20 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kıran

Oktay Yıldırım

Oktay Yıldırım

Eski Yazar

A+ A-

Tanintanin geçidini tırmanıyoruz otobüslerle... virajlar bir otobüsün dönemeyeceği kadar keskin ve dik, yollar toprak, etrafta hainler sürüsü, her yan köstebek yuvası gibi kazılı ve o yıllarda detektör diye bir şey yok, ama mayın var. Koca komando tugayı konvoyu, kah inip otobüsleri ittirerek, kah boşta kalan tekerlerin altına taş doldurarak tırmandık Tanintanin’leri. Şoförler, aldıkları hasarları göstererek isyan ediyorlar, otobüslere kıran girdi sanki, ama daha yolun bitmesine çok var, en azından bazılarımız için. Beytüşşebap merkezindeki yatılı bölge okuluna kurulan ana karargâha vardıktan sonrası aynen filmlerdeki gibi. İsyancı şoförlerden ayrılıp, katırların sırtına bir üs bölgesinin bütün malzemesini yüklemeye başlıyoruz. Tuzluca’ya gideceğiz oradan. Önde emniyet timleri, arkada yüklü katırlara nezaret eden korucular ve kendi timlerimizle yola koyuluyoruz. Bir seferde tamamlanamayacak, ertesi gün ikinci sefer, daha sonraki gün üçüncü sefer...

Çadırları, ocakları, ağır silahları, muhabere merkezi, jeneratörü ve akla gelebilecek bütün ekipmanıyla üs bölgesi tamamlanıncaya kadar... Hava kararmadan varmak ve emniyet almak gerek, yol da fazla değil, yaklaşık 30 km., ama bir sorun var, yol yok, yola kıran girmiş. Yol o kadar kar altında ki, o eski fincanlı telefon direklerinden birinin en tepesine ayağımı koyup bot bağladığım oldu. Bunu gözünüzde canlandırmaya çalışın. Dağların arasındaki çarşaklardan akan derelerin üzerinde buzul köprüler oluşmuş, korkmayın yıkılmaz, sizi de yüklü katırlarınızı da taşıyacak kadar kavi ve eşsiz güzellikteler. Ayağımızın altındaki yer yer saydamlaşmış buzun üzerine vuran güneş ışığının rengarenk dansı, her adımda bir büyü gibi gözlerimizi alıyor, ama ne çare ki yere değil, etraftaki tepelere dikmek lazım gözleri. Keşke o zaman da elimizde şimdiki gibi her an fotoğraf çekebildiğimiz telefonlar olsaydı diyorum. Bir bilim kurgu filminin oyuncuları gibiyiz, ellerimizdeki modern silahlarla zaman makinesinde geçmişe gönderilmişiz de Ortaçağ’daki göç kervanları gibi tek sıra geçiyoruz buzul köprüleri.

Bu kez katırların isyanı başlıyor. Patikalar dar olduğu için katırlarla bitişik nizam gitmek zorundayız, onlar da yoruldukça gaz çıkarıyorlar ve inanın bana kimyasal silah kadar etkili, soluğumuzu kesiyor. Bir de o karda kışta yaşayabilen ve pantolon üzerinden bile ısırabilen at sinekleri var elbette. Tanrım, ne dayanıklı yaratıklar diyorum içimden. Çok geçmiyor yorulan katır kendini yere atıyor ve kalkmıyor. Yüklerini boşaltıp, dinlendiriyoruz, otla yeşille kandırıp ayağa kaldırıyor ve tekrar yüklemek istiyoruz, ama direniyorlar, katır inadından değil, çaresizlikten, tükenmişler. Hiç kalkamayan da oluyor, katırlara kıran giriyor sanki. Düşenin yükünü paylaştırıp arkamızda bırakıyoruz, çünkü görevin tamamlanması gereken bir zaman planı var. Bazen vicdanımızı susturmamız gerekiyor. Zordur, billahi zordur, arada küfür ettiğimiz de olmuyor değil, ama iş zorlaştıkça biz hırslanıyoruz. O zaman şimdiki gibi bol helikopter de yok ki, üs bölgesini havadan nakledelim. Kırk yılın başı etrafta bir UH-1 görürsek, uzay gemisi muamelesi yapıyoruz. Sonrası sıcak ve çok hareketli, can verip can aldığımız, ağır anılar biriktirdiğimiz altı aylık bir görev, Kel Mehmet Dağları, Deryabaka Gediği, etrafındaki muhteşem kokurdanlarıyla Oğlanik Deresi, Hafrikelia, Kato, Körkandil, Karanlıkdere ormanları, vs... Dağlarda gezen çakal sürüsüne kıran giriyor sanki, çil yavrusu gibi dağılıyorlar.

Detayları tarihtir, fazla girmeye gerek yok, ama hayatımızda iz bırakan zor görevlerden biriydi, ne güleç yüzlü babayiğitler bıraktık arkamızda ve ne çok insanlık... Altı ay sonra dönüş zamanı yollar açık, öyle sevinçliyiz ki sormayın, kışlamıza dönünce et bile yiyebileceğiz, daha ötesi var mı? Ama bir sorun daha çıkıyor, isyankâr şoförler Tanintanin’leri tekrar çıkmayı reddetmişler, otobüs deyip geçmeyin onun da ekmek teknesi. ‘’Biz demişler ‘’Üzümcü karakoluna gelir askeri oradan alırız, işinize gelirse...’’

Üzümcü dediğin yer, Tuzluca’dan 110 km mesafede. Yollar açıldığı için üs bölgesi ağırlıklarını almaya araçlar geldi, ama bizi taşıyacak kadar çok değiller, arabanın köküne kıran girmiş sanki... Zaten onlar da Beytüşşebap merkezine kadar gidecek. Bize yollar görünüyor yine, biz tabanvay diyoruz, ver elini Süvari Halil geçidi, oradan Yoncalı köyü, gece olunca üç saat kadar dinlenme ve ertesi gün, yani 24 saat içinde bir komando bölüğü Üzümcü karakoluna giriyor. Başında Ömer Faruk Bozdemir var, şimdi general, 15 Temmuz akşamı, Özel Kuvvetler kışlasını vuruşa vuruşa alanlardan biri ve hala o dağlarda dolaşıyor. Arkama dönüyorum, habercime, ‘’Tim dik yürüsün, herkes kıyafetini düzeltsin mavi beresini taksın’’ diyeceğim. Çünkü ayaklarımız su toplayıp patladığı için orangutanların sağa sola esneyerek yürümesine benzer bir tempodayız, yırtık ya da yamalı elbiselerimiz ve yüzlerimiz kurumuş tuzdan bembeyaz, jandarmaların bizi bu halde görmesini istemiyorum, ne de olsa namımız var değil mi? Ama başımı çevirince, arkamda sanki bu yürüyüşe daha yarım saat önce başlamış gibi dimdik yürüyen, tüfeklerini omuzboyun çaprazından çıkarıp ellerine almış, yüzlerindeki tuzu boyunlarındaki fularla temizlemeye çalışan aslanları görüyorum, benim aslanlarım, bu toprağın çocukları. Kimse bir şey demeden yapıyorlar bunları. Ne profesyoneller, ne paralı ne sözleşmeli.

Üzümcü karakolundan girerken nöbetçi, benim askerlerimden birine ‘’nereden geliyorsunuz’’ diyor. Bizimki ‘’Tuzluca’dan’’ derken, birinin yüzüne yansıyan şaşkınlığı ve diğerinin yüzündeki gururu hala hatırlarım. Savaşı kazanan ve kazanacak olan silah değil, o gururdur, orada öğreniyorum. Bu askerlerle her savaşa girilir, orada bir kez daha görüyorum. Şimdi, aynı dağlarda, aynı yerlerde bizden 29 yıl sonra Kıran operasyonu yapılıyor. Can verip can alıyor Mehmetçik, inlerini başlarına yıkıyor. Daha yenice üç şehit verdiler, üç cihan parçası, ama durmuyorlar hiç, onlar da biliyor, bazen durmadan yürümek gerek. Oradaymış gibi biliyorum, şimdi kıran giriyor hainlerin köküne. Bugün Beytüşşebap dağlarında, yarın Fırat’ın doğusunda. Yakındır.

