17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İnsan alışıyor

Selçuk Ülger

Selçuk Ülger

Site Yazarı

A+ A-

Her deli üstünü yırtmaz, derler. Hışımla kahveye giren hırpani kılıklı biri, köşede kendi halinde gazetesini okuyan yaşlı adamın tepesine dikilip ''Sen namussuzsun! Sen şerefsizsin! Sen...'' diye bas bas bağırıyor. Beti benzi atan yaşlı adam bayılıp düşüyor oturduğu sandalyeden. Kahvedekiler hemen yardımına koşuyorlar yaşlının. Her kafadan bir ses çıkıyor: ''Su verin! Tokat atın! Kravatını gevşetin! Kolonya koklatın!..'' Fakat ne yapsalar nafile; adamı ayıltamıyorlar. Korku içinde tam cankurtaran çağıracaklarken, kararlı bir ''Açılın!'' komutu geliyor arkadan. Doktor sanıp yol açtıkları yabancı, büyük bir serinkanlılıkla baygın yaşlının kulağına eğilip defalarca bir şeyler fısıldıyor. Her fısıltıyla biraz daha kendine geliyor yaşlı adam; bir süre sonra iyice toparlanıp sandalyesine yeniden oturuyor. Derin bir oh çekiyor herkes. Garson sevinçle çayları tazeliyor. Huzur içinde çayını yudumlayıp gazetesini okumaya devam ediyor yaşlı adam. Fakat kahvedekiler meraktan çatlıyorlar. Yerde ölü gibi yatan adamı sihirli fısıltılarla ayıltan yabancının etrafını sarıp bu tansıklığın sırrını soruyorlar ısrarla. ''Çok basit!'' diyor yabancı, ''Bu beyefendi, belli ki ömründe hiç küfür yememiş, hakaret işitmemiş! Aksi olsaydı, bayılmazdı. Kulağına otuz kere, ''Sen namussuzsun! Sen şerefsizsin!'' diye tekrarladım, alıştı. Alışınca da ayıldı. İşin sırrı, insanı alıştırmakta!..''

Kültür- edebiyat derneğimizin etkinliklerine ilgi artsın diye bazen Türkiye'den aydınlarımızı, yazarlarımızı Frankfurt'a davet ediyorduk. Ev sahipliği incelik ister. Konuklarımızı gidip havalimanında karşılıyorduk. Yalnız, sıkça yaşadığımız bir sorun vardı. Almanya'ya ilk kez gelen konuklarımız harlı bir öfkeyle çıkıyorlardı dışarıya. Schengen vizelerine, yeşil pasaportlarına, derneğimizin davet mektubuna rağmen, ne yapıp yapıp onları delirtmeyi başarıyordu Alman sınır polisleri...

Frankfurt'a varana değin etkinliğimizin ayrıntılarını konuşacakken, o değerli vakti konuklarımızın kabaran öfkelerini yatıştırmakla geçiriyorduk. Uygar bir ülkenin birbirinden kültürlü, kibar insanlarıyla karşılaşacaklarını düşlemiş, pasaportundaki 'sanatçı' ya da 'yazar' sıfatını gören sınır polislerinin kendilerini saygıyla ülkelerine buyur edeceklerini ummuş konuklarımızın hayal kırıklıklarını gidermek her zaman kolay olmuyordu. Haklı olarak, şaşkınlıklarına, öfkelerine yüksek sesle ortak olmamızı bekliyorlardı bizden. Oysa biz, küçümsenmeye, dışlanmaya, hakaretler yemeye yıllardır o kadar alışmıştık ki, belli etmesek de anlattıkları çok sıradan geliyordu bize...

Sohbeti, bir an önce bu tatsız konudan kurtarıp kültür etkinliğimize getirmek istedikçe, yaşadığı kötü olayı gerektiğince önemsemediğimizi sanıp içten içe inciniyordu konuğumuz. Böyle olunca da haftalarca emek verilmiş, onca masraf edilmiş etkinliğimiz ister istemez biraz ekşimsi başlıyordu.

Uzatmayayım. Havalimanındaki bu tatsız havayı dağıtmanın, hatta neşeye dönüştürmenin bir yolunu bulmuştum. Konuğumuz, pasaport denetiminde kendisine yöneltilen, ''Almanya'ya niçin geldiniz? Nerede kalacaksınız? Ne zaman geri döneceksiniz? Dönüş biletinizi görebilir miyim?..'' türünden aşağılayıcı soruları öfkeyle tekrarlamaya başladığında, bir fırsatını bulup hemen yukarıdaki fıkrayı anlatmaya başlıyordum. Hele fıkranın sonuna, ''Birkaç kez daha Almanya'ya gelin, bizim gibi alışır, siz de artık bayılmazsınız!'' ekleyince, öfkeleri birden kahkahaya evriliyordu...

Eğer sormazlarsa, dinledikleri bu fıkrayı yıllar önce İlhan Selçuk'tan okuduğumu, fakat ondan alıntıladığım belli olmasın diye kendimce birazcık süsleyip püslediğimi söylemiyordum konuklarımıza...