17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Neyinden neresinden?

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Aslında yazılması gereken o kadar çok şey var ki? Bazen acaba önceliği hangisine vermeliyim diye düşünüp kaldığınızda ister istemez zorlanmaya da başlıyorsunuz.

Dünya’da da Türkiye’de de sürpriz bir biçimde her şey ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak büyük bir hızla birbiriyle iç içe geçerek ve kendileriyle yabancılaşarak tuhaf pozisyonlara evriliyor ki eğer kişisel ya da toplumsal zihniniz olgunlaşıp özgürleşmemişse işiniz çok zor.

Zaten güncel yaşamımız ekonomik olarak her anlamda zorunlu büyük bir ihtiyaçlar sıkıntısına kapılarak çoktan büyük bir kaosa dönüşmüş durumda. Hayat pahalılığı, parasızlık, evin kirası, kredi kartı ödemeleri, çocukların okul taksitleri, bir türlü yetmeyen ve gittikçe azalan maaş ya da günlük - aylık gelir, iş yeri sahibiyseniz müşteri girmeyen dükkan vb. Ekonomik sosyal ağırlıkların yanı sıra ülkenin ve dünyanın elinizi kolunuzu kımıldamaz hale getiren siyasi saldırganlıkları...

Çağsal olarak öylesine yoğun, ağır ve çapraşık bir kavşaktayız ki siyasi, toplumsal ve kültürel olarak her şey aşırı bir biçimde birbirinin içine geçmiş durumda. Türk Ordusu’nun Fırat’ın Doğusu’na müdahale hazırlıkları sürerken ABD’nin önce Suriye’den, sonra da Afganistan’dan -kısmen de olsa- çekilme kararı sadece Türkiye’de değil hem bölgede hem de dünyada yeni bir kapı araladı bir tür... PYD - PKK’nın siyasi askeri şaşkınlığı ve çaresizliği... AB makamlarına Türkiye’ye müdahale çağrıları... Gecikmiş ve zamansız bir CHP - Hulusi Akar tartışması... vb.

Öte yandan, yine bir zamanlar BOP enstrümanı olarak düzenlenmeye çalışılan İstanbul Bienali’nin son yıllarda giderek daha doğal insani ve toplumsal konulara doğru evrilmesi... 14 Eylül - 10 Kasım 2019 tarihlerinde düzenlenecek 16. cı bienal kavramı olarak da Pasifik Okyanusunun tam ortasında 3.5 milyon metrekare genişliğine ulaşan devasa çöp yığını için verilen “Yedinci Kıta” başlığının seçilmesi ve Nicolas Bourriaud’un da küratör olarak atanması...

Bu köşenin okuyucuları bilir ki burada bazen sanat bazen felsefi bazen de siyaset yanı ağır basmak üzere çoğunlukla çağdaş sanat ile güncel siyaset bağlantıları üzerine yazıyorum. Bazen öyle bir an geliyor ki ne ülkenin ve dünyanın gündemi, ne de benim bir yazar olarak zihinsel ve duygusal gündemim neredeyse birbiriyle çatışır hale bile gelebiliyor.

Öyle ki, yıllardır sık sık tartışmaktan kaçınmadığım “çağdaşlaşma”nın ve “çağdaş sanat”ın aslında ne ve nasıl bir şey olması gerektiği tarafıma kalırsa günümüzde bu alan her anlamda büyük bir çöküş içerisinde. Anlı şanlı holding himayeli sanat kurumları bile topyekun bir daralma, geriye çekilme içerisinde. Asla profesyonelleşip kurumlaşamamış özel sanat galerileri kapanmakta, sanat “piyasa”sı neredeyse tümüyle çökmüş ve sanatçı ise her anlamda büyük zorluklar içerisinde.

SANAT SİYASET

İşte tam da böyle bir anda aslında ne oluyor; iktidarda olan ile olmaya çalıştığı varsayılan ana muhalefet ne söylüyor, ne yapıyor ve aklımca bunlar üzerine yazmak istiyorum ama hangisini hangisinden ayırıp da öne çıkarayım bir türlü karar veremiyorum. Çünkü her şey şaşırtıcı bir kaosta.

AK Parti genel başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan sürekli konuşuyor. Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri Töreninde yapmış olduğu konuşmasında diyor ki: “Ülkemizin en büyük sorunu, kendi toplumunu, kendi ülkesini küçümseyen bir grubun uzunca bir süre kültür sanat dünyamızı adeta esir almasıdır. (!) (...) Türkiye’nin yeni Mehmet Akif’lere, Tanpınar’lara, Necip Fazıl’lara, Nazım Hikmet’lere, Arif Nihat Asya’lara, Kemal Tahir’lere ihtiyacı bulunuyor. Aynı şekilde müzikte yeni Dede Efendi’ler, Itri’ler, Hacı Arif Bey’ler, Aşık Veysel’ler, Muzaffer Sarısözen’ler, Neşet Ertaş’lar yetiştirmeden” olmayacaktır.

Söyledikleri doğru mu; esas olarak doğru gibi evet. Peki, dediklerini 16 yıldır yapmadığına göre bundan sonra yapabilecek mi derseniz adı “Cumhuriyet İttifakı” olsa da “Cumhuriyet”i reddederek cumhuriyetin yeşerttiği o isimlerin benzerlerini bu karşıt politikalarla yetiştirebilirler mi? Hayır! Çünkü hem diğer alanlardaki egemen politikaları ile değerlendirildiğinde inandırıcı olamıyorlar hem de iyi de kaç yıldır niye yapmadınız ve asıl kendinizle hesaplaşmanız gerektiği yerde neden esas olarak Cumhuriyet ile hesaplaşma yolunda ilerleyip durdunuz demezler mi insana?

Cumhurbaşkanı bir başka konuşmasında da sözüm ona yine kendi parti kadrolarını eleştiriyor: “Kibir ve büyüklenme bataklığına düşen, erişilemeyen ve konuşulamayan kişi durumuna gelen, istişareden uzaklaşan, gözü şahsi çıkarlarından başka hiçbir şey görmeyen kimsenin AK Parti çatısı altında yeri yoktur!”

Peki iktidarın bu değerlendirmelerine karşı toplumumuz ya da ilgili sanat ve kültür çevreleri ya da ana muhalefet Partisi CHP ne diyor dersiniz? Diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konularda da dişe dokunur bir şey gören varsa beri gelsin doğrusu.

Fakat hakkını yemeyelim: yazılanlara göre CHP genel başkanı sayın Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın sadece ekonomiyle ilgili görüşlerini ciddiye alıp onlara cevap üretmek yanlısıymış.

Yerel seçim için isim ittifakları bağlamında bile şaşırtıcı kavramsal handikapların (Cumhur İttifakı - Millet ittifakı), samimiyetsizliklerin ve açığa çıkmaların olası trajik sonuçlarından söz edilebilecekken Cumhuriyetin kurucu partisi CHP’nin giderek kendi olmaktan bile kaçınıp sığınmaya çalıştığı yeni neo liberal küreselleşmeci pozisyon kapma çabası da ayrıca oldukça dikkat çekici sayılmaz mı?

Peki bütün bunların neyinden neresinden tutmamız gerekiyor siz düşündünüz mü hiç?