Karikat%C3%BCr%3A%20Tuncay%20Bat%C4%B1beki
Karikatür: Tuncay Batıbeki

KAYYIM ÇÖZÜM MÜ

Ergenekon-Balyoz kumpaslarına açıkça destek vermeye korktuğu için ‘’kurunun yanında, yaş da var’’ ya da “hukuka güvenelim, darbeciler yargılansın” diyenler... PKK açılımını “demokrasi” diye destekleyenler... AB dayatması yerel yönetimler özerklik şartını “çağdaşlık” diye satanlar...

17-25 Aralık’ta ve MİT TIR’larında FETÖ tezlerini “yolsuzluk” maskesiyle savunanlar... Hendek operasyonlarında “asker sivilleri öldürüyor” diye iftira atanlar... Türk Ordusu 24 Temmuz 2015’te Kandil’i vurduğunda “dağı taşı bombalıyorlar, paramızı boşa harcıyorlar” diyenler... 15 Temmuz’a “tiyatro” ya da “kontrollü darbe” diyerek FETÖ ve Amerikan izlerini silmeye çalışanlar...

Devletin her kademesine sızan FETÖ üyeleri ayıklanırken ‘’masumlar için adalet’’ diye bağıranlar... Ve... PKK ile organik bağları olan, teröre destek veren, öven, propagandasını yapan belediye başkanları görevden alınıp, kayyım atandığında ‘’hukuk’’ diye bağıranlar... Neden hep aynı kişiler? Tesadüf mü? Bunlardan olmayan bazı demokrasi safları da diyorlar ki, “Kayyım çözüm mü?” Hayır değil, tek başına yetmez.

HDP’yi tamamen kapatmak, aynı ya da benzer program ve yapıda etnik bölücülük (ırkçılık) yapan bir partinin daha kurulmasına kesin olarak engel olmak ve PKK’yı en şedit biçimde ortadan kaldırmak bir çözüm olabilir... Ama... Resmi sitesinden kayyım atamalarını Türkçe ve Kürtçe duyuran bir İçişleri Bakanlığı’na ne diyeceğiz? Bakan Kürtçe konuşabilir, şarkı da söyleyebilir, ama bakanlığın resmi sitesinden iki dilde açıklama yapamaz?

Çünkü yerlerine kayyım atanan belediye başkanlarının da PKK’nın da ABD’nin de isteklerinden biri, Türkiye’yi iki resmi dili olan bir devlete dönüştürmektir. Biri bunu bakana anlatmalı...

Karikat%C3%BCr%3A%20Tuncay%20Bat%C4%B1beki
Karikatür: Tuncay Batıbeki

ÖZGÜR SANSÜR

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yazıldığı anlaşılan ve basına sızan bir tarikatlar raporu var. Herkes yokmuş gibi davranmayı seçti, çünkü rahatsız olmuşlardı. Nasıl olur da böyle bir rapor hazırlanırdı, muhalefet mesleği erbabının ezberi bozulmuştu.

Biz ise Aydınlık’ta çok ayrıntılı bir yazı dizisi eşliğinde kitap olarak bastık o raporu. Sonra... Bu ıslık çalan “gazeteciler” televizyonlara doluştular. Habertürk’de Hülya Hökenek’in programında raporu okumayanlar bile vardı, ama Aydınlık’tan kimse yoktu. Raporun neden hazırlandığıyla, nasıl sızdığıyla, acaba sızmasının da bir amacı olup olmadığıyla ilgili neredeyse tek kelime konuşulmadı. Onun yerine içinde bolca laiklik geçen, ama laikliğe hizmet etmeyen cümleler kuruldu.

“Demokrasi, insan hakları” diyerek tarikatları ve gericilik hakkını savundular. Hatta Nasuhi Güngör: “o raporu okumayın’’ diyordu iki de bir. Bu değilse, nedir sansür? O akşam o kanaldaki gazetecilerin hangisine sorsanız, “cevap hakkı, özgür basın, haber etiği” gibi pek çok havalı laf duyarsınız... Yarın da duyacaksınız... Sansür özgürlüğünü savunmaya devam edecekler.

Kıran - Resim : 3
Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları