28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Montesquieu ile hesaplaşmak

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Avrupa düşüncesinde oryantalizmin kökleri, Antik Yunan dönemindeki Pers karşıtlığına kadar uzanmaktadır.

Ancak, modern kapitalist Batı toplumunun şafağında gündeme gelmesiyle oryantalizm, bugünkü anlamını kazanmıştır.

Liberal Batı toplumunun çizgilerini belirleyen Montesquieu, aynı zamanda oryantalist düşüncenin inşasının en önemli kurucusudur.

Kanunların Ruhu eseriyle, Batı’nın tüm dünyaya uygarlığın mihenk taşı olarak dayattığı ‘kuvvetler ayrılığı prensibini’ yaratan Montesquieu, bu eserinde oryantalizmin de temel savlarını öne sürmüştür.

Kavramlaştırdığı Doğu Despotizmi ile yüzyıllar içinde kemikleşecek önyargıları dile getirmiştir.

İlk eseri İran Mektupları’ndaki Asya, Doğu toplumlarına karşı oryantalist bakışı, Kanunların Ruhu eserinde çok daha sistemik hale getirerek, oryantalist yazının hatlarını çizmiştir.

Özellikle iklim teorisiyle Montesquieu, Batı-Doğu, Avrupa-Asya ayrımını coğrafyayı temel alarak açıklayarak, bir anlamda Avrupa Merkezcilik düşüncesinin de taşlarını döşemiştir.

Avrupa Merkezcilik her şeyden önce coğrafyaya dair önceliği vurgular. Montesquieu’ye göre, dünyada liberal-kapitalist uygarlık, Batı Avrupa’nın istisna coğrafi koşullarında ortaya çıkmıştır.

Bu anlamda Montesquieu ile hesaplaşmak Batı’nın üç yüz yıllık ideolojik hegemonyasına meydan okumaktır.

ORYANTALİZMİN OSMANLI'YA BAKIŞI

Oryantalizmin, Doğu’yu tasvirinde, despotik merkezi bürokrasiyle köylü yığınlarından oluşan, tarımın baskın olduğu, hiçbir sınıfsal farklılığın oluşmadığı toplum tasvir edilir.

Ticaretin zayıflığından dolayı ihtişamlı büyük şehirler yoktur. Özel mülkiyet Sultanların gölgesinde kalmıştır, hukuk ise Sultanların keyfi hükümlerinden başka bir şey değildir.

Bütün halkın kölelik adetlerini içselleştirdiği, durağan, miskin, atalet içindeki Doğu imgelerini, ilk kez Montesquieu en canlı biçimde tasvir etmiştir.

İran Mektupları eserinde “Tokat’tan İzmir’e kadar ismini anmaya değecek tek bir şehir dahi yok. Osmanlı İmparatorluğu’nun ne kadar zayıf olduğunu hayretle gördüm. Bu hasta vücut yumuşak, itidalli bir rejim değil, imparatorluğu tüketen, durmadan zayıflatan şiddetli tedbirlerle ayakta duruyor” sözleriyle Asya’da şehirlerin yani medeniyetin yokluğunu dile getirmiştir.

Çarpıcı olan, Montesquieu’nün, Osmanlı İmparatorluğu’na dair bu hasta vücut’ sözleriyle iki yüzyıl sonra Avrupalıların dilinden düşmeyecek ‘hasta adam’ imgesini yaratmış olmasıdır.

Devamında “Mevkilerini ancak para gücüyle elde eden paşalar, vilayetlere iflas etmiş olarak giriyor, buraları sanki fethedilmiş topraklar gibi soyup soğana çeviriyorlar... Mekanlar yıkılıyor, şehirler terk ediliyor, köyler sefil, toprakların ekini ile ticaret tamamen bırakılmış” iddiasını dile getirir.

Ne var ki bu noktada önyargılarından dolayı Montesquieu’nün çelişkileri hemen kendisini gösterir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda, monarşi Fransa’sında olduğu gibi makamlar parayla satılmazdı.

