28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Övgülerden yergilere

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

Zaman aşındırıyor her bir şeyi. “Cevdet Bey ve Oğulları” okurun karşısına çıktığında, çok da ödüllü bir roman olarak görülmedi. İlk baskısının (Mart 1982, Karacan Yayınları) uzun macerasından sonra Can Yayınları’ndaki ikinci hamle (Temmuz 1983), Orhan Pamuk’u okuruna taşıdı. Her yanıyla inandırıcı, akıcı, kendini okutan bu roman okurda Orhan Pamuk penceresini açtı.

“Sessiz Ev” (1983) ise bir beklenti çıtası getirdi. Ara roman diyebileceğimiz “Beyaz Kale”dense (1985), asıl “Kara Kitap” (1990) Pamuk okurunu şaşırttı.

Tahsin Yücel’in “Kara Kitap” eleştirisi ise, “aksi tesir” yaptı demeliyiz! (*)

Pamuk’un roman yolunu stratejik bir ivmeye yönelten, kendisini de okur katında tanıtıcı figür olarak ortaya çıkaran sürecin de başlangıcıdır “Kara Kitap”.

Eleştiri, yergiler kadar övgülerin de ardı arkası kesilmiyordu.

“Saf yazar”, “aptal okur” karşılaşması kırılmış; Pamuk kendisine rakip olabilecek yazarların da önüne geçmişti. Nasıl adlandırırsak adlandıralım; yani bir yazar/romancı prototipini getirmişti Pamuk. Yalnızca yazan değil, aynı zamanda da konuşan romancı.

Her türlü olumsuzluğa rağmen, her kitabının okurla/alıcıyla buluşması adeta “olay” oluyor, her sözü manşetlerde yer buluyordu. Öyle ki; özel yaşamına dair çoğu şey magazin dünyasına bile malzeme olabiliyordu.

Bir gün yaptığı talihsiz bir açıklama (!) bile sürprizler yaratacak, başka kapılar açıp onu Nobel’e yaklaştıracaktı.

2000’lerin başında iktidarda henüz cicim aylarını oynayan, siyasi olarak da kendini bir yere oturtmaya çalışırken Batı’da meşrulaşabilmek için Avrupa Birliği söylemine sarılan AKP’ye bir kan gerekti.

“Cemaat aklı” boş durmuyordu elbette. Nobel Edebiyat Ödülü töreni için Stockholm’de gördüğüm manzara ayrı bir yazı konusu. Bir meraklısı o törene Türkiye’den katılanların listesini yapsa, hangi yayın organının neler yazdığını ortaya çıkarsa; dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Sezer’in böylesi önemli bir ödülü alan ülkesinin yazarını kutlayıp kutlamadığını da bir haber yapsa…

Dünyanın en prestijli ödülü ne güne duruyordu. Hazır birkaç yerde adı geçen, iktidarla onun destekçisi “yetmez ama evetçi” kadro da koro halinde yan yana duruyorlardı…

Özal döneminde buna bir adım daha yaklaşmış olan Yaşar Kemal’i devre dışı bıraktıran Stockholm’deki “Kürt lobisi” (özellikle de Mahmut Baksi’nin başını çektiği grup), Orhan Pamuk’a göz kırpmaya başlamıştı bile. Ki, Pamuk bu flörtü çoktan görerek küçük küçük hamleler yapmıştı bile. Kürt aydınlarıyla yeterince dirsek teması vardı.

Okuruyla adeta kedi-fare oyunu oynayan, edebiyat ortamını küçümseyen, “dedim-dedi yazan” diye alay ettiği yazarların yapıtlarını kitaplığından temizlediğini söyleyen Pamuk’un dil uzatamadığı neredeyse hiçbir şey yoktu.

Bir Anglosakson edasıyla mavi boncuk dağıtıp duran, kargo yayıncıların da gözdesi olan bu hali; o meşum gazete röportajı nedeniyle yargılanınca bir kez daha Batı’da infial yarattı!

Pamuk bir anda özgürlük savaşçısı kesildi!

Şu gerçeği göz ardı etmeden devam edelim isterseniz Pamuk’un pamukça yolculuğuna:

Evet, romancılığımızın ortalamasının üstünde yazıyor. Yani onu okurken vasatı daha iyi görebiliyorsunuz. Ama bir Yaşar Kemal’i okurken, Bilge Karasu’ya, Demir Özlü’ye ve Sait Faik’e dönünce Pamuk anlatıcılığının eksiklerini/yanlışlarını/yetersizliklerini daha çok görebiliyorsunuz.

Şu gerçek ki; vasat, ortalama onu pek ilgilendirmez. Hatırlayalım, Tahsin Yücel eleştirisi karşısındaki pişkinliğini. Yalnızca övgü ve satış ister. Adeta kötü bir patron gibidir yayıncılarıyla ilişkisi de. Erdal Öz’ün bu konuda anlattıklarını bir yayıncının gözünden yazmasını ne çok isterdim.

O, bilinçli bir biçimde kitabının pazarlamasıyla ilgilidir. Yazarken değil, bence, kitap vitrine çıkarken okur onu daha çok ilgilendirir.

Evet, “saf bir romancı”dır! Bazen oyuncaklarıyla övünen zengin çocuğu edası taşır ki; bu da her dem onay isteyen, kabul görmeyi bekleyen “çocuk yalnızlığı”nı anlatır bize.

Hele son tanıtım videolarındaki patetik duruşu; bir okur avcılığı nişanesi olarak zihinlere kazınır.

Romancı megalomanisi, yapmacık edasıyla bütünleşiyordu karşımızda.

Evet, yazarın “başarı budalası” kesilmesi her daim yapıtına ve okuruna da gölge düşürür.

Bırakın romanınız okura giden yolda özgürleşsin. İnanın siz de yazarken daha rahat edeceksiniz.

Ben artık, “Burhan pazarlama” çağının kapandığını düşünenlerdenim! Pamuk’un bunu iyi anlaması gerekir.

(*) Tahsin Yücel; “Kara Kitap”, Hürriyet Gösteri, Kasım 1990; “ABC’nin Eleştirisi”, Ocak 1992; Tartışmalar, 1993, YKY., 125 s.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları