28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Körfez ülkeleri Batı'nın çizdiği sınırları aşabilir mi?

Onur Sinan Güzaltan

Onur Sinan Güzaltan

Eski Yazar

A+ A-

Dünyanın dört bir yanında sadece iç dinamiklerde değil, uluslararası dengelerde de büyük bir kırılma yaşanıyor.

Kırılmanın, Batı hegemonyasının çöküşü kaynaklı olduğu tespiti artık geniş kitleler tarafından kabul görüyor.

Çöküş ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi tsunamilere neden olurken, “doğa boşluk kaldırmaz” sözünü doğrular biçimde, açığa çıkan alanların paylaşımı kavgası sürüyor.

Yan yana gelmesi mümkün değil denilen kuvvetler aynı cephede konumlanırken, asla parçalanmaz denilen ittifaklar tuzla buz oluyor.

Britanya İmparatorluğu menşeli Körfez emirlikleri de engellenemez anaforun etkisine girmişe benziyor.

Katar’la kurulan ekonomik ilişkiler nedeniyle Türkiye’yi de yakından ilgilendiren Körfez coğrafyasındaki değişimi ve altüst oluşları yakından inceleyelim.

İSRAİL’LE 'NORMALLEŞME' SIRASI

Körfez ülkeleri arasında Donald Trump döneminde uygulamaya konulan “Yüzyılın Anlaşması” merkezli tartışmalar devam ediyor.

Gelişmeler, Arap-İsrail “barışı” olarak dünyaya sunulan anlaşmanın 3 temel hedefi olduğuna işaret ediyor;

  1. Filistin bağımsızlık mücadelesinin tasfiyesi ve İsrail’in bütün Arap ülkeleri tarafından tanınması,
  2. Arap halklarının Türkiye ve İran’a karşı ABD-İsrail projeleri içinde ön cepheye sürülmesi,
  3. Arap coğrafyasında ABD-İsrail hegemonyasının mutlak hale gelmesi.

Birleşik Arap Emirlikleri(BAE), Büyük Ortadoğu Projesi’nin ikinci sürümü olarak adlandırabileceğimiz anlaşmaya en büyük desteği veren ülke oldu.

Trump yönetimi gözetiminde BAE ve İsrail arasında karşılıklı anlaşmalar imzalanırken, Bahreyn ve Umman “normalleşme” sırasındaki diğer ülkeler oldu.

ABD-İsrail ve BAE medyası, kuvvetli propaganda yayınlarıyla dünyaya “barış” mesajları verirken, Körfez’in en büyük ülkesi Suudi Arabistan henüz anlaşmaya dahil olmuş değil.

Suudi devleti içinde İsrail’le anlaşma konusunda karşıt iki kliğin olduğu, hatta Kral Selman ve veliaht prens Muhammed Bin Selman arasında da bu konuda anlaşmazlık yaşandığı bilgisi basına yansıdı.

SUUDİ ARABİSTAN, İRAN VE BİDEN

Suudi yetkililerden bazıları İsrail’e “barış güvercinleri” uçururken, uzun yıllar ülkenin İstihbarat Başkanlığını yapmış Prens Turki El Faysal’ın, İsrail Dışişleri Bakanı’nın da katıldığı bir toplantıda, İsrail’i “Batılı sömürgeci bir güç (…) Filistinlileri toplama kamplarına hapsediyorlar” ifadeleriyle eleştirmesi iddiaları doğrular nitelikte.

İşin ilginç yanı ise Prens Turki El Faysal’ın, George Bush döneminde ABD derin devletiyle beraber 11 Eylül olayı da dahil olmak üzere El Kaide’nin yaratılması ve Irak, Suriye ve Afganistan başta olmak üzere bölge milletlerine karşı açılan savaşın sorumlusu olarak tanınması.

İsrail’le anlaşmayla bağlantılı olarak, önümüzdeki günlerde Suudi devleti içinde tasfiyeler yaşanması olası.

Suudi yönetimindeki kırılmanın, Joe Biden’ın seçilmesi sonrası daha belirgin hale gelmesi ise dikkat çekici.