Kaldı ki her şeyi kontrol edebilen despotik merkezi yapı, nasıl olur da paşaların köylüleri soymasına müsaade eder. Osmanlı merkezi yapısının karakteristik özelliği, köylüler ile merkez arasında sömürücü sınıfları barındırmaması yani yereldeki güçlerin halkı sömürmesine engel olmasıdır.

Eğer devletin paşaları, köylüleri soyup vergilere el koyabiliyorsa, Montesquieu’nün Osmanlı’nın despotik bürokrasi devleti olduğu iddiası tartışmalı hale gelir.

Aynı eserde “Toprakların mülkiyeti kimde belli değil; bu nedenle toprakları değerlendirme arzusu da düşük. Yönetenlerin kaprisine karşı koyacak ne tapu ne de mülkiyet hakkı var” diyerek Montesquieu, Oryantalist söylemin en temel argümanı olan, Asya’da özel mülkiyetin yokluğunun altını çizer.

Şüphesiz, 19. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı’da, merkeze karşı ayrıcalık iddiasında bulunabilecek, yerelde Batı tipi aristokrasi ortaya çıkmamıştır.

O tarihte Avrupa’da var olan özel mülkiyet her ne kadar Roma hukukuna atıfla yasal çerçevesi çizilse de, özel mülkiyetler senyörlerin feodal ayrıcalıklarına, feodal mülkiyetine dayanmaktaydı.

Avrupa monarşisi, iki yüzyıl boyunca bu feodal ayrıcalıklı mülkleri ortadan kaldırmak için aristokrasiyle iç savaşı bile göze almıştır.

Montesquieu’nün bu noktada, burjuvazinin değil aristokrasinin yokluğundan dolayı Osmanlı’yı Doğu Despotizmi olarak tanımladığı gözden kaçırılmamalıdır.

ÖZGÜR AVRUPA, KÖLE ASYA!

Kanunların Ruhu eserinin ‘Asya İklimi’ bölümünde, koca kıta hakkında genel geçer kabullerden hareketle oryantalist iddialar yinelenir.

Montesquieu, iklimsel farklılıklardan yola çıkarak hiçbir bilimsel değeri olmayan tezlerle, özgürlüğü Avrupa’nın coğrafyasıyla özdeştirir: “Asya’nın zayıf, Avrupa’nın güçlü; Avrupa’nın özgür, Asya’nın köle olmasının en büyük nedeni işte budur.”

Çarpıcı olan, Avrupa Merkezciliğin tarihsel kurgusu inşa edilirken Antik Yunan’ın mitselleştirilmesinin köklerinin de Montesquieu’ye dayanmasıdır: “Avrupa’nın kuzeyinde yaşayan halklar, özgür insanlar gibi fethetmiş, Asya’nın kuzeyinde yaşayan halklar ise köleler gibi fethetmiş, bir efendi namına dize getirmiştir. Bunun nedeni, Asya’nın doğal fatihi Tatar halkının köleleştirilmiş olmasıdır.”

Montesquieu, bu tarih teziyle hem despotik Asya-köleci toplum paradigmasını tekrarlarken, hem de Yunanların kolonileştirme, sömürgeleştirme politikalarını demokrasiyle özdeşleştirmiştir.

Antik Yunan demokrasisinin, emperyal karakteri uygarlaştırıcı olarak sunularak, bugünkü Batı emperyalizminin kanlı savaşlarının demokrasi adına meşrulaştırılmasında, Montesquieu’nün mirası göz ardı edilemez.

İlerleyen sayfalarda “Yunan imparatorluğunu yıkan Tatarlar, fethettikleri ülkeye kölelik ve despotizmi getirmiştir. Roma imparatorluğunu fetheden Gotlar ise her yere monarşi ve özgürlük götürmüştür” derken Montesquieu monarşiyle özgürlüğü yan yana getirerek, aristokrasinin mülkiyet ve hukuki ayrıcalıklarının merkeze karşı güvence altına alınmasını, Avrupa’nın özgürlüğü olarak sunmuştur.

