17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İki başlık: iki çıkış!

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Birinci başlık gazetemiz Aydınlık’ın cumartesi günkü manşeti: “Yeter Bu İnat! Suriye’ye Elinizi Uzatın!”. İkinci başlık ise sosyal medyadan aktarma: “Bunları Biliyor musunuz?”
Aydınlık’ın manşeti bana sonradan dostum da olacak olan rahmetli Fikret Otyam’ın daha öğrencilik yıllarımda Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yıl sonu yazı/röportajını hatırlattı. Tarihi tam olarak hatırlayamıyorum ama 1960’lı yılların sonu ya da 70’li yılların başı olmalı. Fikret abi o yıllarda Cumhuriyet gazetesinde çalışıyor. Gazetenin önde gelen yazarları gibi o da o yıl mahkeme dosyaları üzerinden yapmış olduğu bir araştırmaya dayanarak “Türkiye nüfusunun yarısının diğer yarısıyla davalık” olduğunu yazıyordu ki benim için iflah olmaz trajikomik toplumsal bir durumdu doğrusu. Öyle ya, köyler de dahil nüfusumuzun yarısının diğer yarısıyla sorunlu ve kavgalı, hatta çok yakın hısım akraba, kardeş ya da hatta evli çiftlerin önemli bir bölümünün aynı çatı altında yıllardır birbiriyle hiç konuşmadan küs olarak yaşadıkları bilgisi oldukça çarpıcı gelmişti bana. O nedenle de röportajı hem çok hayati ve sahici bulmuş hem de içindeki hikayeden ve tipik kahramanlarından oldukça etkilenmiştim. O yüzden de, sonradan farklı platformlarda farklı argümanlarla Fikret abinin de adını anarak sık sık gülümseyerek aktardım.
Röportajın konusu ve tarafları tam da ibretlik bir karı koca küslüğünün tipik kahramanları olmalarıydı hatırladığım. Urfa’nın bir köyünde yaşayan gerçek bir “Ayşe teyze - Ali amca” evliliğinin karı - koca taraflarıyla yapılmış söyleşi hem trajikomik hem de alabildiğine hüzünlü ve ders çıkarıcıydı. Aynı köyden olan karı koca evlendikten kısa bir süre sonra birbirlerine söyledikleri birer söz nedeniyle küsüşmüşler ve bir daha da hiç konuşmamışlar. Fakat o arada yataklarını da ayırmadan aynı yatakta yatmaya ve aynı yastığa baş koymaya devam etmişler. Dahası baş koymakla da kalmamışlar bir düzüne kadar da çocuk yapmışlar ama yaşları doksanı bulduğu halde yine de birbiriyle ısrarla barışmamışlar. Hatta onları barıştırmak için Fikret abi bile biraz uğraşmış fakat o da barıştıramamış onları da.
Şu durumun trajikomikliğine bakar mısınız. Hani ne derler? Güler misin ağlar mısın?
(Fakat yine de günümüzde yaşanan derin siyasal, toplumsal, kültürel parçalanmalara bakınca o zamanların ne kadar da masum ve insani kaldıklarını itiraf etmek isterim!)
Şimdi Aydınlık’ın manşetine taşınmış olan kardeş kültüre sahip iki komşu ya da yoldaş ülke için edilen tarihsel temenninin nasıl yakıcı bir siyasi tutum olacağını herhalde anlamış olmalısınız?
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
Siz de fark etmiş olmalısınız? Son birkaç yıldır fecebook, whatsApp, instagram, twitter vb. sosyal medyada bu başlıkla dolaşıma sokulan ne çok yazı trafiği var? Her gün biraz daha artarak sürekli ulusal tarihe ve Aydınlanma devrimlerine göndermelerle yüklü bilgilendirmeler yoluyla bir tür tarihi deşerek, hatırlatarak birbirini uyandırma ve ayağa kaldırma zincirleri kuruluyor sanki?
Örneğin: Che Guevara öldürüldüğünde sırt çantasında çıkan NUTUK kitabı. Fidel Castro’nun o dönem Havana’da görevli genç diplomat ve yazar Bilal Şimşir’den duyulmasını istemeyerek NUTUK’u istemesi. Çin Devrimi’nin önderi Mao’nun da ünlü Uzun Yürüyüş’e geçerken Şanghay meydanında toplanan yürüyüşçülere Kemalist devrimlerden söz etmesi vb.
Doğru ya da yanlış ya da abartılı ya da eksik ya da öyle değil de böyle ama buna benzer daha ne notlar, sözler, eylemler sosyal medyada çoğalarak hızla yayılıyor ve Türkiye bir menzile ilerliyor.
Bildirip hatırlatan, açıklayan, zihni ve bilinci temizlemeye, güçlendirmeye yönelik kendiliğinden çağdaş seçkiler bunlar: hem anti emperyalist hem de yakın Türkiye ve dünya tarihiyle ilgili derin derslerle yüklü. Doğrusu ya çoğunlukla örgütsüz kesimlerden yükselen bu tür seçkilerle yüklü bu yeni mecranın 68 kuşağının “duvara slogan” yazma enerjisi geleneğinin bir tür devamı olarak görülmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Öte yandan bu yeni “yazılama girişimi”nin sağına soluna gelecek biçimde bir de ABD’de bulunan Sözcü gazetesi yazarı Oray Egin’in Amerika için yazdığı “Bu kış komünizm gelebilir!” ile yine ABD’den yazan Habertürk yazarı Serdar Turgut’un kaleme aldığı “Amerika’da sosyalizmin yükselişi” başlıklı yazıları da konulduğunda durum daha da şenlikli hale geliyor denilebilir.
Peki ne oluyor, neden oluyor ve aslında ne yapılmaya çalışılıyor?
Şurası kesin: Yaşı geçmiş azgın Amerika kendi azgınlığıyla kendi başını yiyor. Çünkü tarihsel zamanı -her anlamda- çoktan dolmuş durumda.
O yüzden de kurduğu her oyun, giriştiği her savaş planı kendisini o büyük apansız sona doğru sürüklüyor. Aydınlık’taki ve sosyal medyadaki söz konusu iki başlık da aslında Amerika’yla ilişkili ve ikisi de onun geliyor olan derin apansız sonuna işaret ediyor doğrusu.
Çünkü birinci başlıktaki tarihsel siyasi haklı temenniyi ikinci başlıktaki yeni vizyon ve enerji geleneği önünde sonunda ama mutlaka yerine getirecek göreceksiniz!