Obama döneminde de Suudiler ve ABD arasında anlaşmazlıklar yaşanmış, ABD-İran nükleer anlaşması sonrası Suudi Kral Selman, Moskova’yı ziyaret etmiş ve Rusya’yla işbirliği açıklamaları yapmıştı.

Dolayısıyla bugün de Biden yönetiminin İran’a karşı izleyeceği siyasetler, Suudi Arabistan’ın ABD ve İsrail’le ilişkilerinde belirleyici olacaktır.

Önümüzdeki dönemde ABD’yle mesafeli fakat Rusya ve Çin’le işbirliği alanlarını derinleştiren, İran’la bölgesel anlamda rekabeti sürdüren bir Suudi yönetimiyle karşı karşıya kalmak şaşırtıcı olmayacaktır.

ANKARA VE RİYAD

ABD seçimlerinin Biden lehine sonuçlanmasından hemen sonra, uzun süreden bu yana gergin seyreden Türkiye ve Suudi Arabistan ilişkilerinde yeni gelişmeler yaşandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Kral Selman arasında yapılan görüşme sonrası karşılıklı dostluk mesajları verildi.

Ankara ve Riyad arasındaki yumuşama, Biden dönemine hazırlık olarak nitelendirilebilir. Can alıcı nokta ise Kahire üzerinde etkili olan Riyad yönetimi üzerinden Ankara ve Kahire arasında normalleşmenin sağlanıp sağlanamayacağı.

Türkiye’nin, Suudi Arabistan’la ilişkileri normalleştirirken İran’la olan dengeleri de gözetmesi zaruridir. Türkiye doğru adımlar atması halinde Riyad ve Tahran yönetimlerini bir araya getirebilecek potansiyele sahiptir.

Bu durumda, ABD ve İsrail’in bölgesel kışkırtmalarının da önüne geçilmiş olacaktır.

KUSHNER’IN KATAR ZİYARETİ

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından bölgesel rekabet ve Müslüman Kardeşler’e verdiği destek nedeniyle düşmanlaştırılarak izole edilen Katar’ın, Türkiye ve İran’la iyi ilişkilere sahip olduğu biliniyor.

Fakat Türkiye ve İran’la iyi ilişkilere sahip olması Katar’ın, ABD’den koptuğu anlamına gelmiyor.

ABD, El Ubeyd Hava Üssü (bölgedeki en büyük ABD üssü) üzerinden Katar’daki varlığını sürdürürken, geçen hafta da iki ülke deniz kuvvetleri arasında kapsamlı bir işbirliği anlaşması imzalandı.

Trump’ın damadı ve danışmanı, Arap-İsrail “normalleşmesi”nin mimarı olarak bilinen Jared Kushner’de geçtiğimiz hafta Katar’a bir ziyarette bulundu.

ABD’nin bu ziyaretle;

  1. Katar ve diğer Körfez ülkeleri arasında ilişkileri normalleştirmeye,
  2. Doha ve Tahran arasındaki ilişkileri zayıflatmaya,
  3. Katar’ı “Yüzyılın Anlaşması”na dahil etmeye çalıştığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Önümüzdeki süreç, Katar’ın söz konusu tekliflere karşı nasıl bir tavır takınacağını gösterecektir.

Özetle, Biden’ın seçilişi sonrası Körfez’de sular yeniden dalgalanmaya başladı.

Türkiye, İran ve Rusya’nın bu coğrafyaya doğru atağı, ABD’nin bölgedeki dengesini bozacaktır.

Savunma sanatı becerisiyle tarihe geçen Fransız avukat Jacques Vergès’den bir anekdotla bitirelim.

Vergès verdiği röportajlardan birinde “Hitler’i de savunur muydunuz?” sorusuyla karşılaşır ve şu cevabı verir ; “Suçunu kabul etmesi halinde George Bush’u bile savunurum.

Vergès’in gözlüklerinden Körfez’deki gelişmelere baktığımızda, hiç de yanlış olmayacak şu sonuca varıyoruz; Körfez emirlikleri suçlu olduklarını kabul eder ve emperyalizmin taşeronluğunu yapmayı bırakırlarsa, Avrasya’da onlara da yer açılacaktır…