20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İkiyüzlü medeniyet sizin için seçti

Caner Karavit

Caner Karavit

Gazete Yazarı

A+ A-

Bir süredir Rusya-Ukrayna savaşının sanata yansımasını okuyoruz. Amerika ve Avrupa’da Rus sanatçılar kovuluyor, konserleri iptal ediliyor, istifa etmek zorunda bırakılıyor. Rus filmleri festivallerden çıkartılıp, gösteri sanatları programdan çıkarılıyor. Ünlü Rus edebiyatçılarını konu alan dersler “özgür” üniversitelerden kaldırılıyor. Liste giderek kabarıyor ve beklediğim gibi plastik sanatlara da el atılıyor. Hollanda’daki Amsterdam Hermitage Müzesi “Rus Avangardı: Sanatta Devrim” sergisini iptal ediyor. Ve iş, Paris’teki Rus Kültür Enstitüsü’ne Molotof kokteyli atılmasıyla sanata karşı şiddete varıyor.

Bu kıyımdan nasibini alan Rus sanatçılardan birisi de Tugan Sokiev. Fransa’daki Capitole Orkestrası baskı yaparak şef Sokiev’den “barış için kendini ifade etmesini” istiyor. Zaten Sokiev sanatın ifade gücünü vurgulamış: “…Biz sanatçılar savaşın dehşetini Şostakoviç’in müziği aracılığıyla hatırlatıyoruz”. Sokiev’in bu açıklaması yeterli gelmiyor, sonuçta bir Rus sanatçısı ve istifa etmek zorunda bırakılıyor. Ancak, kimse Amerika’nın işgal ve katliamlarında Amerikalı sanatçılardan “barış için kendini ifade etmesini” iste-ye-miyor. Ve kimse, 47 yıldır İsrail Filistinliler’e acı çektirdiği için İsrailli sanatçılara ambargo koymuyor. Siz hiç Hollywood filmlerinin protesto edildiğini, İsrail Filarmoni Orkestrası’nın konserlerinin iptal edildiğini duydunuz mu?

Biraz geriye dönelim. İkinci Dünya Savaşı’nın az öncesinde Nazi Almanyası’ndan ayrılıp Türkiye’ye gelen Robert Worhoelzer, Rudolf Belling gibi hoca ve sanatçıları Alman oldukları için kimse işten kovmadı, kimse Alman kültürü kokan projelerini, Bauhaus ekolünü iptal etmedi. Nazizm’in zirve yaptığı dönemde Almanya’dan Amerika’nın Yale Üniversitesi’ne giden Bauhaus hocası ve sanatçı Joseph Albers’i Alman olduğu için kimse işinden atmadı, üstelik vatandaşlık bile verildi. Ya Alman ressam Otto Dix’e ne demeli? 2. Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda (gönülsüz de olsa) savaştı. Bugün Dix’in resimlerini kabul etmeyecek müze var mı? Goethe, Bach, özellikle Wagner hiç yasaklandı mı? Kimse Bosna’da ve katliamların baş aktörü olan Hollandalı “barış” gücü askerlerinin kepazelikleri için Hollanda sanatına ambargo koydu mu? Libya işgalindeki inkar edilemez “büyük” rolüyle, her yıl 4-5 bine yakın insanın Akdeniz’de boğulmasına neden olan Fransa’nın sanatçısına ve sanatına kimse karışmadı.

Öte yandan, doğu dünyasındaki trajedilerde durum değişti. Balkanlar, Orta doğu ve Kuzey Afrika’daki savaşların trajedilerini büyük duyarsızlıkla kullanan sanatlara bile kucak açıldı. Sanatçı Ai Weiwei’in Berlin Film Festivali kapsamında gerçekleştirdiği performans buna bir örnektir. Etkinlik, denizde boğulan üç yaşındaki Suriyeli mülteci “Aylan Bebek”in trajik görüntüsünün yeniden canlandırılması üzerineydi. Enstelasyon gösterisi için denizden kurtarılan göçmenleri hipotermiden koruyan alüminyum folyolar getirtilip katılımcılara giydirilmişti. Tam bir fütursuzluk içerisinde gerçekleşen etkinlik, konuya duyarlılık kazandırmaktan çok eğlendirmiş ve konuklar keyifli akşamlarını yaşam ceketleriyle selfi çektirerek taçlandırmışlardı.

Bugüne kadar batılı sanatçı, esmer dünyaya büyük trajediler yaşatan ülkelerinin yaptıklarından hep bağımsız tutuldular. Batılı sanatçılar, sadece ülkelerinin yaptıklarından değil, kendi ahlaklarından da soyutlandı. Önemli olan kendilerinin ne oldukları değil, sanatlarıydı. Örneğin; pedofilden tutuklanan Egon Shile’nin eserleri en önemli müzelerde yer bulmuş, ensest ve hayvanlarla cinsel ilişkisiyle bilinen kaligrafist-tasarımcı Eric Gill’in yarattığı “Gill Sans” yazı karakteri bilgisayarın en çok kullanılan 4 karakterinden birisi olmuştur vs. Demek ki batılı sanatçının ahlakı da, ideolojisi de, kimliğide, ülkesi de sanatından bağımsız tutulmakta ve sanatı pazardaki yerini almaktadır. Ama trajediler batıya yönelince davranışlar da farklılaşır; Rus sanatçıların sanatlarının önemsizleşip, Rus olmalarının hedef haline gelmesi gibi.

Bir de sanata uygulanan bu ambargo ile ilgili bizden gelen tepkilere göz atalım. Bu sanat kıyımına Türkiye Sanatçılar Derneği gibi kurumlardan, Tuluğhan Uğurlu, İlber Oltaylı gibi kültür adamlarından tepkiler geldi. Diğer yandan, sanata yapılan bu infaza sessiz kalanlar da oldu. Türkiye’nin en çok üyesi olan Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşla ilgili görüş açıkladı. Savaşın tarafı olmadıklarını açıklayan, ancak Rusya’yı da eleştiren bir görüş. Ancak, üyelerinin hepsinin sanatçı olduğu ve sanatı merkezine alan bir derneğin uluslararası bir konuda görüş bildirip, sanata yapılan bu saldırılara sessiz kalmasında bir tuhaflık var. Belki bu sessizlikler için, “savaş trajedisi devam ederken sanatın gerekliliği” konusunun sorgulandığı düşünülebilir. Buna birkaç noktada itirazım var. Birincisi; bu sanat ambargosu doğrudan savaşın kendisiyle ilgili. İkincisi; Sokiev’in dediği gibi “sanatın-kültürün ulusları ve insanları bölmek için kullanılmak istenmesi”. Sokiev’in bu tespiti gerçekten önemlidir. Bunun bir sonucu olarak; din, etnik, dil olarak bir bütün olan topluluklar bile, kültürel olarak ayrıştırılabilmektedir. Sokiev’den istendiği gibi toplumlardan da “iki kültürel gelenekten birini, yani ya batıyı ya da doğuyu seçmesi” istenebilir. Belki de yakında, Ukrayna’dan Beethoven ile Çaykovski veya Victor Hugo ile Dostoyevski arasında bir seçim yapılması istenecek. Bu nedenle, ambargolarla başlayan bu çarpık kültür ideolojisinin barış getirmeyeceği açık. Üçüncüsü; savaş gerçeğiyle sık sık yüzleşen coğrafyalarda sanatın ne kadar önemli rol oynadığını biliyoruz. Sanat insanın moral değeridir ve bazen uluslararası hastalıklı ilişkilerin beceremediğini de becermiştir. 2011 yılında St. Petersburg gezimizde, 2. Dünya Savaşı sırasında Naziler’in Leningrad (St. Petersburg’un eski ismi) kuşatması sırasında hayatını kaybedenler için yaptırılan anıt mezarlığı ziyaret etmiştik. Mezarlığın girişindeki küçük müzede bir siyah-beyaz fotoğraf dikkatimi çekmişti. Fotoğrafta insanlar uzun bir kuyruk oluşturmuştu. Önce bunun ekmek kuyruğu olduğunu düşündüm. Bizi gezdiren Mehmet Perinçek’ten fotoğrafın yanındaki Rusça metni tercüme etmesini rica ettim. Kuyruk bir opera gösterisi için bilet kuyruğuymuş. Bu uzun kuyruk, kuşatmanın en zor zamanlarında bile, sanatın ekmek gibi, su gibi ne kadar hayati önem taşıdığının açık bir kanıtıydı.

Ne yazık ki, yukarıda verdiğimiz örneklerden sanatın kültürel ayrışmalar için bir araç olarak kullanıldığı sonucu çıkıyor. Peki ama, hani sanat evrenseldi? Rus kültürü de sanatın evrenselliğini sağlayan sac ayaklardan birisi değil mi? Aynı Bamyan Budası’nın Taliban tarafından, Suriye Palmira’daki antik heykellerin İşid tarafından yok edilmesi gibi, Rus kültürünü yasaklamak da sanatın evrensel değerlerini yok etmektir. Elbette ki, Batı sanat kurumları bu hatasından geri dönecektir. Ancak, bu utanç “medeni” batının kültürel kurumları için kara bir leke olarak kalacaktır.