ister herhangi bir topluluk ister çağdaş bir toplum ya da ulus vb. hayatı kurmak bir tür bir zincirin halkaları gibi bir dizi maddi/manevi ardışık “yaşam” içerikleri, kültürel değerleri, kavramları ve formları üzerine kuruludur.

Fakat hayatı “yaşam” olarak kuran “yaşam” ya da “hayat” kahramanları ardışık bir biçimde sürekli değişip evrilerek zamanları gelip çattığında yok olup giderler.

Fakat öte yandan hayatın “yaşam”sız kalan kahramanları birer ölümlüyken kadim “hayat”ın kendisi doğal bir dünya yaşam düzeni olarak öyle ya da böyle alabildiğine sonsuz ve ölümsüzdür.

Zaten sahici ve temel bir kavram olarak “hayat”ın asıl gizemi de bu ölümsüzlükte yatmaktadır.

Yani özetle: tarihsel kavramsal “insanlık” asla bitmeyecektir. Yalnızca yeni yeni biçimlere bürünecektir ister istemez.

Çünkü felsefi bir kavram olarak “hayat”ın varlığı bunun üzerine kuruludur.

Tarih boyunca da bu yaşam yüklü tarihsel ritüel hep böyle olmuştur ve bugün de yarın da aynı ritüel işlemeye devam edecektir.

Akıllı, kültürlü, iddialı, disiplinli vb. ama bir yandan da özgür ve özgün olmayı başaran toplumlar /uluslar evrimleşerek geleceğe geçecekler; olmayanlar, olamayanlar ya da olmamakta direnenler ya da geç kalanlar ise tıpkı geçmişte olduğu gibi giderek tarih dışına savrulacaklardır.

Şu koronavirüs saldırısından ötürü yeniden öğrendik ki vücudumuz kendi mahrem iç işleyiş sistemine giren virüslerle ya da kültürel mikroplara karşı savaş açıp mutlaka direnmeye çalışıyor.

Bazen -ister tasarlanmış ister doğal olsun- o öldürücü yok edici virüsleri o yeniyor; bazen de -özellikle de zaaflı, hasta vücutlar virüse karşı yeniliyorlar ister istemez. Sonuç ölüm biliyorsunuz?

Peki, safsataya cehalete sorumsuzluğa karşı kendi bireysel ve toplumsal kültürel zaaflarımıza nasıl direnecek ve bu durumdan nasıl sağ çıkacağız dersiniz bu büyük savaştan?

(İzninizle mecburen yine devam edeceğim!)