ORYANTALİZMİ AŞMAK

Montesquieu’nün tarih tezleri, 2. Dünya Savaşı sonrası Batılı tarihçilerince tekrarlanmasıyla oryantalist yazımı canlandırılmıştır.

Montesquieu ‘İklim Teorisi’ ile, bir ülkedeki siyasi yönetim biçiminin şekillenmesinde coğrafi şartları belirleyici etken kabul eden oryantalist söylemi, Soğuk Savaş döneminde Wittfogel’in ‘Hidrolik Toplumlar’ tezine ilham vermişti.

Wittfogel, büyük sulama sistemleri geliştirmek zorunda kalan toplumlarda kaçınılmaz olarak otoriter rejimlerin kurulduğunu iddia ederek, Sovyet ve Çin’in sosyalizminin ‘kaçınılmaz despotluğunu’ dile getirilmişti.

Diğer taraftan, Montesquieu’nün Asya halklarına dair görüşleri yine 2. Dünya Savaşı sonrası Balkan tarihçilerin, Osmanlı İmparatorluğuna yönelik oryantalist tezlerinin arka planını oluşturmuştur.

Bu tarihçilere göre, Osmanlı’nın fethi sonucu Balkanlar’da var olan ‘Batı tipi ilerici’ feodalizmin gelişimi engellenerek geri bir feodalizm tesis edilmiş, böylelikle ‘özel mülkiyetin’ gelişimine set çekilmiştir.

Montesquieu’nün düşünsel mirasıyla birlikte, Avrupa tarihindeki emperyalist yayılmacılığın demokrasi, feodal ayrıcalıkların özgürlük, serfliğin sömürüsü ilericilik olarak tasvir edilebilmiştir.

Montesquieu anlaşıldığında, Batı’nın kutsal halesi parlamentarizmin, Oryantalizm ve Avrupa Merkezcilikle eş zamanlı gündeme geldiği, liberal ideolojinin kendisini Asya, Doğu karşıtlığı üzerinden tanımladığı gerçeği berrak biçimde görülür.

Batı uygarlığının sütunlarının sarsıldığı bu dönemde, yeni bir toplumun hangi ilkelerle inşa edileceğine dair özgün ve devrimci öngörüler sunabilmek için, başta Montesquieu gibi düşünürlerle hesaplaşılması gerekmektedir.

Kuvvetler ayrılığı prensibini aşacak siyasal ve hukuki ilkelerin yaratılmasıyla, yani liberalizm çitlerini yıkacak toplumsal sistemlerin gündeme getirilmesiyle, Montesquieu’nün Oryantalist ve Avrupa Merkezci tezleriyle hesaplaşmak mümkün olur.

Bu bağlamda, oryantalizme karşı olduğunu dile getiren bugünkü muhafazakar kesiminin politik duruşundaki açmaz tartışılmalıdır.

Sürekli eşitsizlikler yaratarak dünyayı işgal eden kapitalizm, dünyanın Batı-Doğu, Kuzey-Güney olarak sürekli bölünmesine neden olmaktadır. Batı kapitalizmi neden olduğu coğrafi eşitsizlikleri ise, Oryantalizm ve Avrupa Merkezcilikle meşrulaştırır.

İslam coğrafyasındaki muhafazakar düşüncenin açmazı, kapitalizmin sonucu olan oryantalizmi, tüm sorunların ilk nedeni olarak görmesidir.

Kapitalizme radikal eleştiri getirmeyen, kapitalizmin yarattığı eşitsizliğin neden olduğu coğrafi ayrışmaya son verecek ekonomi-politik programı olmayanların, Batı emperyalizmine ve onun ideolojik silahları Oryantalizm ve Avrupa Merkezciliğe karşı tutarlı tavır almaları söz konusu değildir.

Liberalizmin ufuk çizgisini aşamayan bakış, Oryantalizm ve Avrupa Merkezciliğe karşı salt kültürel itirazın ötesine geçemez.