08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

 ‘Hollanda’da kalsaydım şimdi  mezarda olurdum’

Ali Develioğlu

Ali Develioğlu

Site Yazarı

A+ A-

İlhan Duman salgının yaygın günlerinde korona teşhisiyle ağır halde Amsterdam'daki OLVG Hastahanesi acil servisine getiriliyor. Geçen yıl ocak ayının başlarında. Sadece üç gün sonra oğlu Furkan Duman'a tedavinin durdurulacağı söyleniyor. Oğlu Furkan: “Bu çok ağırdı. Ben hemen 'Ben bunu kabul etmiyorum, yapamazsınız' dedim. Ama, yasal açıdan buna kendilerinin karar verebileceğini söylediler."

Furkan, "Nasıl birkaç gün içinde birinin iyileşmeyeceğine karar verilebilir! Beyni hala çalışıyor, kalbi hala atıyor, diğer organlar da. O zaman neden tedaviyi bırakıyorsunuz?" diye tepki gösteriyor. Perişan bir vaziyette Duman ailesi, seçenekler arıyor ve sosyal medyadan çağrılar yapıyor. Türk konsolosluğu aracılığıyla kısa sürede Türkiye'den davet geliyor. Furkan: “OLVG'deki doktorlar benden bu mesajı duyduklarında şaşırdılar. ‘Daha önce böyle bir şey yaşanmadı’ dediler.”

Baba Duman, ocak ayı sonunda Türkiye’den gönderilen özel bir ambulans uçakla Amsterdam Havalimanından alınıyor. Birkaç hafta sonra Ankara'daki Belediye Hastanesi’nde babanın sağlığı düzeliyor. Hatta orada kendisiyle yapılan bir video röportada Duman'ın yürümeye ve konuşmaya başladığı görülüyor. Duman: “Ankara'ya götürüldüğümden haberim yoktu. Uyandığımda hastanedeydim. Etrafımda Türkçe konuştuklarını gördüm. Neredeyim, diye düşündüm, şaşırmıştım. 'Türkiye'desin' dediler. Ağladım” diye anlatıyordu.

Ankara'da Duman’ı tedavi eden doktor, "Hollanda'daki meslektaşlarımız da elbette ellerinden geleni yaptılar. Ama Türkiye'de tedaviye devam etmeye çalışıyoruz çünkü uzun süreli tedaviyle durumun bazen olumlu sonuçlanabileceğine inanıyoruz" diyecekti.

Duman şimdi tekrar Amsterdam'da yaşıyor. Amsterdam'a döndüğünde gazetecilere “Hollanda'da kalsaydım dört ay önce gömülmüş olurdum” diyor. Amsterdam'daki OLVG bu vaka hakkında şimdiye kadar bir açıklama yapmaktan kaçındı. Sadece iyileşme olasılığı olmayan durumlarda genel olarak benzeri karar aldıklarını belirtmekle yetindi.

BİR HASTANIN ÖLÜME TERK EDİLMESİNE KİM KARAR VEREBİLİR?

Doktorlarca tedavisi kesilmek istenen bu hastalar, başka yerde birkaç aylık yoğun bakım tedavisi ile yaşadılar. Sadece Dilara, kemik iliği nakli için hazırlanırken 8,5 aylık tedaviden sonra ölecekti. Ama başka bir nedenden dolayı: kemoterapi kaynaklı ağır bir mide kanaması yaşadı.

Nimet hanım da, Erdem de, Duman da, Dilara da ailelerinin yardımlarıyla hayatta kaldılar. Gülay, "Şu anda etraftaki Türk ve Faslı komşularımız arasında şu dedikodular dolaşıyor: ‘Özellikle yalnızsanız hastaneye gitmeyin, yoksa sizi orada ölüme terk ederler!’ İnsanlar gerçekten korkmaya başladı."

Konuştuğumuz hastaların tümü, böylesi durumlarda tedaviyi bırakma, nihai kararının sadece hekime bırakılmasını etik açıdan yanlış buluyor. Hastanın ve ailesinin görüşünün belirleyici olması gerektiğini savunuyor. Ayrıca, tedaviye devam edilip edilmemesi, hastanın durumunun ağırlığına dayanmamalı, nefes alıp almaması yeterli olmalı görüşündeler.

Kabul edilemez buldukları önemli bir nokta daha var. Hastaların fişini çekme kararlarıgenelde birkaç gün veya birkaç hafta gibi 'son derece kısa bir sürede' verilmiş durumda. Bu nedenle, bu kararların 'keyfi', 'bilimsel olmayan' veya diğer geçersiz nedenlerle verildiğine dair güçlü bir şüphe var. Hepsi merak ediyor: 'Doktorların tedaviyi bırakmak istediği bu hastaların başka bir yerde iyileşmesi nasıl açıklanabilir? Bu kararlar sadece göçmen hastalar için değil, Hollandalılar için de bazen alınıyor, ama bu kadar kısa sürede değil. Ayrımcılık mı bunda bir rol oynuyor? Ya da hastanın dar gelirli olması mı?

SAĞLIK SEKTÖRÜNDEN YETKİLİLERİN AÇIKLAMALARI

Hollanda Yoğun Bakım Derneği'nin (NVIC) Eski Başkanı Diederik Gommers, anlamlı bir hayatta kalmanın ne olabileceği konusunda ülkede tıb dünyasında bir fikir birliği olduğunu söylüyor: “Solunum cihazına bağlı ve iletişim kuramayan insanları yaşatmanın bir anlamı yoktur. Böyle bir durum hastanın cıkarına değildir. Bu gibi durumlarda, bir doktor ekibi tedaviye devam etmenin anlamsız olduğu kararını alabilir.

Gommers'a göre: Bu aileye danışarak yapılır ama sonuçta karar tıbbi bir karardır. Aile tabii ki başka yerlerden görüş alabilir ya da hastasını başka yerlere sevkedebilir, ama bütün bunları kendisi düzenlemelidir, yoğun bakım doktorlarının bunları yapmaya zamanları yoktur.

Hollanda Akciğer Hastalıkları ve Tüberküloz Doktorları Derneği (NVALT) Başkanı Dr Leon van der Toorn şunları söyledi: "Elbette hiç kimse yüzde yüz doğru bir öngörüde bulunamaz. Bu nedenle bir durumu umutsuz diye nitelemek her zaman kişiye ait bir seçim olacaktır. Tedavinin umutsuz olarak nitelenmesi kesinlikle yatak tasarrufu yapma amacını taşıyamaz. Herkes mümkün olan en iyi bakımı alır. Tabii ki, yaşayamayacağı düşünülen ve bu nedenle durumu 'umutsuz' olarak nitelendirilen bir hastanın, beklentilerin aksine, başka bir ülkede yaşayabileceği haller de olabilir ve bu hasta ve ailesi için harikulade bir haber olacaktır."

Ayrıca Utrecht Üniversitesi Tıp Etiği dalında Profesör Hans van Delden’e göre, doktorlar bir hastanın hayatta kalamayacağını asla yüzde yüz garanti edemezler. Van Delden: "Hollanda'da bir tedavinin tıbben anlamsız olup olmadığını belirlemek için net bir yasal çerçeve yoktur. Göstergeler vardır. Yani doktorun kişisel karar alabilmesi için bir alan bulunmaktadır. Tıbta hastanın iyileşme şansının az olduğu haller sık görülür. Tedavinin bu şansla orantılı olup olmadığına ise doktor karar verir" görüşünde.

YAKLAŞIM FARKLARI

Van Delden, karar vermede doktorun şahsına bırakılan manevra alanının kültürlere ve dinlere göre farklılık gösterdiğini savunuyor: "Eğer bir doktora göre yüzde doksan dokuz şans kalmamışsa, hala ağır bir tedaviyi sürdürüp minik bir tedavi ihtimali uğruna bir yatağı boşuna işgal mi edeceğiz? Yani gereksiz aşırı tedavi rizikosu olabiliyor.”

Görülüyor ki örneklerdeki Türk hastaların “Hastanın nefes alması bile tedaviye devam etmek için yeterli bir nedendir” şeklindeki görüşü Hollanda’da pek çok hekim tarafından paylaşılmamaktadır. Hollanda Yoğun Bakım Derneği (NVIC) Başkanı Iwan van der Horst geçen haziran ayında NOS televizyonuna verdiği demeçte şunları söyledi: "Hollanda’da solunum cihazına bağlı ve iyileşme umudu olmayan insanları hayatta tutmak anlamsız görülür. Ama biz de bazen hata yaparız. Öte yandan, her hastayı ölene kadar tedaviye devam ederseniz, hasta için strese, uzun süre gereksiz acı çekmesine ve yoğun bakım ünitesinin zorlanmasına neden olursunuz.”

Sağ hükümetlerin son 20 yıldır acımasız kemer sıkma ve özelleştirme politikaları, tıb dünyasının yukarıdaki bu Kalvenci anlayışıyla birleştiğinde sonuç şu: yatak ve personel sayısındaki acıklı durum. Hollanda’da yoğun bakım yatak sayısı diğer AB ülkeleri ve Türkiye ile karşılaştırıldığında olağanüstü düşük. Almanya'da 100.000 kişiye 30 yatak düşerken, Hollanda'da sadece 6 yatak düşüyor. Hollanda'da toplam yoğun bakım yatak sayısı 1.500'ken Almanya'da 28 binin üzerinde. Türkiye ise çok daha da yüksek: 48.000'den fazla. RTL Nieuws TV’nin Orta Doğu muhabiri Olaf Koens "Türkiye’de tıbbi bakım gerçekten iyi ve uluslararası alanda da büyük saygı görüyor” açıklaması yaptı.

SAĞLIK SEKTÖRÜNDE AYRIMCILIK KAPSAMLI ARAŞTIRILMALI

Amsterdam Üniversitesi'nin bir parçası olan AMC'de sosyal tıp profesörü olan Prof. Dr. Karien Stronks göçmen-yerli hasta ayrımı yapılmadığı kanaatinde. Bunu Hollandalı ve göçmen korona hastalarının aynı iyileşme şansına sahip olup olmadıklarını araştıran bir çalışma sonucuna dayandırıyor. Stronks: “Amsterdam’da yaptığımız bu araştırmada, hastaların etnik kökenine bakarak ne oranda iyileştiklerini takip ettik. Etnik gruplar arasında yoğun bakım ünitesine kabul edilme veya ölme olasılığı açısından hiçbir fark bulamadık. Bu, göç geçmişi olan hastalara yönelik hastane bakımının, Kovid ile hastaneye yatırıldıktan sonra Hollanda kökenli hastalara verilen bakımdan daha az iyi olduğuna dair hiçbir belirti bulamadığımız anlamına geliyor” dedi.

Ancak çoğu göçmen Stronks gibi düşünmüyor. Medya geçen yıl vergi makamlarının binlerce göçmene karşı kurumsallaşmış yaygın ayrımcılığa ilişkin haberlerle dolup taştı. Hükümetin bile istifasına yol açan bu skandal, birçok göçmen hasta arasında da endişe uyandırdı. Erdem ve Şahin açık bir ayrımcılık görmediklerini söyleseler de, diğer örneklerde ayrımcılık kuşkusu açıkça dile getiriliyor. Gülay: “Annemin fişini çekmeye karar veren doktordan öyle bir izlenim almadım. Ama babamın tedavisinde ayrımcılık yapıldığı kuşkum kesinlikle var. Daha ilk günde babama, inme ve felç vakalarında uygulanan o standart protokolu uygulamaktan kaçındılar. Yatakları boş tutmayı yeğlediler. Unutamıyorum” ifadesi kullandı.

Geçtiğimiz günlerde STATERA Bilimsel Enstitüsü adlı bir kuruluş konuyla ilgili bir araştırmanın sonuçlarını yayınladı. "Ayrımcılık Hasta Eder" başlıklı rapor, bazı sağlık çalışanlarının göçmen kökenli hastalara karşı ayrımcılık yaptığını belirtiyor. Yaklaşık iki yüz hastayla görüşülerek hazırlanan raporda, göçmen kökenli hastaların yaşadıkları "doktorları tarafından ciddiye alınmama, sağlık çalışanlarının olumsuz tutumları ve bazen açık ırkçılık veya ayrımcılığa maruz kalma" şeklinde özetleniyor. Rapora göre, göçmen hastalar iyi Hollandaca konuşsalar ve yüksek eğitimli olsalar bile "kötü tedavi ve yaklaşım" ile karşılaşabiliyorlar. STATERA müdürü Gökhan Çoban: “Vergi makamlarının yaptığı ayrımcılığın ardından sağlık sektöründe de kimlik ve din temelinde ayrımcılık yapıldığı görülüyor. Bu da tedavide farklılıklar yaratıyor” görüşünde. Çoban’ın önerisi şu şekilde: “Öncelikle bu sektörün sorunu tanıyıp çözüm üretmesi gerekiyor çünkü sağlık çalışanları kendilerini genelde suçsuz sanıyor veya yaptığı ayrımcılığın farkında değil. Aslında yabancılara karşı bilinçaltı davranışlarının farkında olmaları için daha iyi bir kültürel eğitim almaları gerekiyor.”

Oğuz Şahin, kendisi ayrımcılık yaşamasa da özellikle 50 yaş üstü göçmenlerin tedirgin olduğunu düşünüyor: "Birçok kişi şimdi diyor ki: “Doktorlar 24 yaşındaki kızınızın fişini iki hafta içinde kesmeye karar verdiyse kimbilir biz yaşlı ve yalnız olanlara ne yaparlar?”

Gülay: “Fişi çekilmek istenen Hollandalı hastalar da oldu tabii. Bana göre onlar da genellikle annem ile babam gibi fakir ve korumasız, sosyal ve ekonomik açıdan alt tabakadaki insanlardı. Ama Hollanda’da yatak sayısı rezalet derecede azken, korumasız ve yoksul bir hastanın fişini kısa sürede çekme kararının, hele bir de göçmense, bilinçli ya da bilinçsiz, çok daha kolay verilebileceği kanısındayım. Bu konuda geniş bir araştırma şart”

Evet, bu konuda ülke düzeyinde geniş bir araştırma şart. Göçmenlerle sağlık sektörünün çoğu Hollandalı temsilcinin birbirine zıt değerlendirmeleri ortada. Kurbanla, kasabın olaya zıt bakması gibi.

Hollanda Sağlık