19 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kemalizmin ‘Çalıkuşu’ Türkan Saylan

Damla Yazıcı

Damla Yazıcı

Eski Yazar

A+ A-

“İnsanın kendi gayretleriyle adeta yokluk içinden çıkışını, etrafına tabiatın sarmış olduğu karanlıkları aklının ışıklarıyla dağıtışını, kendi üstüne yükselişini, zekası ile göklere doğru atılışını, hudutsuz kainat içinde dev adımlarıyla yürüyüşünü, daha büyük, daha güç bir iş olarak da kendi içine kapanıp insanı tanımaya, onun tabiatını, vazifelerini ve gayesini öğrenmeye çalıştığını görmek bizim için ne büyük, ne güzel bir temaşadır.” der aydınlanmanın yazarı Rousseau. Rousseau bu sözü söyleyeli yaklaşık 270 yıl oluyor, ancak insanın yaşamı anlamlandırmada kendine biçtiği aydınlanmacı tavır ve yönelim hala canlılığını koruyor. Anlamaya ve değiştirmeye dayanan aydınlanma fikri, Ortaçağ’ın zifiri karanlıklarından kendine gedikler açarak ilerledi ve karanlık ile aydınlığın savaşı yüzyıllardır sürüyor. Ancak, aydınlanma ufak gediklerden başını çıkaralı ve dünya tarihine büyük devrimler sunalı beri dünya o eski dünya değil artık. Fransız İhtilali’nden bu yana Aydınlanma kendine büyük bir mevzi yaratmış durumda. Bu mevzide, Jön Türkler’den gelen fikri mirası devralarak gerçekleştirdiği Cumhuriyet Devrimi ile Türkiye de yerini aldı. Bir savaşta iseniz bir mevziniz olmak zorundadır ve her mevzi ortak fikir çerçevesinde çarpışan cesur öncü neferlerden oluşur. Aydınlanma ile gericilik savaşında aydınlanmanın safında tüm gayretiyle yobaz, köhne, feodal düzene karşı çarpışan kadın neferden birisi vardır ki, çağımızın unutulmazları arasına girmiş, Cumhuriyet’in ilerici yüzü olarak tarihe geçmiştir. Kızıl kısa saçları, yumuşak ses tonu ve naif gülümsemesi ile Türkan Saylan Cumhuriyet’in yaratmak istediği idealleri uğruna savaşan, toplumla bütünleşmiş, çağdaş Türk kadınının somutlaşmış halidir.

Kendi deyimiyle; “Bugün bizde aydın deyince, işte okur yazar, üniversite mezunu, kafası çalışan biri geliyor akla. Ama aydın olmak çok farklı bir şey, aydınlanmaya yatkın olmak ve bunun için çalışmak, uğraşmak anlamına geliyor. Bulunduğu ortamı, çevresini biçimlendirmek, haksızlıklara karşı çıkmak, koşulları değiştirmek, kısaca yapıcı olmak. Düşünen, gören, duyarlı olan ve sorumluluğu taşıyan eğitimci kişi diye tanımlayabiliriz belki aydını.” Türkan Saylan özümsediği bu aydın sorumluluğu ve duyarlılığı ile Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu”ndan fırlamış Feride Öğretmen gibidir. İstanbul’un Kandilli semtinden çıkıp tüm Anadolu’yu köy köy, mezra meza gezmiş, gördüğü eksiklikler karşısında yılgınlığa düşmeden, aksine büyük bir azimle ilerlemiş, halkının yaralarına merhem olmaya gayret etmiş, buradan güdülenmiş bir tıp doktorudur. Kandilli Kız Lisesi’nde idealist fikirlerle, sorumluluk bilinci ile büyüyen, toplumun dini değerler kisvesi altında kadınlar üzerinde yarattığı baskıyı sorgulayıcı ve reddedici bir tavırla kıran Saylan, bu baskılara maruz kalan kadınlar için de öncü rol üstlenmiş, yardım ve dayanışma elini toplumun ücra köşelerine kadar uzatmıştır.

BÜYÜK MÜCADELENİN İLK KIVILCIMI

Genç bir doktorken ziyaret ettiği bir akıl hastanesinde kirli ve soğuk duvarlar arasında hiçbir akli sıkıntıları olmamasına rağmen hayvanlar gibi tecrit edilmiş cüzzamlı hastaları görür. Gördüklerini uzun süre kabullenemez. İnsanca yaşama ve insancıl bir yaşam alanı kurma hakkından çok uzakta olan bu insanlar için girişeceği büyük mücadelenin ilk kıvılcımı içine burada düşecektir. Uzmanlık alanını cilt hastalıkları ve cüzzam üzerine yapacak, birçok hurafe ve yanlış bilgi yüzünden yaşamlarından men edilen bu insanlara derman olmak için Türkiye’yi karış karış gezecektir. Herkesin uzak durduğu bu alanda Türkiye’nin ilk Lepra Hastanesi’ni kuracak, dokunulmaz denilen cüzzamlı hastalarla el sıkışacak, onlarla yemek yiyecektir. İnsan sevgisi Saylan’ın içinde bir ateş gibi yanar, memleketini ve insanlarını tanıdıkça yokluğun açtığı derin yaraları gidermek için taşın altına elini koyanlardan yapar onu.

Bilincini ve ruhunu şekillendiren Cumhuriyet ilkelerinin azimli bir takipçisidir Saylan. Bugün gerici iktidarlar ve neoliberal solun büyük bir hınçla saldırdığı Kemalist rejimin özüdür, idealidir, yarattığıdır. Bu nedenle, Zehra İpşiroğlu ile gerçekleştirdiği “Yapıcılığın Gücü” adlı söyleşi kitabında İpşiroğlu’nun da kışkırtıcı bir soru ile “otoriter yönetim” olarak gösterdiği Kemalizmi savunurken, Jakoben olduğunu söylemesi bizi şaşırtmayacaktır: “Otoriter yaklaşıma ben de karşıyım ama demokrasinin kötüye kullanıldığını hissettiğim yerde de yasaların ve kuralların sonuna değin işlemesinden yanayım. Yasaların uygulanması, eğitimin zorunlu olması bunlar çok ama çok önemli. Türkiye’de birçok şeyin oturtulması yasaların işlemesine bağlı. Bu açıdan Jakoben olduğumu da söyleyebilirim. Demokrasiyi ve laikliği yıpratacak hiçbir şeye ödün vermememiz gerekiyor.”

Zoru göğüsleyebilen, kadının dik duruşunu yaygınlaştıran, “Kardelenler” projesi ile sadece kız çocuklarının eğitim hakkından yararlanmasını sağlamakla kalmayıp, kardeşlik ve birlik ağları ören, elinde tuttuğu meşaleyi yeni nesillere bırakan bir öncü olarak Türkan Saylan bize çok şey öğretti: Direnmek ve direnirken üretmek... Düşünce dünyasının dayandığı zemin ona yapıcı, azimli ve kararlı bir insan olmayı sağladı ve bu zemin şimdi hepimize yol gösteriyor: “Ben on çağdaş insan yüz gerici kafaya bedeldir diye düşünüyorum. Diyelim bir doktor, bir öğretmen, bir yönetici çağdaş kafaya sahipse o bütün çevresine örnek olarak bu ışığı götürebiliyor. Şunu da biliyoruz ki, olumsuz, gerici, yıkıcı her şey yok olmaya mahkum.”

"BEN BİR KEMALİST FEMİNİSTİM"

“Kavramlar zamanla yıpranıyor, aşınıyor ya da aşındırılıyor. Ama burada önemli olan aşındıkları ya da tükendikleri düşüncesiyle kaçınmak değil, onların içeriğini doldurmak. Ben bunun Atatürkçülük, Kemalizm ya da feminizm için de geçerli olduğunu düşünüyorum… Ben çıkıp da 'Ben bir Kemalist feministim' dediğim zaman insanlar bir anda allak bullak oluyorlar… Bizim gençliğimizde saçlarını kısa kestirip topuksuz, kaba görünüşlü ayakkabı giyen kadınlarla hemen “erkeksi kadınlar” diye gülünürdü. Kadına biçilen bir rol var ya, saçlarını salacak, ince topuklu ayakkabılar giyecek, bunun dışına çıktığınız anda horgörülürdünüz. Feminist kavramı ortaya çıktığında da, bizde kısa sürede erkek düşmanı gibi algışlanmaya başlandı. Ben şöyle diyorum; Kadınlar ve erkekler eşitsiz durumda. Bu eşitsizliği görüyorsanız, eşitliği istiyorsanız ve eşitlenmesi için çalışıyorsanız o zaman siz de feministsiniz. Bu açıdan baktığınızda Atatürk de feminist, çünkü Cumhuriyet devrimlerinin özünde kadınla erkeğin eşitlenmesi var.”

Yapıcılığın Gücü-Türkan Saylan'la Söyleşiler

Zehra İpşiroğlu

E Yayınları

240 s.